4 Aralık 2022 Pazar

 SOKAĞI BÜYÜLEMEK - 5

 

De Certeau: Stratejik ve Taktik Uygulama

De Certeau’nun gündelik hayat analizlerini, Lefebvre ile birlikte okumak ilgi çekici açılımlar sağlamaktadır.

Analizlerini en kaba haliyle iki sınıf üzerinden -erk sahipleri ve ezilenler- formüle eden De Certeau için gündelik hayatın bireyi iki boyutlu (zaman ve mekân) algılaması karşısında yapılabilecek şey çok sınırlıdır -hayatın strateji veya taktikler üzerinden kurulması.

Bu açıdan erk sahipleriyle ezilenler aynı sekülarist etki­ye mahkûm gözükmektedir.

Ancak zamana karşı göreli bir direnç kazanmış olan erk sahipleri stratejik uygulamalar ortaya koyar.

Bu uygulamalar karşısında ezilenler (tek tek bireyler) ise Lefebvre’in tabiriyle taklitçi, sefil, kıskanç ve düzenbaz taktiklere baş­vuracaktır.

 Lefebvre, gündelik hayatın birbirine önemli ölçüde karşıt iki kanadı olarak sefalet ve büyüklükten söz ediyor.

Sefalet, yoksunluk, usanç verici görevler, aşağılanma­lar (sınıflı toplum karakteri ve iş bölümü nedeniyle herkes bir diğeri tarafından aşağılan­ma riski ile karşı karşıyadır), değersizleşen yaşam ve ritüeller olarak algılanıyor.

Büyüklük ya da süreklilik ise bedenin, mekânın ve zamanın sürekli uyarlanmasını ifade ediyor.

Strateji ve taktiklerin tanımı için doğrudan De Certeau’ya başvurmak yerinde olur.

“Strateji uygulaması, her şeyden önce belirli bir aidiyet olarak çerçevesi çizilen bir alanın varlığını (mekân üzerinden belirlenmiş organik bir bağı) gerektirir.

Bu alan, ilişkilere, belirgin bir biçimde dıştan bakabilecek bir idareyi mümkün kılan, bu idarenin zeminini oluşturan alandır.

Politik, ekonomik ya da bilimsel akılcılık (rasyonalizm) işte bu stratejik model üzerine kurulur…

Taktik, uygulama alanı olarak ötekinin alanına sahiptir.

Taktikler, ötekinin alanına, bu alanı bütünüyle kapsamadan, bu alana belirli bir mesafede kalmayı da başaramadan yavaş yavaş, parça parça sızar…

Aidiyet, mekânın zamana karşı zaferidir.

 Aksine, tak­tik, mekânsız olduğu için, zamana bağımlıdır ve kendi çıkarına kullanabileceği olasılıkları yakalamak için sürekli tetiktedir…

Günlük yaşamımızdaki pek çok alış­kanlık, tutum ve uygulama (okumak, konuşmak, dolaşmak, pazara gitmek ya da yemek yapmak) taktik türündendir…

Oysa stratejiler, ait olunan bir mekân ya da bir kurum aracılığıyla korunan ve onları bu biçimde destekleyen erkle ilişkilerini, nesnel hesaplamalar ardına saklar” .

Günlük hayatın sıradan bir uygulamasını örnek verelim: okuma, çoğu zaman otorite tarafından üretilen veya otoritenin onayladığı metni gerektiren bir etkinlik olmuştur.

Hatta okuma etkinliğinde bireye –en azından ‘okuma’yı öğrenene kadar- rehberlik edecek bir de öğretmen memur kılınır.

Daha da ileri giderek bireyin doğru okuyup okumadığını anlamak için sınav benzeri araçlar ihdas edildiğini de ekleyebiliriz.

Ancak tüm ‘yazma stratejilerine’ rağmen ezilenler, metnin alternatif okumaları için öğretme­nin gözünden kaçmak, kopya çekmek, hızlı okuma teknikleri kullanmak gibi basit veya metnin yeniden inşası gibi karmaşık bir dizi taktik geliştirir –ileride bu ikisini ayıracağız.

Günümüzde doğrudan bu taktiklerin dayandığı imgelem denetim altına alınarak, özerk okuyuşların önü kapatılmaya çalışılmaktadır.

 

Stra-taktik Uygulama

Dikkatli bir inceleme, gündelik hayat teorisyenlerine atfen yaptığımız gündelik hayat betimlemesinde bu makalenin de ana odağını teşkil eden bir eksiklik olduğunu fark edecektir.

Buraya kadar, erk sahibi ve ezilen sınıf ile sırasıyla bunlara ait –belki de bun­ları var kılan- stratejik ve taktik uygulamadan söz ettik.

 Ancak De Certeau’nun analizle­rinde, erk sahipleri ve ezilenler arasında, Lefebvre’in ısrarla vurguladığı devrimci eylem ve faili belirgin değildir.

Cantek’in aktardığı bir başka gündelik hayat teorisyeni Agnes Heller için bu faile ihtiyaç yoktur, toplumun dönüştürülmesi için Marx’ın kullan­dığı bağlamda yabancılaşmayı aşarak kendisini dönüştürecek olan birey, denklemin çözülmesi için yeterlidir.

 Lefebvre ve De Certeau’nun analizlerine kıyasla fazla iyimser hatta liberal duran bu yorum, sorunu aşamamaktadır.

Bu da büyüleme edimi açısından stratejik ve taktik uygulamaya ilişkin okumanın başlangıcı olan fakat sonu olmayan umutsuz bir tablo çizdiği anlamına gelmektedir.

Bu gerekçelerle, sokağın büyücüsüne atfedebileceğimiz uygulama tipini tespit etmek üzere, taktik uygulamayı alt birimlerine ayırmayı deneyeceğiz.

De Certeau’nun strateji ve taktik kavramına ilişkin açıklama­ları üzerine yapılacak bir yorum, strateji ve taktiğin alt birimlerine erişme imkânı tanır.

Stratejinin kendi içinde farklı tarzda kullanımlarını görmek için erkin kapsamına ve bu kapsamlardaki dağılım şekline bakmak gerekecektir.

Asıl konumuz olan taktikleri ise iki alt birim şeklinde okuyacağız.

Lefebvre ve De Certeau’nun çalışmalarının birleştiği yer de tam burasıdır.

İktidardan gelen caydırma, şartlandırma ve ödüllendirme stratejileri karşısında basit ve savunmacı bireysel eylemi salt-taktik; zaman bağımlı konumunu mekânsal aidiyet düzeyine taşımaya çalışan kolektif eylemi ise stra-taktik olarak tanım­layacağız.

Basit ve karmaşık ‘okuma’ eylemini ayıracağımızı belirtmiştik.

Stra-taktik, kolektif bir yapı olan düşünce okulu ya da akımlarının metni yeniden inşa girişimdir.

Stra-taktik uygulamada, taktik kodlar büyük ölçüde aynı kalırken uygulamanın tarzı ve salt-taktik uygulamaya oranla daha uzun vadeli getirileri olması nedeniyle strate­jik uygulamayı andırır, ancak değildir.

Bu tip uygulamanın varlık koşulları, doğrudan sekülarizmin işaret ettiği değerler ve egemenlik alanından doğar.

Normal şartlar altında bireyler, Lefebvre’in kapalı devre sistemi ve De Certeau’nun taktik uygulama kavramsallaştırmasının anlattığı şekilde davranacaktır.

Ancak stra-taktik, ezilenlerden belirli bir sınıfın temsilcisi/hâmisi rolüyle ve genellikle organize bir şekilde, erk sahiple­riyle farklı biçimlerde mücadeleye girişen kolektif bir yapıya gönderme yapar.

O halde stra-taktik uygulama ve faili, sınıfsal ilişkilere tâbidir.

Stra-taktik uygulama, stratejik yönelimi nedeniyle ideoloji ve iktidarla doğrudan temas kurar, onu kültür olarak algı­lamanın üstünde bir düzeydir bu.

Ancak bu tanışıklığın sonuçları, bir noktadan sonra faili ve temsilcisi olduğu sınıfı aşan sonuçlar üretir.

Bu sonuçlar, ezilenleri sekülarizmin belirlediği yeni şartlara bağımlı kılar.

 Böylece stra-taktik, bir yandan ezilenlerin taktik repertuarını zayıflatırken, öte yandan onları sekülarizmin ürettiği yeni tanımlar daire­sine taşımaktadır.

Bu durum, en iyi ihtimalle ezilenlerin bir biçimde stratejiye atfedile­bilecek her türlü uygulamaya ait umutlarının tükenmesiyle, daha kötüsü ise stratejik taleplerin yerini memnuniyete bırakmasıyla sonuçlanacaktır –stratejik taleplerin meş­ruiyeti ise ayrı bir sorundur.

 

Sokağın Bekçisi: Stra-taktik Uygulama Alanları

Lefebvre, haklı olarak üslup zamanlarından kopmuş modern toplumu ‘bürok­ratik yönlendirilmiş tüketim toplumu’ olarak tanımlamaktadır.

Bu isimlendirme ikti­sat, siyaset ve hukuk alanlarını taramaktadır.

Bunlar, stratejik hamlelerden kaçış için bireysel enstrümanların yetersiz kaldığı güdümlü alanlar olarak, üç boyutlu koordinat düzlemine benzemekte ve bireye, gözetim ve denetimin ıskalamayacağı şekilde kur­gulanmış belirli bir konum tayin etmektedir.

“Rasyonalist zihniyetin herhangi bir ahlak yahut riyaset nizamı düşünemeyişi… çağdaş negatif hürriyetçiliğin ve hür iktisadi faaliyet ile hukuk önünde eşitliğin kaynağı olan aynı yüzyıllar süren sürecin bir cephesi, bir veçhesidir.

Aynı evrimin bağlantılı süreçleri olarak, pazar ekonomisi, akılcılık okulu, liberal siyaset doktrini ve kurumlar ile çağdaş bilim ortaya çıktı; bunların kendilerini ayrı ayrı kabul ettirebilecekleri ise düşünülemez”.

Üç alan içinde en kaçınılmaz olanın hukuk olduğunu belirtmekle birlikte hukukun modern öncesi toplumlarda sahip olduğu kurucu işlevini yitirmiş olduğunu ve görevi iktisada devrettiğini belirtmek gerekecektir.

“İktisadi hayatın temel düzenleyici ilke olduğu kabul edilen günümüz modern toplumunda kapitalizmin temel kuralları değiş­meden kalırken; üretim, fordist üretimden esnek üretim tarzına evriliyor”.

Fakat iktisat, siyaset ve hukukun aynı düzlemin farklı boyutları olarak belirlenmesi aralarındaki bağın yok sayılmasını gerektirmez, tersine işlevleri arasında zorunlu bir bağıntı bulunur.

 

Siyaset

Rasyonalite, geçmiş tüm toplumlarda şu veya bu biçimde var olmuş olabilir, ancak “biçimsel akılcılık, insanların belirli bir amaç için optimum araç arayışının kurallar, yönetmelikler ve daha büyük toplumsal yapılar tarafından biçimlenmesidir”.

Ancak bu süreç, bir cümlede ifade edildiği kadar pürüzsüz gerçekleşmez.

 Mesela optimum araç, bireylerin keşfettiği değil, öğrendiği araçlardır.

Bu öğrenme-bağımlı pozisyon, gündelik hayatın egemenliğini her an pekiştirmesi olarak sonuçlanır.

Bu süreçte bağımlılık, bürokraside, bilim ve teknolojiye bağlı iktisadi ilişkilerde ve son olarak da bireyin bir çeşit organik bağ geliştirdiği bir diğer bireyde tezahür etmektedir.

Ritzer’e göre bürokrasi, biçimsel akılcılığın bir sonucudur ve özetle, erkin bir tür dağılımını anlatır.

Bu dağılımın ihdas ettiği kurumsal roller dolayımıyla bürokra­si, bürokratlar, profesyonel elitler ve yurttaşlar açısından bir demir kafese dönüşür.

Seküler (ulus) devlet, bürokratik bir örgütlenme modeline sahiptir.

Bu modelin temel “Bürokrasi büyük oranda modern batı toplumunun yarattığı bir kurumdur.

Daha önceki toplumların da örgütsel yapıları olmasına karşın… geleneksel toplumlarda görevliler işlerini liderlerine kişisel bağ­lılık temelinde yerine getirirlerdi.

Bu görevliler şahsi olmayan kurallardan çok kişisel kaprislere tabiydi.

İşgal ettikleri makamlarda kesin tanımlı yeterlilik alanları yoktu, kesin bir konum hiyerarşisi yoktu ve görevliler bir konuma gelmek için teknik eğitim almak zorunda değillerdi”.

Özellikleri, merkezi ve kalıcı bir vergi sistemine sahip olması, düzenli bir askeri güce dayanması, yasa koyma ve meşru şiddet uygulama tekelini elinde tutması ve profesyo­nel bir elitin iktidarı biçiminde örgütlenmesidir.

Bürokrasinin demir kafesi, seküler devletin iktidarını kırsal kesimlerinde bile bir dizi kurum aracılığıyla temsil etmektedir.

Açıktır ki, De Certeau’nun taktikleri, siyasal alanın bekçiliğini aşama­yacaktır.

 Şu halde siyasal alan stra-taktiğin ilk uğrağıdır.

 

Hukuk

Sekülaristlerin yaslandığı ön kabul ve tipik dikotomiler hukuk ile ilgili çözümlemelerde de kendisini hissettirmektedir.

Schmitt , modern devlet kuramının bütün önemli kavramlarını ilahiyat kavramlarına dayandırmakta, ancak sekülerleştiğini belirtmek­tedir: “olağanüstü halin hukuk için taşıdığı anlam, mucizenin ilahiyat için taşıdığı anlama benzer”.

 Schmitt’in egemenlik ile ilgili genel görüşleri –konumuz açısından- temelde iki şeyi işaret eder: birincisi sekülerin kendisini dini bir formda yeniden ürettiği, ikincisi ise seküler ve dini olanın aynı şişedeki hava ile su gibi sürekli ayrık duracağıdır.

 Buradan Schmitt’in söylemek istediğinden daha önemli bir şey çıkarabiliriz: sekülarizmin egemenliğinde hukuk ile ahlak ayrışmıştır.

Dolayısıyla hukuk, modern öncesi toplumlarda ilahiyatın işlevini yerine getirmekte, bireyin tüm eylemlerini kuşatmaktadır.

“Modern hukuk düzenleri esasen öznel haklarda temellenir.

Bu haklar bir gerçek kişiye, kendine ait imtiyazlarıyla tanzim ettiği için yasal bir hareket sahası açarlar.

Böylelikle hak sahibi kişiyi ahlaki emirlerden veya başka türden talimatlardan azade kılar…

Öznel hakları devreye sokmakla modern hukuk geleneksel hukuk düzenlerinden farklı olarak belirtik biçimde yasaklanmış olmayan her şeye izin olduğu doğrultusundaki Hobbescu ilkeyi geçerli kılar.

Böylece hukuk ile ahlak ayrışırlar”.

Hukuk kurallarının düzenlenmesi ve uygulanmasında, tarih boyunca iki temel eğilim tespit edilebilir.

 Aralarındaki fark hukukun tanzim ve uygulamasının, anayasa niteli­ğindeki ilkelere dayanıp dayanmamasında ortaya çıkar.

Weber’in, anlama ve açıklama kavramlarını işlevsiz kılan araçlara ya da dini kanaatlere dayanan hukuk sistemlerini, biçimsel akılcılık açısından irrasyonel bulacağını tahmin etmek zor değil.

 Anayasal niteli­ğe sahip, biçimsel akılcılığın temel parametreleri açısından anlamlı araçlara ya da yasaya dayanan hukuk sistemleri ise rasyoneldir.

Bu kompozisyonun ilerleme gibi bir dizi sekü­ler varsayıma eklemlenmiş olduğu dikkatlerden kaçmayacaktır.

Manzur’a göre, seküler hukukun temelindeki insan ve haklar gibi en temel kavramlar bile sekülerdir.

“Laik hareket, din ilkesini devlet olmanın Avrupa tarihindeki ilkesi olmaktan çıkarmayı başardıktan sonra, ilk olarak seküler ulus-devletin temellerini atmış­tır.

Dünyanın sekülerleştirilmesi şeklindeki aynı sürecin bir sonraki aşaması da seküler devlete bağımsız bir ahlaki sistem sağlamaktı.

Nitekim insan hakları konusunun ortaya atılmasıyla seküler düşünce kendi siyasi ahlak anlayışını keş­fediyordu”.

Bu sistem içinde bireyin taktikler aracılığıyla bir kaçış alanı açması imkânsız görünüyor.

Ancak stra-taktik için de iç açıcı şeyler söylemek zor.

Uygulamaların pratikte gideceği en ileri aşama, seküler tanımların üzerine yeni bir kurgu yapmak olacaktır.

Bu da hem stra-taktiğin failini hem de temsil ettiği kitleyi bu tanımlar eliyle gelen anlam şemasına taşır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KRİZİ ‘ÇOKLUK’ KAVRAMIYLA ANLAMAK: BİYOPOLİTİKA, GÜÇ VE İÇKİNLİK   Başlangıç olarak , sözlükteki karşılıklarına bakılırsa,  halk ’ın söz...