3 Aralık 2022 Cumartesi

 PİERRE BOURDİEU - 2

 

Bourdieu ve Meşhur Kavramları

1.    Oyun Metaforu ve Alan

Bourdieu’ya göre hayat bir mücadele alanıdır ve sosyoloji de bir dövüş sporudur.

Ona göre; “Çünkü tüm dövüş sporları gibi, onu da nesf-i müdafaa için kullanırız ve karşı tarafa zarar verecek herhangi bir darbeyi yasaklar”.

Bourdieu’nün geliştirdiği kavramların anlaşılmasını kolaylaştırmak için verdiği en bilindik örneklerden birisi oyun örneğidir.

Buna göre oyunun oynandığı yer alandır ve oyuncular oyuna dahil olmak için o oyundan elde edilebilecek bazı çıkarlara sahip olmalıdırlar.

Bu çıkarları illusio kavramı karşılar ve oyunun oynanmaya değer bulunması ve kuralların (yani doxanın) sorgulanmaması şeklinde karşımıza çıkar.

Oyuna dahil olmak demek onu oynanmaya değer bulmak demektir.

Oyuna dahil olarak bu değer sorgulanmadan alanın yerleşik düzeni (kuralları, doxası) tanınmış ve benimsenmiş olur.

Her oyuncu oyunda kullanılmak üzere elinde bazı kozlar bulundurur ve bu kozları da Bourdieu’nün sermaye kavramı karşılar.

Ekonomik (maddi kaynaklar), kültürel (özellikle eğitim yoluyla edinilmiş olan kültürel kodlar), toplumsal (ilişkiler ağı) olmak üzere üç temel sermaye tipi vardır ve bu sermayeler içinde bulundukları şartlara göre farklı önemlere sahip olabilirler.

Bu önem durumuna göre sermaye tiplerinin pratikteki yansıması ve/veya toplamı olarak adlandırılabilecek simgesel sermaye oluşur ve bu sermayeler bütünü oyuncuların ellerindeki kozlar olarak işlev görürler.

 Her koz farklı oyunlarda farklı işlevlere sahiptir, yani her sermaye tipi farklı alanlarda farklı işlevler görebilir.

Böylece Bourdieu’da dört temel sermaye türü ile karşılaşılır.

Alan, kendi belirlenimlerini içine girenlere dayatan bir güç alanıdır.

Örneğin bilim insanı olmak isteyen birisi o alandaki bilimsel sermayeyi edinmek ve o bilimsel çevrenin habitusunu kendisi için çıkış noktası kabul etmek zorundadır, yani bu alanın kurallarına bağlı kalmak zorundadır .

Alan hem simgesel mekanizmalar tarafından dışarıdan sınırlandırılan hem de eyleyiciler tarafından üzerinde mücadele edilen iki boyutlu bir yapıdır   

Özetlemek gerekirse; alan oyunun (ya da sosyolojik anlamda mücadelenin) sürdüğü yerdir.

Bireyler ellerinde bulundurdukları sermaye, sorgulamadan kabul ettikleri kurallar (doxa) ve oyunun sonunda elde edeceklerine inandıkları çıkarlar (illusio) doğrultusunda kendilerini sonuca götürecek bazı yollara zaman içerisinde aşina olmaya başlarlar.

Nasıl sonuca gidileceğine dair sahip olunan bu davranış kalıpları, karşılaşılan durumlar neticesinde bireylerin ortak bir yatkınlıklar bütünü oluşturmasına yol açar.

Bourdieu, bu yatkınlıklar bütününe habitus adını verir.

2.    Habitus

Habitus kavramının kaynağı Aristo’nun “heksis”inden gelmekte.

Huy, iyelik anlamına gelen bu kavram, Ortaçağ felsefesinde “sürekli yinelenen, alışkanlık haline getirilmiş davranış biçimi” olarak kullanılmaktaydı.

Emile Durkheim ise kavramı “eğitimle şekil verilen, edinilen alışkanlıklar” şeklinde kullanmıştır.

Marcel Mauss 1934 tarihli “Techniques of the Body” isimli makalesinde şu ifadelere yer verir.

“Latince olarak "habitus" dediğime dikkat edin lütfen, ki bunun ne anlama geldiği Fransa'da anlaşılamamaktadır.

Bu kelime "alışkanlık" kelimesinden daha iyi bir biçimde, Aristoteles'teki "exis" edinme ve "yetenek" anlamlarını ifade etmektedir (ki Aristoteles bir psikologdu aynı zamanda).

 "Habitus" metafizik alışkanlıkları ya da şu gizemli hafızayı ifade etmez, ki bunlar ciltler dolusu kitaba ya da küçük ama ünlü tezlere konu olmuştur.

Bu "alışkanlık" sadece kişilere ve onların taklitlerine göre değişmezler;

özellikle toplumlara, eğitim biçimlerine, zevke, modaya ve prestij değerlerine göre de değişirler.”

Bourdieu’nün habitus kavramını ele alışını incelersek, -ki yaşamının son dönemlerinde bu kavramı tanımlamaktan artık yorulduğunu ifade etmektedir- alan kavramının önemli tamamlayıcılarından biri olduğunu söyleyebiliriz.

 Habitus Bourdieu’ya göre hem bireyi şekillendirir hem de bireyin eylemleri tarafından şekillendirilen karşılıklılık durumudur.

Birey, habitus sayesinde farklı ihtimaller karşısında çözüm üretme yeteneği kazanır.

Dolayısıyla birey hem yapılaşmış bir sınıflamanın içerisinden gelmekte hem de yapılaşma sürecinde olan bir sınıflamayı inşa etmektedir.

Kişi daha önce herkesin yaptığı birçok şeyi yeniden yaparak habitusu da yeniden üretmiş olur.

Başka bir deyişle habitus; eylemi yapan kişinin çok da hesaplamadan yaptığı ve özünde toplum tarafından kabul görmek için pratiğe döktüğü bir gerçekliktir.

Hesaplamadan yapmaktan kasıt, bireyin toplumca kendisinden beklenenin dışında bir şey yapmama eğiliminde olmasıdır.

Yani habitus kişiyi toplumsal düzendeki yerine uygun hale getiren eylem eğilimleri setidir.

Bireylerin hem psikolojik hem de biyolojik olarak oyuna dahil olabilecek hale gelmesini sağlar.

Bourdieu’nün “kazanılmış eğilimler toplamı” olarak habitus’u, örtük bir biçimde çocukluğun ilk yıllarında edinilir; ama aşılama bir kez tuttu mu, bireyin yapıp etmelerindeki can alıcılığı sonsuza dek sürer.

Habitus, içinden çıktığımız toplumsal dünyanın sınırlandırmalarına ayak uydurmamızı sağlar; yüz yüze geldiğimiz sonsuz sayıda durum için birçok strateji geliştirmemize olanak tanır.

Başka başka toplumsal ard yörelerden gelen kişiler farklı habituslar üretirler.

Habitus’un en önemli işlevi ise oyunu hissetme duygusunu aşılamasıdır.

Bourdieu, habitus kavramının anlamının, “alışkanlık” kelimesinden  daha iyi bir biçimde, Aristo’daki “exis” edinme ve “yetenek” anlamlarını ifade ettiğine vurgu yapar.

Habitus’u bir örnekle açıklayalım: Örneğin, bir birey kendi evine, evindeki eşyalara ve odaların konumuna zaman içinde alışır ve daha sonra karanlıkta dahi kalsa tahmin ve el yordamıyla ev içinde yolunu bulabilir.

Örneğin evinin karanlık koridorundan geçip tahmini bir hamleyle elini ışığı yakmak için elektrik düğmesinin üzerine ya da yakınlarına atabilir.

Ancak misafir olarak ilk defa gittiği bir evde bir anda karanlıkta kalsa orada yaşayan insanların yaşamayacağı bir tedirginlik duyar.

Çünkü zihninde o eve ve evin yerleşimine dair bir bilgi yoktur.

Orada da rahatlıkla yolunu bulabilmesi için daha önce çok defa o eve gelmiş, o evin içyapısına dair bazı bilgileri aklının bir köşesine yazmış olması gerekirdi.

İşte habitus insanın kendi evinde karanlıkta dahi yolunu bulmasını sağlayan bu bilgiler ve yatkınlıklar gibi, içinde bulunduğu toplumsal alanlarda zorluklar yaşadığında onu çözüme ulaştıran bilgiler ve yatkınlıkların tümüne verilen isimdir.

Bourdieu’ya göre “Alan, habitusu yapılandırır.

Habitus, bir alanın ya da kesişen bir dizi alanın (alanlar arasındaki kesişmenin veya kopukluğun boyutu, bölünmüş, hatta parçalanmış habituslar yaratabilir) içkin zorunluluğunun somutlaşmasının ürünüdür”.

Alan, varlığını sürdürmek için habitusu şekillendirir.

Çünkü bir alan, yeniden üretimini sağlayacak eyleyicilere ihtiyaç duyar ve bu eyleyiciler habitusun varlığı sayesinde etkin olurlar.

Bu anlamda habitus yeniden üretimi sağlayarak alanın var olmasında etken rol oynar”.

“İnsanın varoluşu ya da bedenlenmiş toplumsallık olarak habitus, dünyayı belli bir dünya olarak var eden şeydir.

Pascal’ın dediği gibi, “dünya beni içeriyor, ama ben onu anlıyorum”.

Şu halde toplumsal gerçeklik iki kez var olur:

Şeylerde ve beyinlerde, alanlarda ve habituslarda, eyleyicilerin içinde ve dışında.

Ayrıca habitus, ürünü olduğu bir toplumsal dünyayla ilişkiye girdiğinde sudaki balık gibidir.

Suyun ağırlığını hissetmez ve etrafındaki dünyayı çok doğal sayar.

Kendimi ifade etmek için Pascal’ın sözü üzerinde daha uzun durabilirim: Dünya beni içeriyor, ama tam da beni içerdiği için onu anlıyorum; beni ürettiği için, ona ilişkin kullandığım kategorileri ürettiği için, bana apaçık görünüyor”.

Tıpkı kendilerini üreten konumlar gibi, habitusler de farklılaşmış; ama aynı zamanda farklılaştırıcıdırlar.

Ayrışmış, ayrıdırlar; ama aynı zamanda ayrımları getirirler:

Farklı farklılaşma ilkelerini hayata geçirir ya da ortak farklılaşma ilkelerini farklı biçimde kullanırlar.

Habitusler ayrı ve ayrıştırıcı pratikler doğurur –bir işçinin yediği şey, özellikle de yeme biçimi, yaptığı spor ve yapma biçimi, siyasal kanaatleri ve bu kanaatleri ifade etme biçimi sanayici patronun bunlara tekabül eden tüketimleri ve etkinliklerinden sistematik olarak farklıdır; ancak bunlar, aynı zamanda sınıflandırıcı şemalardır, farklı sınıflandırma ilkeleri, farklı görü ve ayrım ilkeleri, farklı zevklerdir.

İyi ile kötü, güzel ile çirkin, saygın ile kaba, vb. arasındaki ayrımları saptarlar ama bu ayrımlar özdeş değildir.

Örneğin, aynı davranış ya da aynı eşya birisine saygın, diğerine fazla iddialı ya da gösterişli, bir üçüncüye de çok kaba görünebilir.

Ancak asıl önemli olan, pratikler, sahip olunan mallar, ifade edilen kanaatler arasındaki farklılıkların, bu algı kategorileri, bu görü ve ayrım ilkeleri aracılığıyla algılandıklarında simgesel farklılıklara dönüşmesi ve gerek bir dil oluşturmalarıdır.

Farklı konumlarla, yani mallar, pratikler, özellik de biçimlerle bağdaştırılan farklılıklar, her toplumda, simgesel sistemleri kuran farklılıklar biçiminde işlerlik gösterirler; tıpkı bir dilin sesbirimleri ya da bir mitoslar sistemini oluşturan ayrıştırıcı çizgiler ve ayrımsal mesafeler gibi, yani ayrıştırıcı göstergeler olarak işlev görürler.

Daha kesin bir biçimde söylemek gerekirse –Benveniste biraz hızlı yol alıyor…- bir farklılık,  ayrıştırıcı bir özellik, yani örneğin beyaz ya da kara derili olmak, zayıflık ya da şişmanlık, Volvo ya da 2 CV araba, kırmızı şarap ya da şampanya, Pernod ya da viski, golf ya da futbol, piyano ya da akordeon, briç ya da pişti (çoğu zaman böyle işlediğinden dolayı karşıtlıkları ele alıyorum –ama aslında durum daha karmaşıktır) ancak ayrımı kavrayabilecek birisi tarafından algılandığı takdirde görünebilen, algılanabilen, kayıtsızlıkla karşılanmayan, toplumsal olarak anlamlı bir farklılığa dönüşür;  çünkü o kişi tam da söz konusu uzamda yer aldığından kayıtsız değildir ve kendisine, örneğin kötü bir resimle bir tablo ya da Van Gogh’la Gauguin arasındaki farkı görmesini, bunları kavramasını, ayrıştırmasını sağlayan algılama kategorileriyle, sınıflandırıcı şemalarla, bir zevkle donanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KRİZİ ‘ÇOKLUK’ KAVRAMIYLA ANLAMAK: BİYOPOLİTİKA, GÜÇ VE İÇKİNLİK   Başlangıç olarak , sözlükteki karşılıklarına bakılırsa,  halk ’ın söz...