DEVRİMLER TARİHİ - 9
Bazı Sonuçlar - Devrimlerin
Niteliği
Her
ikisi de sonuçta yenilgiye uğrayan 1871 Paris Komünü ve 1917 Rus Ekim Devrimi
haricindeki diğer devrimlerin hepsi burjuva devrimleri oldular.
Rus
Ekim Devrimi dışındaki 20. Yüzyıl devrimlerinde sanayi proletaryası çok tali
bir rol oynadı.
Marx’ın
öngörüsünün aksine devrimler geri ülkelerde yeraldı.
Eric
Wolf, Peasants Wars Of The Twentieth Century (1969) adlı kitabında 20.
Yüzyılın altı ana devrimi olarak Meksika (1910-17), Rus (1917), Çin (1927-49),
Küba (1959), Cezayir (Bağımsızlık Savaşı, 1954-1961) ve Vietnam (1945-75)
devrimlerini sayar.
Onları
tek tek tahlil eden yazar tüm bu devrimlerin “Köylü devrimleri (köylü
savaşları)” oldukları sonucuna ulaşır.
Hatta
Caldwell gibi Maocu düşüncenin de katkısıyla bu deneyimlerde köylülüğün
devrimin öncüsü olarak proletaryanın yerini aldığını tartışanlar ve karşıt
sonuçlara ulaşsalar da öncü rolünü köylülüğün hangi tabakasının üstlendiğini
araştıranlar vardır.
Köylülerin
devrimdeki rolü konusunda Alavi’nin Peasants and Revolution (1965), M.
Caldwell’in The Revolutionary Role Of The Peasants (1969), B. Moore’nin Social
Origins Of Dictatorship and Democracy (1966) ve Wolf’un analizleri okunmaya
değerdirler.
Bunlara Ian Roxborough’un Theories Of
Underdevelopment (1979) başlıklı çalışması da eklenebilir.
Bu
devrimlerin tümünün köylü devrimleri oldukları tanımlamasına katılmak mümkün
değil.
Örneğin
Cezayir kurtuluş savaşı esas olarak kentsel bir savaştı.
1959
Küba ayaklanması da köylü savaşı diye nitelenemez.
Ama Çin ve Vietnam devrimleri gerçekten de
“köylü savaşı”nın açık ve tipik örnekleri gibi görünürler.
Gene
de bu devrimlerin sınıf niteliğini değerlendirirken sadece bu devrimlere
katılanlara ve ondan yarar görenlere değil, program ve liderliğe de bakmalı,
örgüt ve liderlik göz ardı edilmemelidir.
Çünkü
iktidar alındıktan sonra inşa edilen toplum daha çok program ve liderlikle
ilintilidir.
Bu
açıdan baktığımızda altı devrimin hiçbirinde köylülük iktidara gelen sınıf
olarak görünmez.
Devletin
kontrolü bu sınıfa geçmemiş.
Devrimden
sonra iktidarı kontrol edenler daima kentli gruplar olmuştur.
Erken
köylü isyanlarının aksine 20. Yüzyıl devrimlerinde örgüt ve liderlik köylülüğe
dışarıdan benimsetilmiştir.
Dolayısıyla
“köylü devrimi” kavramı devrimin sonucuna, kimin iktidara geldiğine değil,
sadece veya daha çok katılanlara baktığı için yanıltıcıdır.
Her
halükarda Paris Komünü ve Rus Ekim devrimi dışındakileri genel olarak
konuşursak birer burjuva devrimi olarak tanımlamak gerekir.
E.
Wolf’un değerlendirmesi hatalı ve eksik olmakla birlikte onun köylü devrimi
olarak tanımladığı bu devrimlerin çoğunluğunda, proletarya öncü olarak ortaya
çıkmak bir yana, gerçekten de önemli bir rol oynamamıştır; ama bu ülkelerin
resmi tarihi proletaryanın rol oynamadığı kendi devrimlerini proletarya devrimi
olarak tanımlamıştır.
Stalin
altında Marksizm değişikliğe uğratıldı, sosyalizme ekonomik planlama ve
devlet mülkiyeti anlamı yüklendi.
Stalin-sonrası
dönemde geri ülkelerde Marksizm’in değiştirilmesine yeni şeyler eklendi.
Çin
Devrimi’nin katkısı ise Maoizm’de yansıdığı şekliyle bir adım daha ileri gidip
işçi sınıfına devrimde herhangi bir fiili rol vermemek oldu.
“Proletarya“
sözcüğü ÇKP liderliği için özgün bir sosyal sınıfa referans olmaktan çıkmıştı.
Böylece
‘proletarya’ terimi nasıl sanayi işçi sınıfı ile ilişkili bir kavram olmaktan
çıkartıldıysa, “sosyalizm” de giderek işçi sınıfının kurtuluşunu
ifade etmekten çıkartılarak “ekonomik kalkınma için bir reçete”, bir
kalkınma/sanayileşme modeli olarak anlaşıldı.
Çağ
Analizinde Yanılgılar
17.
yüzyıl İngiliz ve 18. Yüzyıl Fransız burjuva devrimlerinde görüldüğü gibi hemen
tüm burjuva devrimleri sırasında proleter devrim girişimlerine tanık oluruz.
Ama
tüm bu erken girişimler başarısızlıkla sonuçlandı.
18.
yüzyılı burjuva-devrimleri çağı olarak tanımlayan Marks-Engels, 19. yüzyılın da
proletarya devrimleri çağı olacağını söylediler.
Örneğin
1852 yılında yazdığı Onsekizinci Brumaire’de Marks, burjuva devrimleri
18. Yüzyılın, proletarya devrimleri ise 19. Yüzyılın devrimleridir diyordu.
Bu
görüş Komünizmin İlkeleri ve Komünist Manifesto’da da vurgulu
şekilde ifade edilir.
Nitekim,
1848’de Fransa’da Şubat Devrimi patlak verince ve tüm Avrupa’ya yayılınca,
özellikle aynı yılın Haziran’ında Paris’te yeralan işçi ayaklanmasından hemen
sonra, Marks ve Engels, ‘Büyük ve kesin kavganın başlamış olduğunu’
düşündüler (yani onlara göre proletarya devrimleri çağı başlamıştı).
‘Bu
kavga uzun süreli ve seçeneklerle dolu tek bir devrimci dönemde’ yeralacak,
ve ‘proleteryanın kesin zaferiyle’ sonuçlanacaktı.
1848
Devrimleri de gerçekte burjuva devrimleri oldular.
Yani
Marks-Engels’in öngörüleri gerçekleşmedi ve zaten onlar da çok geçmeden bunu
fark ettiler.
Başarısızlıkla
sonuçlanan kısa ömürlü Paris Komünü girişimi hariç tutulursa, 19. Yüzyıl da
burjuva devrimlerinin belirlediği bir çağ oldu.
19.
yüzyılı burjuva devrimleri çağı olarak niteleyen Lenin ise 20. Yüzyılın
proletarya devrimleri çağı olacağını öne sürdü.
1917
Rus Ekim Devrimi bu görüşü doğrulayacak gibi göründüyse de arkası gelmedi.
Bir
dünya devrimine dönüşemeyen Ekim Devrimi ulusal sınırlara hapsolup sonunda
yenildi.
Kısacası
20. Yüzyıl da proletarya devrimleri çağı, yani proletarya devrimlerinin
belirlediği ve küreselleştiği bir çağ olamadı.
Tam tersine 20. Yüzyıl da fiiliyatta burjuva
devrimlerinin (anti-faşist, anti-emperyalist savaşların, köylü devrimleri ve
ulusal kurtuluş hareketlerinin) belirlediği bir çağ oldu.
Böylece
Ekim Devrimi bu çağın istisnası olarak kaldı.
Şimdi
21. Yüzyıldayız.
Bence,
eğer böyle bir çağ yaşanacaksa, asıl şimdi proletarya devrimleri çağına
girmiş bulunuyoruz.
Marks-Engels’in
zamanında Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri burjuva devrimlerini ya henüz
yapmamış ya da daha tamamlamamışlardı.
Nitekim
Lenin Asya’da burjuva devrimlerinin 1905 Rus Devrimi’yle birlikte başladığına
işaret etti .
Şimdi
kapitalist olmayan ülke neredeyse kalmadı.
Kapitalizm
bir dünya sistemine aslında ancak 20. Yüzyılda dönüştü.
Batı
Avrupa’da burjuva devrimleri döneminin 19. Yüzyıl sonlarında, Doğu Avrupa ve
Asya’da ise 20. Yüzyılda esas olarak kapandığı söylenebilir.
Bu
duruma bakarak 21. Yüzyılın proletarya devrimleri çağı olacağı umut edilebilir.
Marksizmin
proletaryaya atfettiği tarihsel girişim yeteneğinin olaylar tarafından, yani
19. Ve 20. Yüzyılın tecrübeleri tarafından doğrulanıp doğrulanmadığı ciddi
olarak tartışılması gereken bir konudur.
Bundan
kaçmak iman tazelemek, kör inanç gibi bir şey olur.
Kendi
iç karşıtlıklarının/dinamiklerinin işleyişi sonucunda kaçınılmaz olarak
yıkılacağı öngörülen kapitalizm, tüm krizleri atlatma yeteneği göstererek
bugüne kadar gelebildi.
Koptu
kopacak denen kıyamet bir türlü kopmadı.
19.
Yüzyıl sonunda Bernştayn buna dayanarak ortaya çıktı zaten.
Proletaryanın
geçmiş yüzyıllarda kendisine atfedilen devrimci misyonu kanıtlamamış olduğu
savıyla, sıranın proletarya devrimlerine gelip gelmediği konusunda kuşku
duyanlar olabilir.
Tecrübe tarafından yeterince kanıtlanmadığına
göre bu kuşkulara hak bile verilebilir.
Burjuva
Devrimleri Sürecinde Proletaryanın Taktikleri
Marksizmin
kurucularının beklentilerinin tam tersine geçmiş yüzyılların (19. Ve 20.
Yüzyılların) burjuva devrimleri tarafından belirlendiğine işaret
ettim.
Bu
belirleme bir kez kabul edilirse, geçmiş yüzyıllar bakımından en önemli konu bu
yüzyıllarda yer alan devrimlerde proletaryanın rolü ve taktikleridir.
Bu
konuya 1848 devrimleriyle, daha doğrusu 1848 Alman Devrimi’nde Marx-Engels’in
ve partilerinin izlediği taktikle başlamak gerekir.
Bence
Troçki’ye ait Sürekli Devrim tezi ve Geçiş Programı anlayışı öz
olarak Marks-Engels’te vardı
(Bk. Komünistler Birliği’nin’nin Mart 1850
tarihli genelgesi; Komünizmin İlkeleri ve Komünist Manifesto).
Onlarda
olmayan tek şey gecikmiş burjuva devrimlerine proletaryanın önderlik
edebileceği ve etmesi gerektiği görüşüydü.
Bu görüşü ilk ortaya atan ise Lenin oldu.
Böylece
Troçki’nin yaptığı Marks, Engels ve Lenin’deki unsurları Sürekli Devrim adı
altında bir araya getirmek oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder