SOKAĞI BÜYÜLEMEK - 5
De
Certeau: Stratejik ve Taktik Uygulama
De
Certeau’nun gündelik hayat analizlerini, Lefebvre ile birlikte okumak ilgi
çekici açılımlar sağlamaktadır.
Analizlerini
en kaba haliyle iki sınıf üzerinden -erk sahipleri ve ezilenler- formüle eden
De Certeau için gündelik hayatın bireyi iki boyutlu (zaman ve mekân) algılaması
karşısında yapılabilecek şey çok sınırlıdır -hayatın strateji veya taktikler
üzerinden kurulması.
Bu
açıdan erk sahipleriyle ezilenler aynı sekülarist etkiye mahkûm gözükmektedir.
Ancak
zamana karşı göreli bir direnç kazanmış olan erk sahipleri stratejik
uygulamalar ortaya koyar.
Bu
uygulamalar karşısında ezilenler (tek tek bireyler) ise Lefebvre’in tabiriyle
taklitçi, sefil, kıskanç ve düzenbaz taktiklere başvuracaktır.
Lefebvre, gündelik hayatın birbirine önemli
ölçüde karşıt iki kanadı olarak sefalet ve büyüklükten söz ediyor.
Sefalet,
yoksunluk, usanç verici görevler, aşağılanmalar (sınıflı toplum karakteri ve
iş bölümü nedeniyle herkes bir diğeri tarafından aşağılanma riski ile karşı
karşıyadır), değersizleşen yaşam ve ritüeller olarak algılanıyor.
Büyüklük
ya da süreklilik ise bedenin, mekânın ve zamanın sürekli uyarlanmasını ifade
ediyor.
Strateji
ve taktiklerin tanımı için doğrudan De Certeau’ya başvurmak yerinde olur.
“Strateji uygulaması, her şeyden önce
belirli bir aidiyet olarak çerçevesi çizilen bir alanın varlığını (mekân
üzerinden belirlenmiş organik bir bağı) gerektirir.
Bu alan, ilişkilere, belirgin bir biçimde
dıştan bakabilecek bir idareyi mümkün kılan, bu idarenin zeminini oluşturan
alandır.
Politik, ekonomik ya da bilimsel akılcılık
(rasyonalizm) işte bu stratejik model üzerine kurulur…
Taktik, uygulama alanı olarak ötekinin
alanına sahiptir.
Taktikler, ötekinin alanına, bu alanı
bütünüyle kapsamadan, bu alana belirli bir mesafede kalmayı da başaramadan
yavaş yavaş, parça parça sızar…
Aidiyet, mekânın zamana karşı zaferidir.
Aksine, taktik, mekânsız olduğu için, zamana
bağımlıdır ve kendi çıkarına kullanabileceği olasılıkları yakalamak için
sürekli tetiktedir…
Günlük yaşamımızdaki pek çok alışkanlık,
tutum ve uygulama (okumak, konuşmak, dolaşmak, pazara gitmek ya da yemek
yapmak) taktik türündendir…
Oysa stratejiler, ait olunan bir mekân ya
da bir kurum aracılığıyla korunan ve onları bu biçimde destekleyen erkle
ilişkilerini, nesnel hesaplamalar ardına saklar” .
Günlük
hayatın sıradan bir uygulamasını örnek verelim: okuma, çoğu zaman otorite
tarafından üretilen veya otoritenin onayladığı metni gerektiren bir etkinlik
olmuştur.
Hatta
okuma etkinliğinde bireye –en azından ‘okuma’yı öğrenene kadar- rehberlik
edecek bir de öğretmen memur kılınır.
Daha
da ileri giderek bireyin doğru okuyup okumadığını anlamak için sınav benzeri
araçlar ihdas edildiğini de ekleyebiliriz.
Ancak
tüm ‘yazma stratejilerine’ rağmen ezilenler, metnin alternatif okumaları için
öğretmenin gözünden kaçmak, kopya çekmek, hızlı okuma teknikleri kullanmak
gibi basit veya metnin yeniden inşası gibi karmaşık bir
dizi taktik geliştirir –ileride bu ikisini ayıracağız.
Günümüzde
doğrudan bu taktiklerin dayandığı imgelem denetim altına alınarak, özerk
okuyuşların önü kapatılmaya çalışılmaktadır.
Stra-taktik
Uygulama
Dikkatli
bir inceleme, gündelik hayat teorisyenlerine atfen yaptığımız gündelik hayat
betimlemesinde bu makalenin de ana odağını teşkil eden bir eksiklik olduğunu
fark edecektir.
Buraya
kadar, erk sahibi ve ezilen sınıf ile sırasıyla bunlara ait –belki de bunları
var kılan- stratejik ve taktik uygulamadan söz ettik.
Ancak De Certeau’nun analizlerinde, erk
sahipleri ve ezilenler arasında, Lefebvre’in ısrarla vurguladığı devrimci eylem
ve faili belirgin değildir.
Cantek’in
aktardığı bir başka gündelik hayat teorisyeni Agnes Heller için bu faile
ihtiyaç yoktur, toplumun dönüştürülmesi için Marx’ın kullandığı bağlamda
yabancılaşmayı aşarak kendisini dönüştürecek olan birey, denklemin çözülmesi
için yeterlidir.
Lefebvre ve De Certeau’nun analizlerine
kıyasla fazla iyimser hatta liberal duran bu yorum, sorunu aşamamaktadır.
Bu
da büyüleme edimi açısından stratejik ve taktik uygulamaya ilişkin okumanın
başlangıcı olan fakat sonu olmayan umutsuz bir tablo çizdiği anlamına
gelmektedir.
Bu
gerekçelerle, sokağın büyücüsüne atfedebileceğimiz uygulama tipini tespit etmek
üzere, taktik uygulamayı alt birimlerine ayırmayı deneyeceğiz.
De
Certeau’nun strateji ve taktik kavramına ilişkin açıklamaları üzerine
yapılacak bir yorum, strateji ve taktiğin alt birimlerine erişme imkânı tanır.
Stratejinin
kendi içinde farklı tarzda kullanımlarını görmek için erkin kapsamına ve bu
kapsamlardaki dağılım şekline bakmak gerekecektir.
Asıl
konumuz olan taktikleri ise iki alt birim şeklinde okuyacağız.
Lefebvre
ve De Certeau’nun çalışmalarının birleştiği yer de tam burasıdır.
İktidardan
gelen caydırma, şartlandırma ve ödüllendirme stratejileri karşısında basit ve
savunmacı bireysel eylemi salt-taktik; zaman bağımlı konumunu
mekânsal aidiyet düzeyine taşımaya çalışan kolektif eylemi ise
stra-taktik olarak tanımlayacağız.
Basit
ve karmaşık ‘okuma’ eylemini ayıracağımızı belirtmiştik.
Stra-taktik,
kolektif bir yapı olan düşünce okulu ya da akımlarının metni yeniden inşa
girişimdir.
Stra-taktik
uygulamada, taktik kodlar büyük ölçüde aynı kalırken uygulamanın tarzı ve
salt-taktik uygulamaya oranla daha uzun vadeli getirileri olması nedeniyle
stratejik uygulamayı andırır, ancak değildir.
Bu
tip uygulamanın varlık koşulları, doğrudan sekülarizmin işaret ettiği değerler
ve egemenlik alanından doğar.
Normal
şartlar altında bireyler, Lefebvre’in kapalı devre sistemi ve De Certeau’nun
taktik uygulama kavramsallaştırmasının anlattığı şekilde davranacaktır.
Ancak
stra-taktik, ezilenlerden belirli bir sınıfın temsilcisi/hâmisi rolüyle ve
genellikle organize bir şekilde, erk sahipleriyle farklı biçimlerde mücadeleye
girişen kolektif bir yapıya gönderme yapar.
O
halde stra-taktik uygulama ve faili, sınıfsal ilişkilere tâbidir.
Stra-taktik
uygulama, stratejik yönelimi nedeniyle ideoloji ve iktidarla doğrudan temas
kurar, onu kültür olarak algılamanın üstünde bir düzeydir bu.
Ancak
bu tanışıklığın sonuçları, bir noktadan sonra faili ve temsilcisi olduğu sınıfı
aşan sonuçlar üretir.
Bu
sonuçlar, ezilenleri sekülarizmin belirlediği yeni şartlara bağımlı kılar.
Böylece stra-taktik, bir yandan ezilenlerin
taktik repertuarını zayıflatırken, öte yandan onları sekülarizmin ürettiği yeni
tanımlar dairesine taşımaktadır.
Bu
durum, en iyi ihtimalle ezilenlerin bir biçimde stratejiye atfedilebilecek her
türlü uygulamaya ait umutlarının tükenmesiyle, daha kötüsü ise stratejik
taleplerin yerini memnuniyete bırakmasıyla sonuçlanacaktır –stratejik
taleplerin meşruiyeti ise ayrı bir sorundur.
Sokağın
Bekçisi: Stra-taktik Uygulama Alanları
Lefebvre,
haklı olarak üslup zamanlarından kopmuş modern toplumu ‘bürokratik
yönlendirilmiş tüketim toplumu’ olarak tanımlamaktadır.
Bu
isimlendirme iktisat, siyaset ve hukuk alanlarını taramaktadır.
Bunlar,
stratejik hamlelerden kaçış için bireysel enstrümanların yetersiz kaldığı
güdümlü alanlar olarak, üç boyutlu koordinat düzlemine benzemekte ve bireye,
gözetim ve denetimin ıskalamayacağı şekilde kurgulanmış belirli bir konum
tayin etmektedir.
“Rasyonalist zihniyetin herhangi bir ahlak
yahut riyaset nizamı düşünemeyişi… çağdaş negatif hürriyetçiliğin ve hür
iktisadi faaliyet ile hukuk önünde eşitliğin kaynağı olan aynı yüzyıllar süren
sürecin bir cephesi, bir veçhesidir.
Aynı evrimin bağlantılı süreçleri olarak,
pazar ekonomisi, akılcılık okulu, liberal siyaset doktrini ve kurumlar ile
çağdaş bilim ortaya çıktı; bunların kendilerini ayrı ayrı kabul ettirebilecekleri
ise düşünülemez”.
Üç
alan içinde en kaçınılmaz olanın hukuk olduğunu belirtmekle birlikte hukukun
modern öncesi toplumlarda sahip olduğu kurucu işlevini yitirmiş olduğunu ve
görevi iktisada devrettiğini belirtmek gerekecektir.
“İktisadi
hayatın temel düzenleyici ilke olduğu kabul edilen günümüz modern toplumunda
kapitalizmin temel kuralları değişmeden kalırken; üretim, fordist üretimden
esnek üretim tarzına evriliyor”.
Fakat
iktisat, siyaset ve hukukun aynı düzlemin farklı boyutları olarak belirlenmesi
aralarındaki bağın yok sayılmasını gerektirmez, tersine işlevleri arasında
zorunlu bir bağıntı bulunur.
Siyaset
Rasyonalite,
geçmiş tüm toplumlarda şu veya bu biçimde var olmuş olabilir, ancak “biçimsel
akılcılık, insanların belirli bir amaç için optimum araç arayışının kurallar,
yönetmelikler ve daha büyük toplumsal yapılar tarafından biçimlenmesidir”.
Ancak
bu süreç, bir cümlede ifade edildiği kadar pürüzsüz gerçekleşmez.
Mesela optimum araç, bireylerin keşfettiği
değil, öğrendiği araçlardır.
Bu
öğrenme-bağımlı pozisyon, gündelik hayatın egemenliğini her an pekiştirmesi
olarak sonuçlanır.
Bu
süreçte bağımlılık, bürokraside, bilim ve teknolojiye bağlı iktisadi
ilişkilerde ve son olarak da bireyin bir çeşit organik bağ geliştirdiği bir
diğer bireyde tezahür etmektedir.
Ritzer’e
göre bürokrasi, biçimsel akılcılığın bir sonucudur ve özetle, erkin bir tür
dağılımını anlatır.
Bu
dağılımın ihdas ettiği kurumsal roller dolayımıyla bürokrasi, bürokratlar,
profesyonel elitler ve yurttaşlar açısından bir demir kafese dönüşür.
Seküler
(ulus) devlet, bürokratik bir örgütlenme modeline sahiptir.
Bu
modelin temel “Bürokrasi büyük oranda modern batı toplumunun yarattığı bir
kurumdur.
Daha
önceki toplumların da örgütsel yapıları olmasına karşın… geleneksel toplumlarda
görevliler işlerini liderlerine kişisel bağlılık temelinde yerine
getirirlerdi.
Bu
görevliler şahsi olmayan kurallardan çok kişisel kaprislere tabiydi.
İşgal
ettikleri makamlarda kesin tanımlı yeterlilik alanları yoktu, kesin bir konum
hiyerarşisi yoktu ve görevliler bir konuma gelmek için teknik eğitim almak
zorunda değillerdi”.
Özellikleri,
merkezi ve kalıcı bir vergi sistemine sahip olması, düzenli bir askeri güce
dayanması, yasa koyma ve meşru şiddet uygulama tekelini elinde tutması ve
profesyonel bir elitin iktidarı biçiminde örgütlenmesidir.
Bürokrasinin
demir kafesi, seküler devletin iktidarını kırsal kesimlerinde bile bir dizi
kurum aracılığıyla temsil etmektedir.
Açıktır
ki, De Certeau’nun taktikleri, siyasal alanın bekçiliğini aşamayacaktır.
Şu halde siyasal alan stra-taktiğin ilk
uğrağıdır.
Hukuk
Sekülaristlerin
yaslandığı ön kabul ve tipik dikotomiler hukuk ile ilgili çözümlemelerde de
kendisini hissettirmektedir.
Schmitt
, modern devlet kuramının bütün önemli kavramlarını ilahiyat kavramlarına
dayandırmakta, ancak sekülerleştiğini belirtmektedir: “olağanüstü halin hukuk
için taşıdığı anlam, mucizenin ilahiyat için taşıdığı anlama benzer”.
Schmitt’in egemenlik ile ilgili genel
görüşleri –konumuz açısından- temelde iki şeyi işaret eder: birincisi sekülerin
kendisini dini bir formda yeniden ürettiği, ikincisi ise seküler ve dini olanın
aynı şişedeki hava ile su gibi sürekli ayrık duracağıdır.
Buradan Schmitt’in söylemek istediğinden daha
önemli bir şey çıkarabiliriz: sekülarizmin egemenliğinde hukuk ile ahlak ayrışmıştır.
Dolayısıyla
hukuk, modern öncesi toplumlarda ilahiyatın işlevini yerine getirmekte, bireyin
tüm eylemlerini kuşatmaktadır.
“Modern hukuk düzenleri esasen öznel
haklarda temellenir.
Bu haklar bir gerçek kişiye, kendine ait
imtiyazlarıyla tanzim ettiği için yasal bir hareket sahası açarlar.
Böylelikle hak sahibi kişiyi ahlaki
emirlerden veya başka türden talimatlardan azade kılar…
Öznel hakları devreye sokmakla modern
hukuk geleneksel hukuk düzenlerinden farklı olarak belirtik biçimde yasaklanmış
olmayan her şeye izin olduğu doğrultusundaki Hobbescu ilkeyi geçerli kılar.
Böylece hukuk ile ahlak ayrışırlar”.
Hukuk
kurallarının düzenlenmesi ve uygulanmasında, tarih boyunca iki temel eğilim
tespit edilebilir.
Aralarındaki fark hukukun tanzim ve uygulamasının,
anayasa niteliğindeki ilkelere dayanıp dayanmamasında ortaya çıkar.
Weber’in,
anlama ve açıklama kavramlarını işlevsiz kılan araçlara ya da dini kanaatlere
dayanan hukuk sistemlerini, biçimsel akılcılık açısından irrasyonel bulacağını
tahmin etmek zor değil.
Anayasal niteliğe sahip, biçimsel akılcılığın
temel parametreleri açısından anlamlı araçlara ya da yasaya dayanan hukuk
sistemleri ise rasyoneldir.
Bu
kompozisyonun ilerleme gibi bir dizi seküler varsayıma eklemlenmiş olduğu
dikkatlerden kaçmayacaktır.
Manzur’a
göre, seküler hukukun temelindeki insan ve haklar gibi en temel kavramlar bile
sekülerdir.
“Laik hareket, din ilkesini devlet olmanın
Avrupa tarihindeki ilkesi olmaktan çıkarmayı başardıktan sonra, ilk olarak
seküler ulus-devletin temellerini atmıştır.
Dünyanın sekülerleştirilmesi şeklindeki
aynı sürecin bir sonraki aşaması da seküler devlete bağımsız bir ahlaki sistem
sağlamaktı.
Nitekim insan hakları konusunun ortaya
atılmasıyla seküler düşünce kendi siyasi ahlak anlayışını keşfediyordu”.
Bu sistem içinde bireyin taktikler
aracılığıyla bir kaçış alanı açması imkânsız görünüyor.
Ancak stra-taktik için de iç açıcı şeyler
söylemek zor.
Uygulamaların pratikte gideceği en ileri
aşama, seküler tanımların üzerine yeni bir kurgu yapmak olacaktır.
Bu da hem stra-taktiğin failini hem de
temsil ettiği kitleyi bu tanımlar eliyle gelen anlam şemasına taşır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder