4 Aralık 2022 Pazar

 SOKAĞI BÜYÜLEMEK - 7

 

İslamcılık ve Gündelik Hayat

Gündelik hayatın seküler temelleri, seküler/gündelik ile dini/uhrevi arasındaki gerilim­de kendisini gösterir.

“Gündelik ve uhrevi olan arasında hüküm süren bu mücadele alanı ve yeniden tanımlayarak dönüştürme operasyonu yalnızca İslamcı ideolojiyi değil, büyük ideoloji ve anlatıların hüküm sürdüğü her sosyal bağlamı kapsamaktadır.

 Sekülerleşme ve ona dair ritüeller de bu gerilimin su yüzüne çıktığı önemli alan­lar olarak kavranabilir”..

Bu gerilimin sonuçları arasında, gündelik hayatın siyasal niteliğinin artması, ideolojile­rin seküler ve dini olanın aşınan sınırları arasında kavramsal bir zeminden yoksun kal­ması, gerilimin doğal sonucu olarak seküler ile dinsel olanın söylem ve tarz düzeyinde birbirine eklemlenmesi sayılabilir.

Bu durum, mesela İslamcılık ile sekülarizm gerilimin­de şartların eşitlendiği anlamına gelir mi?

Sekülerleşme tezinin yanlışlanması (çöküşü değil daha baştan yanlış kurgulanmış olması) ve seküler ve dinselin soy kütüğüne ilişkin çalışmalar olmasaydı bu durum eşitlikten öte İslamcılığın kazanımı olarak bile nitelendirilebilirdi.

 Fakat sekülarizm için bu gerilimde sonuçlar (kayıp ya da kazanç) yalnızca nicelikle ifade edilirken, İslamcılık açısından sonuç tamamen öze ilişkindir.

İslamcılığın sekülerliği, varlığının temel koşullarını seküler politik ilkelerin zemin teşkil ettiği bir süreçte ortaya çıkan yeni siyaset, iktisat ve hukuk yapma –bunları ahlaktan ayrışmış olarak yapma- tarzlarına bağlaması anlamına gelmektedir.

Sorunu karmaşık hale getiren şey ise sekülarizmin kavramsal çerçevesine gösterilen sadakatle, İslamcı tutumların kendisini her düzeyde Batı’ya özgü olanın karşıt ucunda konumlandırması arasındaki çelişkidir.

Göle’ye göre, Müslüman olmanın aksine İslamcı olmak, düşünümsel bir performans gerektirir, farklılığı işaret etmek üzere simgesel malzeme­lerin kullanımını beraberinde getirir.

“İslamcıların Meclis, üniversitedeki derslikler, tele­vizyon programları, plajlar, opera salonları ve kafeler gibi aynı modernlik mekânlarını paylaşmaya başlaması, ama karşıt bir İslamcı benlik oluşturmaları bakımından bir tanıma sorunu ortaya çıkmaktadır” .

Söz konusu gerilimin seküler ve dinî kategorileri bağlamında farklı parametreler açısından inanç, ibadet, ekonomi, siyaset gibi alanların yalnızca İslamcılık bazında değil bireysel düzeyde de ampirik olarak değerlendirmesi önemli ve güncel veriler sağlayacaktır.

İnanç ve ibadet konusundaki ampirik verilerin değerlendirildiği iki pasajı örnekle­yelim: “Gündelik yaşamda kendisini ‘inançlı’ olarak tanımlayan pek çok bireyin, gündelik hayatın akı­şı ve temposu içinde dinî vecibelerini yerine getirememesi bir gerginlik nedenidir” .

 “Her ne kadar bazı kişiler bu ayrıştırmanın (seküler/dünyevi ve kutsal/dini) doktriner düzlemde yapılamayacağını söylese de günlük hayat pratikte bu ayrışmayı dikte etmektedir” .

Bu sorun, kamusal mekânın kurgulanışı ile ilgilidir.

 Taylor’a göre kamusal alan, kapitalizm ve demokrasinin yanında, Batılı toplumsal tahayyülün temel bileşenle­rinden biri olarak modernliğin de merkezinde bulunan sekülarizm tarafından biçim­lendirilmiştir.

 Toplumsal tahayyül olarak işleyen sekülarizm, ideolojik çıplaklığıyla değil, kültürel olarak görünürlük kazanır.

 Bu durumda sekülarizmin farklı yorumları aracılığıyla tesis edilen bir kamusallık söz konusu olduğunda bile, farklı bir ideolojinin simgeler dolayımıyla görünürlük kazanma çabası, ilgili yorumun tahammül eşiğine bağlı olarak, bir noktadan sonra tehdit olarak algılanacaktır.

 Çünkü kamusal alanda hegemonik seçilim söz konusudur ve kelimenin ilk anlamıyla sekülarizmin onayından geçmiş her temsil, seçkinlik olarak algılanacaktır.

Sonuçta İslamcılık, Göle’nin ifade ettiği tanıma sorununu, –iktisadi, siyasi ve hukuki süreçlere kurumsal müdahaleler yoluyla- stra-taktik uygulama biçiminde çözmek zorunda kalmaktadır.

 Çünkü “seçkin sınıfın bir üyesi olmak, niyetlerinden bağımsız olarak, giderek iki alanın (kutsal ve din dışı) ayrışmasına neden olan bir laikleşme sürecini harekete geçirir”.

Tartışmanın diğer boyutu ise kamusal alanda simgesel temsil çabasının meşruiyetinin sorgulanmasıdır.

Gerçekte gündelik hayatın seküler temellerini altüst edecek failliğin, prematüre nüveleri bile seküler olanın ayrıştırılma­sına katkı sağlayacak bir eğilimi temsil etme niyeti taşır, en azından taşımalıdır.

Oysa İslamcılık, -kamusal alanda simgesel temsil de dâhil olmak üzere- söylem ve projelerini modernitenin temel varsayımları üzerine inşa ettiğinden, böyle bir imkândan yoksun görünmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KRİZİ ‘ÇOKLUK’ KAVRAMIYLA ANLAMAK: BİYOPOLİTİKA, GÜÇ VE İÇKİNLİK   Başlangıç olarak , sözlükteki karşılıklarına bakılırsa,  halk ’ın söz...