4 Aralık 2022 Pazar

SOKAĞI BÜYÜLEMEK - 8

 

Sonuç: Sokağı Büyülemek

Sokağı büyülemek, bir dizi soruyu beraberinde getirir.

Makalede büyüleme ediminin anlamı, tarzı, anlamlılığı ve imkânı gibi sorulara verilebilecek olası yanıtların zeminini inşa etmeye çalıştık.

 ‘Sokak’ ve ‘büyü’ arasında kurduğumuz bağıntıya, birinci bölüm­de kavramlar, ikinci bölümde gerçeklik üçüncü bölümde ise faillik ve niyet açısından yaklaşımlar getirdik.

Buna göre, gündelik hayat icat edilmiş bir geçekliktir.

 İnsanlık tarihinde ‘doğal’ bir devinim olarak seyreden seküler ve dinsel gerilimi, modernliğin başlarında, sekülarizmin bir ideoloji olarak ortaya çıkmasıyla sonuçlanacak olan eşik­leri bir bir aşmıştır.

 Gündelik hayatta, kültür formunda karşımıza çıkan ve toplumsal tahayyüller şeklinde iş gören sekülarizm, seküler ve dinsel olanı yeniden tanımlamış, moderniteyi günlük hayattan gündelik hayat devşirecek bir proje olarak hayata geçir­miştir.

Gündelik hayat bir çalışma alanı olarak keşfedilene kadar, bu projeye sadık bir ‘ürün olarak sosyal bilimler’, seküler ve dinsel konusunda da bir dizi teori ortaya koy­muştur.

Gelinen noktada, bu teorileri örtük bir şekilde kabul ettiği için, teorilerin esas çöküş gerekçesi olan seküler ve dinsel gerilimini de ‘dine dönüş’ şeklinde yanlış kod­layan eleştirilerle karşı karşıya bulunuyoruz.

Makalede bu kavramsal sorunları aşmak üzere görece farklı bir kavramsal şema kurgulamaya çalıştık.

 Sekülerleşme teorisini ve aynı zamanda eleştirilerini haksız bulan bu kurguda, makalenin temel kavramları da düzeltildi.

Sonuçta, büyünün bozulması, dinin toplumsal gerçeklikten çekip gitmesiyle değil, seküler ve dinselin aşınan sınırlarıyla ilgili bir kavrama, büyüleme ise gündelik hayatın seküler temellerinin altüst edilmesine dönüştü.

Ancak altüst etme kendiliğin­den ortaya çıkacak bir fiil değildir: Faillik, niyet ve bunların yedeğindeki başka değiş­kenleri gerektirir.

Bu nedenle, faillik (bilinç: büyülemenin anlamlılık ve imkânı) ve niyet (bütünlük: büyülemenin anlam ve tarzı) açısından denkleme giren değişkenlere ilişkin bir değerlendirme ile makaleyi sonlandıracağız.

Büyüleme, sıradan bir dönüşümü veya yöntemsel farklılaşmayı değil, paradigmal bir kopuşu anlatır.

Bu yüzyılın büyük savaşlarında ve Aydınlanma sonrası toplumsal devrimlerde bile bu mahiyette bir örnek ortaya çıkmamıştır.

Bunu, savaşın ve devrim­lerin olanca şiddetine ve ağır bilançosuna rağmen değişmeyen, yorum farklılıklarıyla kendisini yeniden üreten seküler paradigmaya ve onun ürünü olan gündelik hayatın yapısına bakarak anlamak mümkündür.

“Üretim ve tüketim arasında, yapılar ve üst yapılar arasında, bilgi ve ideoloji ara­sında belirlenen üretim ilişkileri (kapitalist üretim ilişkileri) içinde bir geri besle­me (anlık, geçici denge) vardır…

Gündelik hayat, geri beslemenin toplumsal yeri olarak tanımlanır…

Bir denge yeridir; aynı zamanda tehdit edici dengesizliklerin ortaya çıktığı bir yerdir.

 Böyle bir toplumda devrim, insanlar gündelik hayatlarını sürdüremez hale geldiklerinde başlar.

 İnsanlar gündelik hayatlarını yaşayabildik­leri sürece, eski ilişkiler yeniden oluşur” .

Makalede söz konusu toplumsal hareketlerin failliklerinin nerede durduğunu, stra-taktik kavramıyla okumaya çalıştık: Erk sahiplerinin strateji uygulamaları, kurumsal roller dolayımıyla gerçekleşir, ezilenlerin bunlar karşısındaki taktik uygulamaları da bireyin savunma mekanizmalarına gönderme yapar.

Bu ikisi arasında bir ara kategori olarak konumlandırdığımız stra-taktik uygulama ise bireysel kaçış taktiklerinin işleme­diği iktisat, siyaset ve hukuk alanlarında gerçekleşen kolektif eylemlerdir.

