3 Aralık 2022 Cumartesi

 ZYGMUNT BAUMAN - 2

 

Bauman, postmodern bireylerin ahlaki bakımdan müphem olduklarına ve rasyonel olarak tutarlı hiçbir ahlaki kodun da bu müphemlik durumunu çözmek için insanlara zorla kabul ettirilemeyeceğine inanmaktadır. 

Bizler, belirsizlikle yaşamak zorundayız ve nesnel bir şekilde iyi veya kötü olarak tanımlanabilecek hiçbir seçimde bulunamayız. 

Başkalarına yardım etme ahlaki dürtüsü bile, onların özgürlüğünün yok edilmesi ahlak dışı sonucunu doğurabilir. 

Bu nedenle ahlak, Bauman tarafından evrenselleştirilemeyen olarak tanımlanır, ahlaki evrenselliğin somut hiçbir biçimi de söz konusu olamaz.

 Üstelik, Bauman için ahlak, irrasyonel ‘ahlaki sorumluluğun akla karşı bir gizem’idir.

Öyleyse, ahlaki benlikle kastedilmek istenen nedir?

 Bireylerin ahlaki dürtüleri ve ahlaki kapasiteleri vardır. 

Ahlaki bir biçimde davranmak için ahlaki sorumluluğu üstlenmek gerekir ‘… 

Öteki ile birlikte var olabilmekten önce Öteki için var olabilmek’.

Bu ahlaki benliğin ilk gerçekliğidir. 

Ahlaklı biri olmak için özverili bir şekilde hareket etmeli ve kişisel çıkarlarımızı hesaba katmaksızın öteki için bir şeyler yapmalıyız. 

Bu ahlaklılık, hiçbir başka temele ya da hiçbir başka kökene sahip değildir, yine de derin bir şekilde gerçek olarak hissedilir. 

Ayrıca bu ahlaki biçimde hareket etmek öz kimliğin (self identity) postmodern inşası sürecinde önemli bir öğedir ve aynı zamanda dayanışmanın inşasında da elzemdir.

 ‘Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları’nda Bauman, bu noktayı şu şekilde ele alır:

Postmodern aklın başvurduğu bir siyaset yalnızca özgür bireylerin, kendi özgürlük koşullarını korumak ve devam ettirmek amacıyla, sahip oldukları hakları yeniden değerlendirmelerine yönelik olabilir.

Bu durumda, ‘uygulanabilir bir sosyal sistem’ olarak postmodernite, toplumsal dayanışmanın doğasının yeniden tanımlanması ile ilgilidir. Bauman’ın burada ileri sürdüğü şey, Richard Rorty’nin bakış açısına benzerdir. 

Richard Rorty ‘Dayanışma’ adlı denemesinde, dayanışma bağlarının -postmodernizmin politik eylem veya inanç için herhangi bir temel sağlayamayacağını iddia eden Ernest Gellner gibi eleştirmenlerin aksine ve postmodernizmi ‘kolektif politik mücadele, toplumsal anlam ve birbirine bağlı olan ilişkilerden yoksun toplum karşıtı’ korkutucu bir görüntü olarak sunan Best ve Kellner’in eleştirilerinin aksine- küçük ve yerel topluluklarda kuvvetli bir şekilde yer aldığını savunmaktadır. 

Rorty ‘büyük anlatılar’ veya benzer evrensel ölçütlere dayanmayan açıkça postmodern bir haklar düşüncesini sağlamaya çalışır. Rorty’nin bakış açısında, tüm insanlar duygusal bağlılığa ihtiyaç duyar ve diğerleri için duygudaşlık hisseder. 

Ayrıca, eğitim aracılığıyla da bireylerin ötekilerle özdeşimini pekiştirebiliriz, böylece her bireyi tüm yanlarıyla ve içten insanlar olarak görebiliriz.

 Rorty’nin insan hakları temeli, insan bedeninin hassas ve bazı bedenlerin diğerlerinden çok daha zayıf olduğu düşüncesini varsayar. 

Hepimiz, diğerlerinden daha zayıf olan bedenleri koruma duygusuna sahibiz.

 Bu, halen postmodern durum içerisinde var olan, diğer bireyler için kolektif, paylaşılan bir merhamet olarak Rorty’nin insan hakları teorisini de ortaya koyar.

Bauman’ın ahlak görüşünü ve Rorty’nin haklar görüşünü kabul ediyorum; fakat öz-disiplin olarak bu ahlak görüşü, müphemliği bastırmak için içsel olarak tutarlı, gayri şahsi bir girişim olan bir değer sistemi için başka bir evrensel temel olarak da görülebilir. 

‘Yanlıştan’ ‘doğruyu’, ‘haksızdan’ ‘haklıyı’, ‘gayrimeşrudan’ ‘meşruluğu’ nasıl ayırt edebileceğimizi bize söyler.

 Burada kişisel çıkar, Bauman tarafından evrensel olarak ele alınıp tartışılır.

 Çalışmalarında evrensel olana dönük sürekli bir arayış söz konusudur: ‘Öteki için var olmanın bilincinde olmak, benliğin doğuşu olan kendiliğin bilincinde olmaktır. 

Eşsiz Ben, tek ve yalnızca Ben olarak kendimi bulmanın başka bir yolu veya başka bir bilincinde olma hali yoktur…’

Başka bir ifadeyle, Bauman’ın düşüncesinde, yabancı konumunda yer alan Öteki’nin hakkı, sahip olduğum hakkı belirleyebileceğim, ifade edebileceğim ve savunabileceğim tek yerdir. 

Öteki’nin hakkı benim hakkımı oluşturur. 

‘Öteki için sorumluyum’ ve ‘kendim için sorumluyum’, aynı anlama gelir. 

Zor durumda olan ötekine yardım etmelisin ve onlarda zor duruma girdiğin zaman sana yardım etmeliler; bu, insan davranışının evrensel etik bir kodudur. 

Bauman, her ne kadar haklı olsa da Bernard Shaw’ın yorumunu hatırlamakla da iyi eder: ‘‘Ötekilere, onların sana öyle davrandıklarını düşündüğün gibi davranma; ötekilerin beğenileri farklı olabilir’’.

Üstelik, kişisel çıkarı tanımlamak da o kadar kolay değildir.

Bireyler, kişisel çıkarın dışında ötekilerle dürüst ve yardımsever bir ilişki içerisinde olabilir; keşke kişinin isteyebildiği şeyler nedeniyle bireylerle devam eden ilişkileri güçlendirilebilse… 

Kişisel çıkarın dışında tümüyle kanaatkâr bir yaşam sürdürmek de mümkündür, örneğin, biteceğini düşündüğün yakın ilişkiler kurmayabilirsin; hazımsızlıktan acı çekebileceğin pahalı yemekler yemeyebilirsin. 

Bu nedenle, tüm ahlaki kodlar aslında dayatmayı içerir ve Bauman’ın evrensel ahlak görüşü postmodern bir formülasyon içinde herhangi bir yere sahip değildir. Diğer bir ifadeyle, Bauman, ‘sosyal olan’a dönük modernist kavrayışlardan kurtulamaz.

‘Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları’nda Bauman, postmodern bireylerin yönlendirilen bir piyasa, yönlendirilen bir tüketicilik ve özgürlüğü lekeleyen bir risk içerisinde yaşayan seçiciler olduklarını, böyle bir konumda ise insanların yanlış seçimler yaparak kişisel yetersizliklerini göstermekten korktuklarını; kusurlu birer tüketici haline geldiklerini açıklar. 

Postmodern dünyada, olayların nedenler tarafından öncelendiği görülemez ve bireyler, bir olayın kaçınılmaz veya rastlantısal olup olmadığını kavrayamaz. 

Bireyin kontrolünün dışındaki güçler tarafından belirlenen olayların yerine, Bauman, bu dönemde olayların olumsallığından söz eder. 

Postmodern belirsizlik doğrudan doğruya: yeni dünya düzensizliğiyle; herhangi bir sınırlama olmaksızın tüm yaşam alanlarında ve her zaman piyasa mekanizmasının bağımsız olarak işlemesine izin veren evrensel serbestleşmeyle; dünyadaki değişimi ilerletebileceğimiz veya önleyebileceğimiz politik eylemin doğasına dair belirsizlikle ve bir zamanlar refah devleti tarafından sağlanan güvenlik ağlarının parçalanmasıyla ilişkilendirilir.

Bu kitap aslında, modernite içerisindeki ‘düzen’ ve ‘temizlik’ kavramlarının bir tartışmasıyla başlar.

Bir şey eğer doğru yerde ise ‘temiz’ olarak görülür; ‘kir’ kavramı ise dünyadaki düzenin bozukluğunu yansıtır. 

Bir çift ayakkabı, ayakkabı rafında lekesizce temiz olabilir, ancak yemek masasının üzerinde kirli olarak görülür. 

Bir omlet, tabakta güzel bir şey olabilir, ancak bir yastığın üzerine düşerse kirlidir.

 Modern dünyada düzen temizliği telkin ederken yanlış yerdeki şeyler ise kirliliği akla getirir. 

Bu düşünce ayrıca insanlara da uygulanır; eğer bazı insan kategorileri yanlış yerde görülür veya düzensizliği meydana getirirlerse, o zaman onlar kirli olarak kabul edilecek ve öyle muamele göreceklerdir. 

Bu, birtakım formları içerebilir:

. asimilasyon – düzeni restore etmek amacıyla insanları dönüştürme girişimi

. dışlama – insan kategorilerini toplumun (‘temizliğin’) dışına veya gettolara itme

. insanları fiziksel olarak yok etme.

Peki, düzensizliğe neden olarak görülen insanlar kimlerdir? 

Bauman’ın düşüncesinde bu insanlar, sosyal düzen için önemli bir tehdit olarak görülen yoksullardır.

Giderek artan bir şekilde, yoksul olmak bir suç olarak görülür; suça ait eğilimlerin veya niyetlerin –alkol bağımlılığı, kumar oynama, uyuşturucu, okul kaçamağı ve aylaklık- ürünü olarak yoksul olmak… 

Yoksullar, ilgi ve desteği hak etmekten uzaktırlar, nefret ve mahkum edilmeye -günahın tam da cisimleşmiş bir örneği olarak- layıktırlar.

Bireysel insanın, postmodern durum içinde gündelik yaşamın öznelciliğini, kurumdışılaşmasını ve parçalanmasını nasıl deneyimlediğini açıklamak için Bauman, postmodern durumdan faydalanmaktan zevk alan ve değişen biçimlerle kimliklerini tekrar tekrar oluşturan bir kişi olan ‘turist’in, postmodern durum içinde acı çeken aylakla mukayesesine yönelir.

Bauman, postmodern dünyanın haritasının turistlerden aylaklara uzanan bir skala içersinde çizilebileceğini ileri sürer. 

Bir kişinin sahip olduğu seçim özgürlüğü ne kadar artarsa,  postmodern durum içinde o kişiye verilen mevki de o kadar genişler. 

‘Mükemmel turist’ büyük ölçüde hoşnutluk verici olan doğa nedeniyle bir yerden bir yere hareket ederken, aksine, ‘biçare aylak’ ise dünyanın oldukça hoşnutsuz bir yer olduğunu anlamasından dolayı bir yerden bir yere hareket eder. 

Burada vurgulayacağımız kesin olan bir şey varsa, aslında o da şudur: postmodern durumun belirsizliğinin üstesinden gelmek için turiste yardımcı olan aylak’ın yaşamının oldukça gösterişsiz bir yaşam olması.

Postmodern bireyler yanlış seçimler yapma problemi olmaksızın tüm isteklerini elde edebilecekleri bir konumu, risksiz bir özgürlüğü de arzularlar.

 Ancak, Bauman’ın bakış açısında ‘…özgürlük ve risk yalnızca birlikte büyür ve birlikte küçülür’.

Diğer bir deyişle, risk özgürlüğün doğasında vardır.

‘Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları’ bir Komüniteryanizm tartışmasıyla sonuçlanır. 

Komüniteryanizm, postmodern durumun belirsizliğine panzehir olarak öne sürülebilir. 

Üstelik, Komüniteryanizmi oldukça cazip kılan şey, devletten bağımsız göründüğü ileri sürülen komünal destek ve bilinçlenmedir. 

Buna karşılık, yine de Bauman, Komüniteryanizmin modern bir ideoloji olduğunu savunmaktadır. 

Komüniteryalizm bireylerin ‘aktif bağlılığına’, sahip oldukları özgür istenç ve seçimlerine dayanır. 

Aynı zamanda, Komüniteryanizm ‘her şeyin doğru oranlarda görülebildiği bir noktanın’ söz konusu olduğunu ve bu noktanın ‘önceden’ belirlenmesi gerektiğini de varsayar. 

Diğer bir ifadeyle, önceden belirlenen ‘komünite’nin bakış açısı, seçimi önceler, bireysel insanlar ‘komünite’ durumunu kabul eden bir konuma gelmek için seçimlerinden, istençlerinden ve akıllarından faydalanırlar. 

Bu, seçimi olmayan veya gönüllü araçlarla kaçınılmaz olarak gerçekleşen bir konumdur:

Diğer bir deyişle, burada talep edilen şey zorunlu kılmanın iktidarıdır, iktidar olasılıkları manipüle ettiğinden, insanların tercih alanlarını daralttığından ve onların diğer yollardan ziyade belirli bir yol içersinde eylemde bulunduklarından emin olur; insanları başka türlü yapmadıkları şeyleri yapmaya zorlamak, onları başka türlü olduklarından daha az özgür kılar.

 Bauman’ın analizindeki problemler, analizlerinin modernist bir ‘sosyal olan’ düşüncesine dayalı olmasıdır. 

Bu, onun ahlak ve Komüniteryanizm analizlerinde de açıkça görülür. Yukarıda öne sürdüğümüz gibi, Bauman’ın bakış açısında, ahlaklı bir kişi olmak kendi çıkarını düşünmeyen bir tarzda eylemek, kişisel çıkarlarımızı hesaba katmaksızın başka birisi için bir şey yapmaktır. 

Bu, şüphesiz sadece, çıkarların ‘kişinin çıkarları’ veya ‘ötekinin çıkarları’ olarak açıkça tanımlanabildiği bir ‘sosyal olan’ zeminine karşı anlamlı olabilir. 

Bu ahlaklılık derin bir biçimde gerçek olarak hissedilir. 

Yukarıda öne sürdüğümüz gibi, Bauman, postmodern bir dayanışma düşüncesini, kendi ahlak kavrayışı üzerine inşa eder; şunu ileri sürdüğü zaman da bu bağlantıyı açıkça ortaya koyar: ‘…özgürlük ve farklılığın esenliği için asli kolektif katkı ve kaçınılmaz bir durum olan dayanışma’.

Bununla kastedilmek istenen, evrensel temellere dayalı bir ‘sosyal olan’ düşüncesidir. 

Ayrıca, onun ‘özgürlük’ ve ‘farklılığa’ ilişkin düşünceleri yalnızca önceden belirlenen –seçimden önce- bir noktada yerleşmekle kalmaz, aynı zamanda Komüniterler tarafından da geniş ölçüde kabul edilir.

Bu savı, Bauman’ın postmodern sosyolojisinin mümkün olmadığını ileri sürerek de genişletebiliriz. 

Sosyoloji, isminin de belirttiği gibi ‘sosyal olan’ın içinde kök salar ve bir disiplin olarak ‘sosyal olan’ın bir ürünüdür. 

Eğer ‘sosyal olan’ bir çözülme yaşarsa -modernitenin kalbinde yer alan ‘sosyal olan’ postmodern durum içerisinde çözülmek zorunda kaldığı için- o zaman, sosyoloji de söz konusu olamaz.

 ‘Sosyal olan’dan kaçamayan yalnızca Bauman’ın sosyolojisi değildir, ayrıca Bauman’ın bir postmodern sosyolojinin kurucuları olarak zikrettiği Garfinkel ve Schutz’un çalışmaları da bu ana akım ‘sosyal olan’ kavramı içerisinde kök salar.

Buradan şu sonucu çıkarabiliriz ki; Bauman’ın öne sürdüğü tüm sosyolojik analizlerin ve var olan çok sayıdaki anlayış biçimlerinin herhangi bir postmodern kavrama göndermede bulunmasına gerek yoktur. 

Bu makalede, Zygmunt Bauman’ın sosyolojisinde asli konumda yer alan birtakım fikirleri hem onun temel metinlerine dayanarak hem de bir postmodern sosyolojinin oluşumuna katkısı açısından ana hatlarıyla ele aldım. 

Benim getirdiğim eleştiri ise Bauman sosyolojisinin, sorgulamaksızın kabul edilmekle kalmayıp aynı zamanda onun açıkça postmodern bir sosyoloji kurma girişiminin de altını oyan, modernist bir ‘sosyal olan’ düşüncesiyle yoğrulmuş olmasıdır. 

Onun temel metinleri hala pek çok özgün iç görü içerir, ancak bunlar, dünya hakkındaki düşüncelerinin üzerine bir cila olmak dışında son tahlilde pek de bir şey sağlamayan postmodernist soyutlamaları kullanmayı gerektirmez. 

Bauman’ın söylemek zorunda olduğu şey tamamen ana akıma uygun 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KRİZİ ‘ÇOKLUK’ KAVRAMIYLA ANLAMAK: BİYOPOLİTİKA, GÜÇ VE İÇKİNLİK   Başlangıç olarak , sözlükteki karşılıklarına bakılırsa,  halk ’ın söz...