4 Aralık 2022 Pazar

 ÜRETİM ÖRGÜTLENMESİNDE POSTMODERNLEŞME - 4


Örgütsel Postmodernizm – ve Postmodernizm

 Eleştirmen Paul Thompson örgüt çalışmalarında postmodernizmi “ölümcül bir dikkat dağıtma” olarak tanımlıyor.

 Postmodernizm, maddi koşullarından ve küresel kapitalist ekonomi içerisindeki bağlamından koparıldığı zaman, bir gizemleştirme veya “ölümcül bir dikkat dağıtma” biçimini alıyor.

 Örgüt çalışmalarında postmodernizm için geçerli olan şey, bir epistemoloji olarak postmodernizmin geneli için de geçerli olabilir.

 Birinin diğerinden türemek zorunda olmadığı, çünkü postmodernizmin yönetim ile örgüt çalışmalarında kullanılma biçiminin kültürel çalışmalar alanındaki postmodernizmin (yanlış) temellükü olabileceği iddia edilebilir.

 Yönetim çalışmaları, gerçekten de, halihazırda ulaşabildikleri her şeyi, devrimci gerilla stratejileri de dahil, kendi amaçları için temellük etme kabiliyetine sahip olduklarını kanıtladılar (güçleri de buna dayanıyor belki); ama mesele bu değil.

 Postmodernizm, metinlerin incelenmesini aşıp, toplumun ve politikanın genelini de içine aldığı ölçüde, böylesi bir temellükü olanaklı kıldı; ve postmodernizmin kendi maddi koşulları hakkındaki sessizliği, hatta epistemolojisinin bir parçası olarak bu koşullarla ilgilenmeyi reddetmesi, onu çağdaş durumun gizemleştirilmesinde pay sahibi haline getirdi.

 Postmodernist örgüt analizlerinin postmodernizmin ne olabileceği hakkında açığa çıkardığı şey, vaktiyle Georg Lukács’ın Marksizm hakkındaki gözlemini uyarlayacak olursak, şu olabilir: postmodernizmi anlamanın en iyi yolu, onu modernliğin olumsuzlanması değil “özeleştirisi” olarak düşünmektir.

 Fakat postmodernizm, bu amacı yerine getirmek için bile, hayatın kapitalizm tarafından yapılandırılması noktasında modernlikle paylaştığı koşulları kabullenmek zorundadır.

 Postmodernizmin dikkatleri daha önceki toplumsal ve kültürel örgütlenme biçimlerinden uzaklaştırması ille olumsuz bir şey olmayabilir; Hearn ve Parkin’in belirttiği gibi, postmodernizmin oluşmasında yeri olan entelektüel ve toplumsal kaygılar, baskı yapılarının ve genel itibarıyla hayatın yapılandırılmasının karmaşıklığını ortaya çıkarmada çok önemli rol oynadı.

 Başka deyişle, “dikkat dağıtma” ölümcül olmak zorunda değil, çünkü günümüz yaşamının sorunlarına yeni ve üretken bir bakışla bakmayı olanaklı kılabilir.

 Postmodernizm, kendini maddi varlık koşullarından kopardığında, baskıları yerelleştirip olumsal haline getirdiğinde, hayatı koşullandıran iktidar yapılarını arka plana iterek –hatta tümden inkâr ederek– baskıyı metaforlaştırdığında “ölümcül bir dikkat dağıtma” haline geliyor.

  Toplumsal kaygıları bakımından postmodernizm toplumsal cinsiyet veya etnisite kaynaklı baskıların bilince çıkarılmasında büyük rol oynadı, ama bunların sonuçlarını da hesaba katması gerekiyor: kadınların ve etnik grupların özgürleşmesinin, onları hiç de olumsal olmayan, bilakis daha geniş iktidar yapılanmalarına tekabül eden yeni fay hatları boyunca bölmekle son bulabileceğini hesaba katmak zorunda.

 Bunu yapmak için, baskıyı ille eskisi gibi salt sermaye ile emek arasındaki karşıtlığa indirgemek gerekmiyor, çünkü sınıf meselesi yeni baskı türleri bağlamında ister istemez sorunsallaştırıldı; ama modernist amaçlarını hâlâ koruyan, sadece bunları yeni araçlarla gerçekleştirme peşinde olan ekonomi politiğin süregelen yeniden yapılanmalarına atıfta bulunmak şart.

 Böylesi atıfları soyut epistemolojiler zemininde baştan reddeden bir postmodernizm, kendi maddi koşullarını inkâr etmeye varır ve eleştiriyi iktidarı meşrulaştırmakla karıştırır.

 Postmodernizmin, farazi determinizmlere karşı kültürün veya söylemin özerkliğinde ısrar etmesi, yarası olmadan gocunmaya denk.

 En kötü örneklerinde kaba bir Marksizmle özdeşleştirilen, kültürü maddi koşulların belirlediği fikri, postmodernizm ortada yokken de nicedir terk edilmişti (hatta bu durum postmodernizmin önünü açmış da olabilir).

 Günümüzde soru, kültür belirlenmiş mi belirlenmemiş mi, veya söylem göndergeli mi değil mi sorusu değil.

 Bugün mesele, kültürün iktidarın talepleri doğrultusunda sistemli biçimde tasarlanması –ki bu da zaten kültürün özerk olduğunu varsayıyor– ve böylece maddi koşullardan bağımsız olarak manipüle edilebilmesi.

Üstelik böyle bir kültür mühendisliği sadece tüketim alanında veya başkanların pazarlanmasında değil, bizzat üretimin ve toplumun örgütlenmesinde de devreye sokuluyor ki bu da herkesin gündelik geçim ve hayatta kalma koşullarını etkiliyor.

 Postmodernistler, bu durumun eleştirisiyle uğraşmak yerine, maddi koşulların kültürle alakası olmadığında ısrar ederek bu duruma meşruiyet kazandırıyorlar.

Sorun daha da derine iniyor.

 Postmodernizm, başlangıçta onu şekillendirenlerin niyeti ne olursa olsun, yaygınlık kazandıkça en insaflı ifadeyle “tuhaf” denebilecek bazı özellikler edindi.

 Burada postmodernistlerin, yukarda değindiğimiz örnekte olduğu gibi, ne zaman yapısal koşulların sözü edilse Avrupamerkezcilik suçlaması getirme veya “monolojik neo-kolonyal anlatılar”dan dem vurma eğiliminden bahsediyorum.

 Tahakküm ilkelerine dayalı öznelliklerin eleştirisi olarak işe başlayan postmodernizm artık bir nevi karikatüre dönüştü: bir yandan günümüzdeki baskıların üzerini örterken, diğer yandan da baskıdan bahsetmenin ezilenlerin öznelliklerini inkâr etmeye denk düştüğü gerekçesiyle baskıya yönelik eleştirilere saldıran bir karikatür.

Böyle bir postmodernizmin “demokratik” öncüllerinin, gündelik hayatı belirlemeye devam eden baskıyı inkâr ederek son derece anti-demokratik sonuçlara varması manidar.

 Bu “pop” postmodernizm, müzakere ve uzlaşma terimleriyle hayalî bir piyasa diline katkıda bulunarak, kapitalizm koşulları altında ezelden beri “eşitliksiz mübadele”ye yaslanmış olan piyasa mübadelelerinin eşit olduğu yanılsamasını yaratıyor.

 Siyasi açıdansa, kolektif eylem imkânını yadsıyan bir özgürlükçülüğe kapı açıyor ki bu imkânın ortadan kalkması sermayeyi yönetenlerin kendi ağızlarıyla kabul ettikleri bir hedef.

 Şayet günümüzde iktidarın idamesi için “kültür mühendisliği”ne ve gerçeklik ile yanılsamanın karıştırılmasına her zamankinden fazla ihtiyaç varsa, eleştiriyi de ideoloji eleştirisindeki kökenlerine taşımak, yani gerçekliğin üzerini örten yanılsamaları kırmak için geçerli sebeplerimiz olabilir.

 Bu aynı zamanda öznelliğin sadece inkârını değil, yeniden oluşturulmasını da gerektiriyor: eğer Avrupamerkezci bir hümanizmin bütünlüklü, rasyonel öznesi parçalanacaksa ve vaktiyle modernliğin inkâr ettiği diğer öznellikler –kadınlar, beyaz olmayanlar veya Avrupa ile Amerikalı olmayanlar– tanınacaksa, öznellikleri parçalamanın amacı öznelliği feshetmek değil, zenginleştirmek olmalı.

Bir yandan postmodernliği yaratırken, bir yandan da kendisine karşı her türlü kayda değer direnişi olanaksız hale getiren minimal ve ironik benlikler üreten bir kapitalizme direnmek için gereken araçları ancak bu şekilde zenginleşmiş öznellikler sağlayabilir.

 Böyle bir öznelliğin yeniden oluşturulması, sermayenin tecavüzlerinden muaf olan, veya böyle bir muafiyet imkânsız olabileceği için, en azından kapitalist modernliğin değişmez hedefi olan bir toplum mühendisliğinin tüm boyutlarıyla görülebileceği bir “dışarısı” sunmaya çalışan özerk alanları gerektirir.

 Bir “dışarısı” yaratma arayışı modernizmin de parçasıydı ve eskiden sosyalizm diye bilinirdi, ama sermayenin kalkınmacılığı karşısında alternatif sunmaktan aciz olduğu, ve kendi sonunu hazırlamak pahasına onu taklit ettiği görüldü.

 Keza, toplum ile kurum arasındaki engelleri aşındırma yönündeki postmodernist vaat –veya feragat– de toplumun kurum tarafından yutulması haricinde pek bir şey önermiyor, üstelik bu sefer gönüllü işbirliğiyle…

Direnişin başlayacağı nokta, toplum ile kurumsal sermayeyi ayıran sınırı ortadan kaldırmak veya bulanıklaştırmak değil, net biçimde çizmek; Jeremy Brecher ile Tim Costello’nun dediği gibi, içinde insanların yaşadığı köyleri de kapsayan küresel köy [global village] ile, “insansız ilerleme” adına insanların inkârından beslenen küresel talan [global pillage] arasındaki fark tam da bu sınırda yatıyor olabilir.

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KRİZİ ‘ÇOKLUK’ KAVRAMIYLA ANLAMAK: BİYOPOLİTİKA, GÜÇ VE İÇKİNLİK   Başlangıç olarak , sözlükteki karşılıklarına bakılırsa,  halk ’ın söz...