 Stra-taktik uygulamanın repertuarı, taktikler kadar zengin değildir –farklı zeminlere sahip olan toplumsal hareketlerin ve ‘muhalif’ ideolojilerin benzer yöntem ve araçlar kullanma­sı da bundandır.

Ancak stra-taktiğin yaygın iki davranış tipolojisini tespit edebiliriz.

Birincisi, -self oryantalizme benzer şekilde- savunma amacıyla hâkim paradigma üzerin­den kendisini yeniden tanımlamak, ikincisi ise –mış gibi tabi olmaktır.

Her iki tipolojide de ‘kabul görme’, ‘savunma’ benzeri niyetlerin en temelinde aslında ‘zaman bağımlılığı aşma’ güdüsünün yattığını görebiliriz.

Ancak her ikisi de egemenliğin pekişmesinden başka bir seçenekle sonuçlanmaz.

Diken , Freud’un anti-Semitizm’e cevaben Monoteizm ve Tektanrılı Dinler adlı eserinde, Musa Peygamber’in Mısır kökenli oldu­ğunu savunurken aslında “Yahudi yoktur” yargısına varan bir argüman ürettiğini söy­lüyor.

Benzer şekilde “Pascal’dan yola çıkarak Žižek, birçok ideolojinin sadece insanlar bunlara bilinçsizce inandıkları için değil, ama inanıyorlarmış gibi yaptıkları için işlerlik kazandığını söylüyor”.

O halde yönelimlerini stra-taktik uygulama yoluyla ortaya koyan faillikler, niyetlerinden bağımsız olarak, sekülerliği toplumsal direnç odakları arasına elleriyle taşımaktan, sekülarizmi yeniden üretmekten başka bir şey yapmış olmayacaktır.

Büyülemenin anlamlılığı, en temelde ‘sokağı büyülemek’ söyleminin tüm uzanımlarına ilişkin farkındalıktır.

 Burada ahlaki bir zemin ortaya çıkar, çünkü duygu, bilgi, eylem ve duyarlılıkların bütünlüğü ya da parçalanması söz konusudur.

Bu açıdan Mestrovic’in duyguötecilik kavramı, failliğe ilişkin önemli ipuçları taşımaktadır.

“Çağdaş Batı toplumları, sentetik sanki-duyguların benlik, ötekileri ve bir bütün olarak kültür endüstrisi tarafından geniş çapta manipülasyonunun temeli haline geldiği yeni bir gelişme safhasına giriyor.

Çağdaş bireyin, atalarımızın bildiğin­den daha çok bildiği konusunda modernistlere katılıyorum, ama modernist teo­risyenlere karşı eylemin ortaya çıkması için bilginin yeterli olmadığını savunuyo­rum.

Eylem, duygular ve akıl arasında bir bağlantı varsayar, işte bu duyguötesi toplumlarda bu bağlantı kopmuştur” .

Hodgson ise Batı’nın geçirdiği dönüşümü, onun bütün farklı cephelerini kap­sayacak bir kavram aracılığıyla, teknikleşme ile okumaktadır.

Hatta modern ile pre-moderni birbirinden ayıran temel hususiyetler olarak ‘rasyonel’ ile ‘geleneksel’ kav­ramlarının bile teknik anlamlar taşıdığını söylemektedir.

“Teknikleşme gibi bir terim, herhangi bir cepheye üstünlük atfetmeksizin sürecin tüm veçhelerini tarafsız biçimde kapsayacaktır”.

Bilgi ile ideolojinin karıştığı bu süreçte, teknik bilgi değersel bilginin, teknik uygulama ve onun çıktıları da düşünsel zeminin yerini almıştır.

 Bu yer değiştirmenin sonucunda, anlam dünyaları yeniden kurgulanmıştır.

“Ahlakın anlam düzeyinde uğradığı mahiyete ilişkin değişim, Müslümanların giderek tüketici kitle olmalarını da kolaylaştırmaktadır.

 İslam’ın israf olarak tanımladıklarından birçoğunun bugün ihtiyaç olarak görülmesinin sebebi bu olmalıdır”.

Oysaki farklı ideolojiler/inançlar arasında, kavramlar ontolojik bağlamından soyutla­narak yer değiştiremez.

Özellikle de bilginin (vahiy) bilfiil varlık/hayat (sünnet) olarak ortaya çıktığı İslam’da, bu tamamen anlamsız bir yer değiştirme olur -ki aslında bu, stra-taktik uygulamanın mahir olduğu bir iştir.

Sonuç olarak sokağı büyülemek, faillik ve niyet açısından tüm değişkenlerin birlikte işletildiği bir uygulamayı gerektirir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KRİZİ ‘ÇOKLUK’ KAVRAMIYLA ANLAMAK: BİYOPOLİTİKA, GÜÇ VE İÇKİNLİK   Başlangıç olarak , sözlükteki karşılıklarına bakılırsa,  halk ’ın söz...