SOKAĞI BÜYÜLEMEK - 8
Sonuç:
Sokağı Büyülemek
Sokağı
büyülemek, bir dizi soruyu beraberinde getirir.
Makalede
büyüleme ediminin anlamı, tarzı, anlamlılığı ve imkânı gibi sorulara
verilebilecek olası yanıtların zeminini inşa etmeye çalıştık.
‘Sokak’ ve ‘büyü’ arasında kurduğumuz
bağıntıya, birinci bölümde kavramlar, ikinci bölümde gerçeklik üçüncü bölümde
ise faillik ve niyet açısından yaklaşımlar getirdik.
Buna
göre, gündelik hayat icat edilmiş bir geçekliktir.
İnsanlık tarihinde ‘doğal’ bir devinim olarak
seyreden seküler ve dinsel gerilimi, modernliğin başlarında, sekülarizmin bir
ideoloji olarak ortaya çıkmasıyla sonuçlanacak olan eşikleri bir bir aşmıştır.
Gündelik hayatta, kültür formunda karşımıza
çıkan ve toplumsal tahayyüller şeklinde iş gören sekülarizm, seküler ve dinsel
olanı yeniden tanımlamış, moderniteyi günlük hayattan gündelik hayat devşirecek
bir proje olarak hayata geçirmiştir.
Gündelik
hayat bir çalışma alanı olarak keşfedilene kadar, bu projeye sadık bir ‘ürün
olarak sosyal bilimler’, seküler ve dinsel konusunda da bir dizi teori ortaya
koymuştur.
Gelinen
noktada, bu teorileri örtük bir şekilde kabul ettiği için, teorilerin esas
çöküş gerekçesi olan seküler ve dinsel gerilimini de ‘dine dönüş’ şeklinde
yanlış kodlayan eleştirilerle karşı karşıya bulunuyoruz.
Makalede
bu kavramsal sorunları aşmak üzere görece farklı bir kavramsal şema kurgulamaya
çalıştık.
Sekülerleşme teorisini ve aynı zamanda eleştirilerini
haksız bulan bu kurguda, makalenin temel kavramları da düzeltildi.
Sonuçta,
büyünün bozulması, dinin toplumsal gerçeklikten çekip gitmesiyle değil, seküler
ve dinselin aşınan sınırlarıyla ilgili bir kavrama, büyüleme ise gündelik
hayatın seküler temellerinin altüst edilmesine dönüştü.
Ancak
altüst etme kendiliğinden ortaya çıkacak bir fiil değildir: Faillik, niyet ve
bunların yedeğindeki başka değişkenleri gerektirir.
Bu
nedenle, faillik (bilinç: büyülemenin anlamlılık ve imkânı) ve niyet (bütünlük:
büyülemenin anlam ve tarzı) açısından denkleme giren değişkenlere ilişkin bir
değerlendirme ile makaleyi sonlandıracağız.
Büyüleme,
sıradan bir dönüşümü veya yöntemsel farklılaşmayı değil, paradigmal bir kopuşu
anlatır.
Bu
yüzyılın büyük savaşlarında ve Aydınlanma sonrası toplumsal devrimlerde bile bu
mahiyette bir örnek ortaya çıkmamıştır.
Bunu,
savaşın ve devrimlerin olanca şiddetine ve ağır bilançosuna rağmen değişmeyen,
yorum farklılıklarıyla kendisini yeniden üreten seküler paradigmaya ve onun ürünü
olan gündelik hayatın yapısına bakarak anlamak mümkündür.
“Üretim ve tüketim arasında, yapılar ve
üst yapılar arasında, bilgi ve ideoloji arasında belirlenen üretim ilişkileri
(kapitalist üretim ilişkileri) içinde bir geri besleme (anlık, geçici denge)
vardır…
Gündelik hayat, geri beslemenin toplumsal
yeri olarak tanımlanır…
Bir denge yeridir; aynı zamanda tehdit
edici dengesizliklerin ortaya çıktığı bir yerdir.
Böyle bir toplumda devrim, insanlar gündelik
hayatlarını sürdüremez hale geldiklerinde başlar.
İnsanlar gündelik hayatlarını yaşayabildikleri
sürece, eski ilişkiler yeniden oluşur” .
Makalede
söz konusu toplumsal hareketlerin failliklerinin nerede durduğunu, stra-taktik
kavramıyla okumaya çalıştık: Erk sahiplerinin strateji uygulamaları, kurumsal
roller dolayımıyla gerçekleşir, ezilenlerin bunlar karşısındaki taktik
uygulamaları da bireyin savunma mekanizmalarına gönderme yapar.
Bu
ikisi arasında bir ara kategori olarak konumlandırdığımız stra-taktik uygulama
ise bireysel kaçış taktiklerinin işlemediği iktisat, siyaset ve hukuk
alanlarında gerçekleşen kolektif eylemlerdir.
Stra-taktik uygulamanın repertuarı, taktikler
kadar zengin değildir –farklı zeminlere sahip olan toplumsal hareketlerin ve
‘muhalif’ ideolojilerin benzer yöntem ve araçlar kullanması da bundandır.
Ancak
stra-taktiğin yaygın iki davranış tipolojisini tespit edebiliriz.
Birincisi,
-self oryantalizme benzer şekilde- savunma amacıyla hâkim paradigma üzerinden
kendisini yeniden tanımlamak, ikincisi ise –mış gibi tabi olmaktır.
Her
iki tipolojide de ‘kabul görme’, ‘savunma’ benzeri niyetlerin en temelinde
aslında ‘zaman bağımlılığı aşma’ güdüsünün yattığını görebiliriz.
Ancak
her ikisi de egemenliğin pekişmesinden başka bir seçenekle sonuçlanmaz.
Diken
, Freud’un anti-Semitizm’e cevaben Monoteizm ve Tektanrılı
Dinler adlı eserinde, Musa Peygamber’in Mısır kökenli olduğunu savunurken
aslında “Yahudi yoktur” yargısına varan bir argüman ürettiğini söylüyor.
Benzer
şekilde “Pascal’dan yola çıkarak Žižek, birçok ideolojinin sadece
insanlar bunlara bilinçsizce inandıkları için değil, ama inanıyorlarmış
gibi yaptıkları için işlerlik kazandığını söylüyor”.
O
halde yönelimlerini stra-taktik uygulama yoluyla ortaya koyan faillikler,
niyetlerinden bağımsız olarak, sekülerliği toplumsal direnç odakları arasına
elleriyle taşımaktan, sekülarizmi yeniden üretmekten başka bir şey yapmış
olmayacaktır.
Büyülemenin
anlamlılığı, en temelde ‘sokağı büyülemek’ söyleminin tüm uzanımlarına ilişkin
farkındalıktır.
Burada ahlaki bir zemin ortaya çıkar, çünkü
duygu, bilgi, eylem ve duyarlılıkların bütünlüğü ya da parçalanması söz
konusudur.
Bu
açıdan Mestrovic’in duyguötecilik kavramı, failliğe ilişkin önemli ipuçları
taşımaktadır.
“Çağdaş Batı toplumları, sentetik
sanki-duyguların benlik, ötekileri ve bir bütün olarak kültür endüstrisi
tarafından geniş çapta manipülasyonunun temeli haline geldiği yeni bir gelişme
safhasına giriyor.
Çağdaş bireyin, atalarımızın bildiğinden
daha çok bildiği konusunda modernistlere katılıyorum, ama modernist teorisyenlere
karşı eylemin ortaya çıkması için bilginin yeterli olmadığını savunuyorum.
Eylem, duygular ve akıl arasında bir
bağlantı varsayar, işte bu duyguötesi toplumlarda bu bağlantı kopmuştur” .
Hodgson
ise Batı’nın geçirdiği dönüşümü, onun bütün farklı cephelerini kapsayacak bir
kavram aracılığıyla, teknikleşme ile okumaktadır.
Hatta
modern ile pre-moderni birbirinden ayıran temel hususiyetler olarak ‘rasyonel’
ile ‘geleneksel’ kavramlarının bile teknik anlamlar taşıdığını söylemektedir.
“Teknikleşme
gibi bir terim, herhangi bir cepheye üstünlük atfetmeksizin sürecin tüm
veçhelerini tarafsız biçimde kapsayacaktır”.
Bilgi
ile ideolojinin karıştığı bu süreçte, teknik bilgi değersel bilginin, teknik
uygulama ve onun çıktıları da düşünsel zeminin yerini almıştır.
Bu yer değiştirmenin sonucunda, anlam
dünyaları yeniden kurgulanmıştır.
“Ahlakın anlam düzeyinde uğradığı mahiyete
ilişkin değişim, Müslümanların giderek tüketici kitle olmalarını da
kolaylaştırmaktadır.
İslam’ın israf olarak tanımladıklarından
birçoğunun bugün ihtiyaç olarak görülmesinin sebebi bu olmalıdır”.
Oysaki
farklı ideolojiler/inançlar arasında, kavramlar ontolojik bağlamından soyutlanarak
yer değiştiremez.
Özellikle
de bilginin (vahiy) bilfiil varlık/hayat (sünnet) olarak ortaya çıktığı
İslam’da, bu tamamen anlamsız bir yer değiştirme olur -ki aslında bu,
stra-taktik uygulamanın mahir olduğu bir iştir.
Sonuç
olarak sokağı büyülemek, faillik ve niyet açısından tüm değişkenlerin birlikte
işletildiği bir uygulamayı gerektirir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder