PİERRE BOURDİEU - 3
3. Sermaye
Bourdieu,
çalışmalarında toplumsal hiyerarşileri ve egemen yapıları yeniden üreten
mekanizmaları ve bununla ilişkili toplumsal mücadeleleri analiz etmeye çalışır
ve bu noktada ekonomik faktörlere öncelik veren Marksist analizi eleştirir.
Nitekim
ona göre toplumsal hiyerarşilerin ve egemen yapıların yeniden üretiminde
toplumsal aktörler tarafından aktif olarak üretilen dilsel ve kültürel
beceriler de önemli bir rol oynar.
Bourdieu’ya
göre bireylerin söz konusu bu toplumsal etkinlikleri toplumsal dünyada
birbirinden görece özerk olan ve içlerinde belirli sermaye türlerinin rekabet
ettiği, çeşitli toplumsal alanların oluşumuna yol açar.
Bourdieu,
alanlar içerisinde, hakimiyet çabası sırasında elde edilmeye çalışılan sermaye
tiplerini (i) ekonomik, (ii) toplumsal (ya da sosyal), (iii) kültürel ve (iv)
simgesel sermaye olarak tanımlar.
Ekonomik
sermaye, salt ekonomik kaynakların elde bulundurulması anlamına gelir.
Marx’tan
alıntıladığı bu sermaye türü gelir ve mülkiyet sahipliğini ifade etmekle birlikte
aynı zamanda ekonomik olanın diğer pratiklerle ilişkisi bağlamında anlaşılması
üzerine kuruludur.
Yani
Bourdieu’de ekonomik olan, ekonomik olmayandan bağımsız ve kopuk bir sermaye
türü değildir.
Bo-
urdieu’nün ekonomik sermaye kavramı ile Marx’ın sermaye sınıfı arasındaki farka
bakacak olursak;
Bourdieu’nun
ekonomik sermaye kavramı, bireyin sahip olduğu gelir-mal-mülk ilişkisini
tanımlarken Marx’ın sermaye sınıfı ekonomik açıdan üretim araçlarını elinde
bulunduranları ifade etmektedir.
Dolayısı
ile Marx’taki sermaye sınıfının sınırları ve ölçütü kesindir.
Üst
sınıfa tekabül eden bir burjuva sınıfı betimlemesidir.
Bourdieu’da
ise sınıfı açıklamak için ekonomik sermaye yalnız başına yeterli değildir.
Diğer
üç sermaye türü olan sosyal, kültürel, simgesel sermayelere de bakmak gerekir.
Toplumsal
ya da sosyal sermaye ise bir eyleyicinin içinde bulunduğu alanda sahip olduğu
ilişkiler ağına gönderme yapar.
“Eyleyicinin
diğerleriyle olan bağlantıları, grup üyelikleri, bu ilişkilerin getirdiği
eyleyicinin üstündeki veya ona yönelik yükümlülükler, ayrıcalıklar ve itimat”
gibi olgular bu sermayenin içeriğini oluşturur.
Bourdieu’nun
çalışmalarında çok temel bir yeri olan kültürel sermaye ise bir alanda
gücü elinde bulunduranların eğitim yoluyla ailelere ve dolayısıyla bireylere
aşıladığı yapıdır.
Yani
bir nevi “bilgi sermayesidir”.
Göker’in
belirttiği üzere, kültürel sermaye üç halde var olur;
i)
bedenselleşmiş (örneğin çocukluktan bu yana öğrenilmiş dil ve yazma
alışkanlıkları ile bedenin kullanım tarzı) olarak,
ii)
nesneleşmiş (örneğin kitap, resim, sanat ve bilim eseri gibi özel kültürel
hüner gerektiren nesneler) olarak ve iii) son olarak da kurumsallaşmış (örneğin
eğitim kurumu aracılığıyla yaratılan eşitsizlik ve hiyerarşi) olarak.
Bedenselleşen
kültürel sermayeye örnek olarak, çocukluktan başlayarak hanenin sosyal konumuna
göre öğrenilen dil alışkanlıkları, yazma stili, vücudunu farklı bağlamlarda
kullanma tarzları gibi özelliklerle kazanılan ve eşitsizlik etkisini en
şiddetli biçimde eğitim alanında üreten sermaye verilebilir.
Sınıfsal
ayrıcalıkları sayesinde ödüllendirilmesi daha kolay olan yüksek miktarda
kültürel sermayeyi bedenselleştirmiş çocuklar, öğretmenler tarafından
“bozuk aksanlı”, “el yazısı kötü”, “hovarda” gibi kategorilerle işaretlenen
daha düşük sermaye yoğunluğuna sahip çocuklardan daha avantajlı olurlar.
Bourdieu’ya
göre eğitim, kültürel sermayeyi besleyen ve hakim sınıfın yararına olacak
şekilde öğrencileri ayrıştıran bir kurumdur.
Uzun
süren eğitim maratonu sonucunda, hakim sınıfa mensup kişilerin çocukları, yine
bu kişilere ait ekonomik, kültürel ve toplumsal sermayenin de gelecekteki
sahipleri olurlar.
Yönetilen
konumdakilerin (ya da başka bir deyişle seçkin olmayanların) çocukları ise
varlıklarıyla bu sistemin yeniden üretimine katkı sağlayan kişiler olarak
sistem içerisinde yer alırlar.
Hakim
kültürel sermayeye sahip olmamasına rağmen iş ve eğitim hayatında başarılar
elde eden bir birey, her zaman için parmakla gösterine bir örnek olurlar ve
aslında bir istisnadırlar.
Gerçekteyse
hakim kültürel sermayeye sahip olan “zengin” ailelerin çocukları, ekonomik
sermayenin de büyük kısmını ellerinde tutarlar.
Yazılı
kurallar, bu anlamda, henüz öğrenciyken bireyleri bazı şeyleri yapmaya ya
da yapmamaya zorlar.
Bu
zorlamalar sonucunda bireyler yönetenlerin istediği biçimde hayata
hazırlanmış olurlar.
Bourdieu’nun
sözünü ettiği dördüncü sermaye tipi ise simgesel sermayedir.
Simgesel
sermaye diğer sermaye tipleri ile yakından ilişkilidir.
Simgesel
sermaye kısaca tüm sermaye türlerini çeşitli oranlarda içinde barındıran
ve bu şekilde belli bir alanda söz sahibi olabilmek için geçerli hale gelen
sermaye türüdür.
Gösterge
değeri olan soyut bir durumdur.
Örneğin
eğitimin sonucunda alınan diplomalar simgesel sermaye özelliği taşır.
Antika
eserlere sahiplik, kolleksiyonculuk vs. gibi durumlar simgesel sermayeye
ilişkin örneklerdir.
Burada
eklenmesi gereken önemli bir ayrıntı, hangi tür sermaye olursa olsun büyük bir
sermayeye sahip olmanın her zaman için birçok ayrıcalık kazandırdığıdır.
Gündelik
yaşamda ulaşılabilecek yeni bir konum oluştuğunda (örneğin bu bir iş
imkanı olabilir), bu konumlardan ilk haberdar olanlar ve bu konumlara ilk
yönelenler (hangi sermaye biçimi olursa olsun) sermaye bakımından zengin
olanlardır.
4. Simgesel
Şiddet
Eyleyicinin
sosyal bağlantıları ve grup aidiyetleri üzerinden sahip olduğu sermaye, satın
alma gücü, eğitimi, dil alışkanlıkları, beğeni yargısı, bunların hepsi farklı
alanlarda diğer eyleyicilerle mücadele içinde birer tahakküm kozuna
dönüştürülebilir.
Bu
durum habitusun sürekli yeniden üretilmesini ve üretilirken de dönüşmesini
beraberinde getirir.
Bu
noktada simgesel şiddet kavramı önem taşır. İktidar, yeniden üretimini -yani
var olan düzenin devamını- sağlamak için, fiziksel şiddet içermeyen bir
baskı unsuru kullanır.
Bourdieu’nun
simgesel şiddet kavramıyla somutlaştırdığı bu baskı, bir toplumsal eyleyici
üzerinde kendi suç ortaklığıyla uygulanan şiddet biçimidir.
Bourdieu,
sembolik şiddetin bir nevi “sihir teorisi” gibi işlediğini iddia ederek,
sembolik şiddet teorisinin bir inanç üretimi teorisine dayandığının altını
çizmektedir.
Sembolik
şiddetin etkilerinden birisi de, iktidarın karizmaya, bir sihre, bir cazibeye
dönüştürülmesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder