ZYGMUNT BAUMAN - 2
Bauman, postmodern bireylerin ahlaki bakımdan müphem olduklarına ve
rasyonel olarak tutarlı hiçbir ahlaki kodun da bu müphemlik durumunu çözmek
için insanlara zorla kabul ettirilemeyeceğine inanmaktadır.
Bizler, belirsizlikle yaşamak zorundayız ve nesnel bir şekilde iyi veya
kötü olarak tanımlanabilecek hiçbir seçimde bulunamayız.
Başkalarına yardım etme ahlaki dürtüsü bile, onların özgürlüğünün yok
edilmesi ahlak dışı sonucunu doğurabilir.
Bu nedenle ahlak, Bauman tarafından evrenselleştirilemeyen olarak
tanımlanır, ahlaki evrenselliğin somut hiçbir biçimi de söz konusu olamaz.
Üstelik, Bauman için ahlak, irrasyonel ‘ahlaki sorumluluğun akla
karşı bir gizem’idir.
Öyleyse, ahlaki benlikle kastedilmek istenen nedir?
Bireylerin ahlaki dürtüleri ve ahlaki kapasiteleri vardır.
Ahlaki bir biçimde davranmak için ahlaki sorumluluğu üstlenmek gerekir
‘…
Öteki ile birlikte var olabilmekten önce Öteki için var
olabilmek’.
Bu ahlaki benliğin ilk gerçekliğidir.
Ahlaklı biri olmak için özverili bir şekilde hareket etmeli ve kişisel
çıkarlarımızı hesaba katmaksızın öteki için bir şeyler yapmalıyız.
Bu ahlaklılık, hiçbir başka temele ya da hiçbir başka kökene sahip
değildir, yine de derin bir şekilde gerçek olarak hissedilir.
Ayrıca bu ahlaki biçimde hareket etmek öz kimliğin (self identity)
postmodern inşası sürecinde önemli bir öğedir ve aynı zamanda dayanışmanın
inşasında da elzemdir.
‘Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları’nda Bauman, bu noktayı şu şekilde
ele alır:
Postmodern aklın başvurduğu bir siyaset yalnızca özgür bireylerin,
kendi özgürlük koşullarını korumak ve devam ettirmek amacıyla, sahip oldukları
hakları yeniden değerlendirmelerine yönelik olabilir.
Bu durumda, ‘uygulanabilir bir sosyal sistem’ olarak postmodernite,
toplumsal dayanışmanın doğasının yeniden tanımlanması ile ilgilidir. Bauman’ın
burada ileri sürdüğü şey, Richard Rorty’nin bakış açısına benzerdir.
Richard Rorty ‘Dayanışma’ adlı denemesinde, dayanışma bağlarının
-postmodernizmin politik eylem veya inanç için herhangi bir temel
sağlayamayacağını iddia eden Ernest Gellner gibi eleştirmenlerin aksine ve
postmodernizmi ‘kolektif politik mücadele, toplumsal anlam ve birbirine bağlı
olan ilişkilerden yoksun toplum karşıtı’ korkutucu bir görüntü olarak sunan Best
ve Kellner’in eleştirilerinin aksine- küçük ve yerel topluluklarda
kuvvetli bir şekilde yer aldığını savunmaktadır.
Rorty ‘büyük anlatılar’ veya benzer evrensel ölçütlere dayanmayan
açıkça postmodern bir haklar düşüncesini sağlamaya çalışır. Rorty’nin bakış
açısında, tüm insanlar duygusal bağlılığa ihtiyaç duyar ve diğerleri için
duygudaşlık hisseder.
Ayrıca, eğitim aracılığıyla da bireylerin ötekilerle özdeşimini
pekiştirebiliriz, böylece her bireyi tüm yanlarıyla ve içten insanlar olarak
görebiliriz.
Rorty’nin insan hakları temeli, insan bedeninin hassas ve bazı
bedenlerin diğerlerinden çok daha zayıf olduğu düşüncesini varsayar.
Hepimiz, diğerlerinden daha zayıf olan bedenleri koruma duygusuna sahibiz.
Bu, halen postmodern durum içerisinde var olan, diğer bireyler için
kolektif, paylaşılan bir merhamet olarak Rorty’nin insan hakları teorisini de
ortaya koyar.
Bauman’ın ahlak görüşünü ve Rorty’nin haklar görüşünü kabul ediyorum; fakat
öz-disiplin olarak bu ahlak görüşü, müphemliği bastırmak için içsel olarak
tutarlı, gayri şahsi bir girişim olan bir değer sistemi için başka bir evrensel
temel olarak da görülebilir.
‘Yanlıştan’ ‘doğruyu’, ‘haksızdan’ ‘haklıyı’, ‘gayrimeşrudan’ ‘meşruluğu’
nasıl ayırt edebileceğimizi bize söyler.
Burada kişisel çıkar, Bauman tarafından evrensel olarak ele alınıp
tartışılır.
Çalışmalarında evrensel olana dönük sürekli bir arayış söz konusudur:
‘Öteki için var olmanın bilincinde olmak, benliğin doğuşu olan
kendiliğin bilincinde olmaktır.
Eşsiz Ben, tek ve
yalnızca Ben olarak kendimi bulmanın başka bir yolu veya başka bir bilincinde
olma hali yoktur…’
Başka bir ifadeyle, Bauman’ın düşüncesinde, yabancı konumunda yer alan
Öteki’nin hakkı, sahip olduğum hakkı belirleyebileceğim, ifade edebileceğim ve
savunabileceğim tek yerdir.
Öteki’nin hakkı benim hakkımı oluşturur.
‘Öteki için sorumluyum’ ve ‘kendim için sorumluyum’, aynı anlama
gelir.
Zor durumda olan ötekine yardım etmelisin ve onlarda zor duruma girdiğin
zaman sana yardım etmeliler; bu, insan davranışının evrensel etik bir
kodudur.
Bauman, her ne kadar haklı olsa da Bernard Shaw’ın yorumunu hatırlamakla da
iyi eder: ‘‘Ötekilere, onların sana öyle davrandıklarını düşündüğün gibi
davranma; ötekilerin beğenileri farklı olabilir’’.
Üstelik, kişisel çıkarı tanımlamak da o kadar kolay değildir.
Bireyler, kişisel çıkarın dışında ötekilerle dürüst ve yardımsever bir
ilişki içerisinde olabilir; keşke kişinin isteyebildiği şeyler nedeniyle
bireylerle devam eden ilişkileri güçlendirilebilse…
Kişisel çıkarın dışında tümüyle kanaatkâr bir yaşam sürdürmek de mümkündür,
örneğin, biteceğini düşündüğün yakın ilişkiler kurmayabilirsin; hazımsızlıktan
acı çekebileceğin pahalı yemekler yemeyebilirsin.
Bu nedenle, tüm ahlaki kodlar aslında dayatmayı içerir ve Bauman’ın
evrensel ahlak görüşü postmodern bir formülasyon içinde herhangi bir yere sahip
değildir. Diğer bir ifadeyle, Bauman, ‘sosyal olan’a dönük modernist
kavrayışlardan kurtulamaz.
‘Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları’nda Bauman, postmodern bireylerin
yönlendirilen bir piyasa, yönlendirilen bir tüketicilik ve özgürlüğü lekeleyen
bir risk içerisinde yaşayan seçiciler olduklarını, böyle bir konumda ise
insanların yanlış seçimler yaparak kişisel yetersizliklerini göstermekten
korktuklarını; kusurlu birer tüketici haline geldiklerini
açıklar.
Postmodern dünyada, olayların nedenler tarafından öncelendiği görülemez ve
bireyler, bir olayın kaçınılmaz veya rastlantısal olup olmadığını
kavrayamaz.
Bireyin kontrolünün dışındaki güçler tarafından belirlenen olayların
yerine, Bauman, bu dönemde olayların olumsallığından söz
eder.
Postmodern belirsizlik doğrudan doğruya: yeni dünya düzensizliğiyle;
herhangi bir sınırlama olmaksızın tüm yaşam alanlarında ve her zaman piyasa
mekanizmasının bağımsız olarak işlemesine izin veren evrensel serbestleşmeyle;
dünyadaki değişimi ilerletebileceğimiz veya önleyebileceğimiz politik eylemin
doğasına dair belirsizlikle ve bir zamanlar refah devleti tarafından sağlanan
güvenlik ağlarının parçalanmasıyla ilişkilendirilir.
Bu kitap aslında, modernite içerisindeki ‘düzen’ ve ‘temizlik’
kavramlarının bir tartışmasıyla başlar.
Bir şey eğer doğru yerde ise ‘temiz’ olarak görülür; ‘kir’ kavramı ise
dünyadaki düzenin bozukluğunu yansıtır.
Bir çift ayakkabı, ayakkabı rafında lekesizce temiz olabilir, ancak yemek
masasının üzerinde kirli olarak görülür.
Bir omlet, tabakta güzel bir şey olabilir, ancak bir yastığın üzerine
düşerse kirlidir.
Modern dünyada düzen temizliği telkin ederken yanlış yerdeki şeyler
ise kirliliği akla getirir.
Bu düşünce ayrıca insanlara da uygulanır; eğer bazı insan kategorileri yanlış
yerde görülür veya düzensizliği meydana getirirlerse, o zaman onlar kirli
olarak kabul edilecek ve öyle muamele göreceklerdir.
Bu, birtakım formları içerebilir:
. asimilasyon – düzeni restore etmek amacıyla insanları dönüştürme girişimi
. dışlama – insan kategorilerini toplumun (‘temizliğin’) dışına veya
gettolara itme
. insanları fiziksel olarak yok etme.
Peki, düzensizliğe neden olarak görülen insanlar kimlerdir?
Bauman’ın düşüncesinde bu insanlar, sosyal düzen için önemli bir tehdit
olarak görülen yoksullardır.
Giderek artan bir şekilde, yoksul olmak bir suç olarak
görülür; suça ait eğilimlerin veya niyetlerin –alkol bağımlılığı, kumar oynama,
uyuşturucu, okul kaçamağı ve aylaklık- ürünü olarak yoksul olmak…
Yoksullar, ilgi ve desteği hak etmekten uzaktırlar, nefret ve mahkum
edilmeye -günahın tam da cisimleşmiş bir örneği olarak- layıktırlar.
Bireysel insanın, postmodern durum içinde gündelik yaşamın öznelciliğini,
kurumdışılaşmasını ve parçalanmasını nasıl deneyimlediğini açıklamak için
Bauman, postmodern durumdan faydalanmaktan zevk alan ve değişen biçimlerle
kimliklerini tekrar tekrar oluşturan bir kişi olan ‘turist’in, postmodern durum
içinde acı çeken aylakla mukayesesine yönelir.
Bauman, postmodern dünyanın haritasının turistlerden aylaklara uzanan bir
skala içersinde çizilebileceğini ileri sürer.
Bir kişinin sahip olduğu seçim özgürlüğü ne kadar
artarsa, postmodern durum içinde o kişiye verilen mevki de o kadar
genişler.
‘Mükemmel turist’ büyük ölçüde hoşnutluk verici olan doğa nedeniyle bir
yerden bir yere hareket ederken, aksine, ‘biçare aylak’ ise dünyanın oldukça
hoşnutsuz bir yer olduğunu anlamasından dolayı bir yerden bir yere hareket
eder.
Burada vurgulayacağımız kesin olan bir şey varsa, aslında o da şudur:
postmodern durumun belirsizliğinin üstesinden gelmek için turiste yardımcı olan
aylak’ın yaşamının oldukça gösterişsiz bir yaşam olması.
Postmodern bireyler yanlış seçimler yapma problemi olmaksızın tüm
isteklerini elde edebilecekleri bir konumu, risksiz bir özgürlüğü de arzularlar.
Ancak, Bauman’ın bakış açısında ‘…özgürlük ve risk yalnızca birlikte
büyür ve birlikte küçülür’.
Diğer bir deyişle, risk özgürlüğün doğasında vardır.
‘Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları’ bir Komüniteryanizm tartışmasıyla
sonuçlanır.
Komüniteryanizm, postmodern durumun belirsizliğine panzehir olarak öne
sürülebilir.
Üstelik, Komüniteryanizmi oldukça cazip kılan şey, devletten bağımsız
göründüğü ileri sürülen komünal destek ve bilinçlenmedir.
Buna karşılık, yine de Bauman, Komüniteryanizmin modern bir
ideoloji olduğunu savunmaktadır.
Komüniteryalizm bireylerin ‘aktif bağlılığına’, sahip oldukları özgür
istenç ve seçimlerine dayanır.
Aynı zamanda, Komüniteryanizm ‘her şeyin doğru oranlarda görülebildiği bir
noktanın’ söz konusu olduğunu ve bu noktanın ‘önceden’ belirlenmesi
gerektiğini de varsayar.
Diğer bir ifadeyle, önceden belirlenen ‘komünite’nin bakış açısı, seçimi
önceler, bireysel insanlar ‘komünite’ durumunu kabul eden bir konuma gelmek
için seçimlerinden, istençlerinden ve akıllarından faydalanırlar.
Bu, seçimi olmayan veya gönüllü araçlarla kaçınılmaz
olarak gerçekleşen bir konumdur:
Diğer bir deyişle, burada talep edilen şey zorunlu kılmanın iktidarıdır,
iktidar olasılıkları manipüle ettiğinden, insanların tercih alanlarını
daralttığından ve onların diğer yollardan ziyade belirli bir yol içersinde
eylemde bulunduklarından emin olur; insanları başka türlü yapmadıkları şeyleri
yapmaya zorlamak, onları başka türlü olduklarından daha az özgür kılar.
Bauman’ın analizindeki problemler, analizlerinin modernist bir
‘sosyal olan’ düşüncesine dayalı olmasıdır.
Bu, onun ahlak ve Komüniteryanizm analizlerinde de açıkça görülür. Yukarıda
öne sürdüğümüz gibi, Bauman’ın bakış açısında, ahlaklı bir kişi olmak kendi
çıkarını düşünmeyen bir tarzda eylemek, kişisel çıkarlarımızı hesaba
katmaksızın başka birisi için bir şey yapmaktır.
Bu, şüphesiz sadece, çıkarların ‘kişinin çıkarları’ veya ‘ötekinin
çıkarları’ olarak açıkça tanımlanabildiği bir ‘sosyal olan’ zeminine karşı
anlamlı olabilir.
Bu ahlaklılık derin bir biçimde gerçek olarak hissedilir.
Yukarıda öne sürdüğümüz gibi, Bauman, postmodern bir dayanışma düşüncesini,
kendi ahlak kavrayışı üzerine inşa eder; şunu ileri sürdüğü zaman da bu
bağlantıyı açıkça ortaya koyar: ‘…özgürlük ve farklılığın esenliği için asli
kolektif katkı ve kaçınılmaz bir durum olan dayanışma’.
Bununla kastedilmek istenen, evrensel temellere dayalı bir ‘sosyal olan’
düşüncesidir.
Ayrıca, onun ‘özgürlük’ ve ‘farklılığa’ ilişkin düşünceleri yalnızca
önceden belirlenen –seçimden önce- bir noktada yerleşmekle kalmaz, aynı zamanda
Komüniterler tarafından da geniş ölçüde kabul edilir.
Bu savı, Bauman’ın postmodern sosyolojisinin mümkün olmadığını ileri
sürerek de genişletebiliriz.
Sosyoloji, isminin de belirttiği gibi ‘sosyal olan’ın içinde kök salar ve
bir disiplin olarak ‘sosyal olan’ın bir ürünüdür.
Eğer ‘sosyal olan’ bir çözülme yaşarsa -modernitenin kalbinde yer alan
‘sosyal olan’ postmodern durum içerisinde çözülmek zorunda kaldığı için- o
zaman, sosyoloji de söz konusu olamaz.
‘Sosyal olan’dan kaçamayan yalnızca Bauman’ın sosyolojisi değildir,
ayrıca Bauman’ın bir postmodern sosyolojinin kurucuları olarak zikrettiği
Garfinkel ve Schutz’un çalışmaları da bu ana akım ‘sosyal olan’ kavramı
içerisinde kök salar.
Buradan şu sonucu çıkarabiliriz ki; Bauman’ın öne sürdüğü tüm sosyolojik
analizlerin ve var olan çok sayıdaki anlayış biçimlerinin herhangi bir
postmodern kavrama göndermede bulunmasına gerek yoktur.
Bu makalede, Zygmunt Bauman’ın sosyolojisinde asli konumda yer alan
birtakım fikirleri hem onun temel metinlerine dayanarak hem de bir postmodern
sosyolojinin oluşumuna katkısı açısından ana hatlarıyla ele aldım.
Benim getirdiğim eleştiri ise Bauman sosyolojisinin, sorgulamaksızın kabul
edilmekle kalmayıp aynı zamanda onun açıkça postmodern bir sosyoloji kurma
girişiminin de altını oyan, modernist bir ‘sosyal olan’
düşüncesiyle yoğrulmuş olmasıdır.
Onun temel metinleri hala pek çok özgün iç görü içerir, ancak bunlar, dünya
hakkındaki düşüncelerinin üzerine bir cila olmak dışında son tahlilde pek de
bir şey sağlamayan postmodernist soyutlamaları kullanmayı gerektirmez.
Bauman’ın söylemek zorunda olduğu şey tamamen ana akıma uygun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder