4 Aralık 2022 Pazar

 SOKAĞI BÜYÜLEMEK - 4

 

Gündelik Hayat, Kültür ve İktidar

Gündelik hayatın formel bir tanımını vermek zor görünüyor.

Bu nedenle, gündelik hayatın dönemlendirilmesi, konumu, işlevi ve işletim sistemi üzerinden bir betimleme yapmak daha uygun gözüküyor.

“Gündelik hayatın tarihi en azından üç kısım içerir: a) Üsluplar (şenlikli toplum); b) Üslupların sonu ve kültürün başlangıcı (XIX. yüzyıl); c) gündelik hayatın yerleşmesi ve sağlamlaşması”.

 Bireycilik olgusunun sonucu olarak, paradoksal bir şekilde toplumun diğer üyelerine bağımlı hale gelen birey, iktidar karşısında yalnızlaşmıştır.

Seküler bilgi, eylem ve duyarlılık­ların dinî olanı özelleştirmesi, sekülarizmin bir sonucu olarak kendiliğinden her oluşu sürecin dışına iten benlik politikasının bir parçasıdır ve gündelik hayatı şart koşmakta­dır.

 “Seküler benlik, giyinme (ve soyunma şekillerinden), erkeklerle sosyalleşmeye ve kamusal alanda hareket etmeye varıncaya kadar, öğrenilmesi, prova edilmesi ve icra edilmesi gereken bir dizi bedensel pratiğe tekabül eder”.

Şu halde, gündelik hayatta sistemin işleyiş mantığı, ‘hegemonik seçilim’ olarak tanımlanabilir: günlük pratiklerin genetiği, sonsuz sayıda olası seçim arasından, hegemonyanın öne çıkardığı veya elediği seçimlerle şekillenir.

Bu sürecin çıplak gözle görünmemesinin nedeni ise sekülarizmin kendisini bir ideoloji olarak değil, kültür olarak ve gündelik hayat aracılığıyla sunmasıdır.

“Gündelik hayatın fenomenleri, onlara dair kavrayışım­dan bağımsız görünen ve kendilerini kavrayışıma dayatan örüntüler içinde önceden düzenlenmiştir”.

Gündelik hayatın sunduğu gerçek­lik, her bir bireyde tezahür ettiği için doğallaşır, doğal olan bireysel ve kolektif eylem açısından olası tercihlerin ilk sırasında yer alarak özü itibariyle rasyonel kabul edilmeye­cek olsa bile rasyonelleşir.

 Lefebvre, bu süreci kapalı devre bir sisteme benzetmektedir.

“Toplumsal ve zihinsel biçimler, kendilerini çevreleyen bir dünya içinde verili gibidirler.

Sanatın, estetiğin veya estetizmin biçimleri, toplumsal ilişkilerin ritü­elleştirilmiş biçimleri için de geçerlidir bu…

 Normal olan alışılmış hale gelir; alı­şılmış olan, böylelikle doğal olan ile birleşir; doğal olan da akılcılık ile özdeşleşir.

Böylece bir döngü ya da kapalı devre gerçekleşir.

Bu belirgin mantığın, akılcılığın yerini alan bu doğalcılığın içinde çelişkiler yok olur:

Gerçek ile akılcı özdeşleşir, gerçeklik ile ideallik birbirine girer, bilgi ve ideoloji birbirine karışır”.

Kendiliğindenmiş gibi tasvir edilen bu süreç, modern iktidarın terbiye araçlarıyla, bilinçli bir politikanın ürünü olarak gerçekleştirilmektedir.

“Disiplinsel iktidarın başarı­sı, hiç kuşkusuz basit aletlerin kullanılmasına bağlıdır: hiyerarşik bakış, normalleştirici yaptırım, bunların bileşik hale getirilmeleri ve bu birleştirmenin bu bileşime özgü sınav biçimi altında gerçekleştirilmesi.

Foucault’da disiplinsel iktidar modern iktidarla çakışan anlamda kullanılmakta ve disiplinin en önemli araçlarından olan sınav, geniş bir perspektiften ele alındığında De Certeau’nun uygunluk kavramına denk düşmektedir.

Uygunluk, dil, sembol ve simgeler aracılığıyla bireyin kamusal kim­liğini yöneten bir araçtır.

“Uygunluk eş zamanlı olarak hem algılanma biçimimiz hem de boyun eğmenin sürmesinin baskıcı aracıdır; temelinde, davranışlar oyunundaki bütün uyumsuzluklardan ve sosyal çevre algısındaki bütün nitel kırılmalardan kaçı­nılmasını emreder”.

Tanımlarda görüleceği üzere sınav, gündeliğin alanında bireylerin belirli bir ‘cevap anahtarına’ uyarlanmasını sağlamaktadır.

 

Lefebvre: Zaman ve Mekan

Modern zamanlarda gündelik hayatın ayırt edici yönü, gerçekliğin temel boyutları olarak zaman ve mekânı seküler birer kategori olarak kurgulamasında ve zamanın stratejik değerini arttırmasında yatmaktadır.

Sayısız iktisadi ve siyasi sonucu olan “hızın mekânsızlığının stratejik değeri, kesin bir biçimde mekânın stratejik değerinin yerini almıştır”.

Sekülarizm, zaman ve mekânı ayrıştırarak farklı zamansallıklar aracılığıyla gerçekliği de bilinci de parçalı bir yapıda yeniden kurgula­mıştır.

“Gündelik hayat gerçekliği, bedenimin buradalığı ve mevcudiyetimin şimdiliği etrafında düzenlenmiştir” .

Eylem, zaman ve mekâna refere edilebilecek bütünselliğini yitirmiştir.

Bu denklemde zaman aritmetiğe, mekân geometriye, bu iki boyutlu koordinat üzerinde gerçekleşen hareket ise mekaniğe gön­derme yapar.

Üsluplar, şahsı mekâna bağımlı açıklarken, gündelik hayat bireyi zamana bağımlı kılar; mekân aidiyet kavramını çağrıştırırken, zaman yersiz-yurtsuzluğa vurgu yapar.

Bu açıdan zaman, modern dönemi kinayeyle anlatmak için tek başına yetecek bir kavram olma gücüne sahiptir.

Berger ve Luckmann’ın ifade ettiği gibi, bir bilinç yitiminden sonra kendine gelen kişinin ilk işi, saate bakarak zamanı yakalamak olacaktır.

Bilinçsizlik anında birey, tabi olduğu ‘zaman ritminin’ sevk ve idaresine karşı bir itaatsizlik yapmış olma korkusuyla derhal toparlanıp tekmil verme ihtiyacı hisseder.

Günlük hayat, büyünün sokakta sere serpe dolaştığı üslup zamanlarından beri hep var olagelmiştir.

Ancak Lefebvre ve Regulier, günlük hayat ile gündelik hayatı ayırmaktadır.

Gündelik olma hali, günlük hayatın faaliyetleri arasında gözden kaçan Newton mekaniği, Batılı dünya görüşü ve varlık tasavvurundan bağımsız olmayan seküler bir bilim­sel paradigma öngördüğünden beri, modern bilimin ve Aydınlanma sonrasında ortaya çıkan sosyal bilimlerin nesnesi, tek tek olgulardan ve olaylardan soyutlandığında en temelde harekettir.

Cisim­lerin, toplumun, bireyin, kültürün, düşüncenin… hareketine ilişkin incelemelerin her biri farklı bir bilimsel disiplin üretmiştir.

Saint Simon’un sosyolojiyi ‘sosyal fizik’ olarak kurgulamış olması tesadüf değildir.

Aynı paradigma modern dünyada gündelik hayat içindeki bireysel ve kolektif eylemin de genetiğine işlemiştir.

Sözü geçen iki boyutlu koordinat düzlemi de aynı paradigmanın Öklidci ge­ometriye dayanmasından kaynaklanmakta ve –metafizik boyutların yokluğunu görmezden gelsek bile en azından- üçüncü boyutu ihmal etmektedir.

“Dinin tam zıddı dünya değil zamandır (dehr). 

Dehr tam olarak gelip geçicilik mânâsına gelir ve klasik İslâm’da aşkınlığın zıddını temsil eder.

Zaman bütün değerleri yok eder ve hem ahlâki hem de zihni hiçliğin babasıdır.

Eğer sekülarizm sadece metafizik iddialarında köktenci oluyorsa ve eğer sadece her tür aşkınlığın reddiyle aynı mânâya geliyorsa ve yine eğer sadece eon, dehr ve seculumun dışında bir şeyin var olmadığını iddia ediyorsa, o zaman kendisini sadece İslâm’ın zıddı olarak sunmaktadır ve kendisini sadece diyaloga yer bırakmayan mutlaklaştırıcı bir anlayış türüne dönüştürür” türdeş, tekrarlamalı ve fragmanlara ayrılmış zaman dilimleriyle ilgilidir.

Ancak bu zaman dilimlerinin kendisi ya da onların rastgele geçip gitmesinin ifade ettiği şey değil, bunların ardı sıra dizilimleri, aritmetiksel tekrarın getirdiği hegemonik seçilimin eylem­ler üzerindeki ölçme işlevine sahip olan ritmidir.

Bu zaman ritimlerine içkin yönergeler, bireyi denetim altında alarak eylemler üzerinde buyurgan bir otoriteyi temsil eder.

Ancak farklı ritimler, gündelik hayatın kesintiye uğramasına neden olabilir.

Lefebvre için şenliğe dönüş anlamına gelen bu halin gündelik hayatı büsbütün dönüştürmesi, devrim demektir.

Bu yöndeki bir teşebbüsün başarısızlığı ise gündelik hayat egemen­liğinin pekişmesi demektir.

Zamansallıkla bağlantılı olarak, ilerleme düşüncesini çağrıştıran doğrusal ve döngüsel tekrarlar konusunda da bir dönüşüm ortaya çıkmaktadır.

Zamansallık, üslup zamanla­rında, şenlikli toplumda doğanın döngüsüne tabi idi.

Döngüsel tekrar, temel zamansal ritimdi, kümülâtif değildi ve büyüsel ögelerin kaynağıydı.

Modern dönemde doğrusal tekrar, belirgin zaman ritmi durumuna geçti, akılcı yapılar içinde kümülatif ve dolayısıyla nicel, usanç verici tekrarlar ortaya çıktı.

Bireyi tüm usancına rağmen motive eden tek şey ise bu doğrusallık üzerinde, aritmetiğin her adımda niceliği arttırmasıdır.

 Postmodern dönemde ise zaman, Ritzer’in ‘akılcılığın akıl dışılığı’ kavramsallaştırmasına para­lel olarak, bağımsız ve iç tutarlılıktan yoksun ‘an’lara bölmüştür.

Postmodern durumda, birey zaman bağımlı konumdan kurtulmuş olmaz, hatta farklı zamansal ritimlerin Lefebvre’ci devrime zemin oluşturma olanağı da sarsılır.

Çünkü farklı zamansallıkların ortaya çımasının ön koşulu, zamanın bütünlüklü olarak algılanmasıdır.

“Postmodernite tarihi dün ile yarın arasındaki “an”a indirger; zaman homojen, evrimsel, amaçlı ve düzenli bir şey değil, eşitsiz, çapraz, çok katmanlı ve hizası bozuk bir şey olur çıkar.

Dolayısıyla hiper-uzam yaratılabilen ve yok edilebilen bir şeydir.

Zaman postmodern mantalite çerçevesinde düzenliliğini kaybetmenin yanı sıra bir biri ile ilintisiz “an”lar haline gelmektedir.

“An”lar arasında bu bağ­lamda bir tutarlılık olması gerekmez…

 Her “an”da diğerinden bağımsız olarak bir başka anlam ve gerçeklik inşa etmek mümkün hale gelmektedir”.

Mekânsal düzlem ise bireyi bedensel tahakküme açık hale getirir, burada temel sorun­sal aidiyettir.

Çünkü bireyin sahip veya ait olduğu bir mekân yoktur, her durumda tâbi olduğu bir mekân vardır.

Buradaki aidiyet basit anlamıyla mülk edinmeye değil, referans sistemine atıf yapar.

“Mekân kavramı boş bir yere değil, dışlama ve içermenin, kabul edilebilir olan ile yasak olanın sınırlarının belirlendiği, toplumsal ilişkilerin üretil­diği bir yere atıfta bulunur”.

Çünkü mekân, gündelik hayat uygula­malarının ön koşulu olarak, uygulamayı refere eden bir takım normlar içerir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KRİZİ ‘ÇOKLUK’ KAVRAMIYLA ANLAMAK: BİYOPOLİTİKA, GÜÇ VE İÇKİNLİK   Başlangıç olarak , sözlükteki karşılıklarına bakılırsa,  halk ’ın söz...