4 Aralık 2022 Pazar

   MARKSİZM VE KUANTUM FİZİĞİ - 5

 

Lenin’in Bilgi Kuramı

 Lenin nasıl ki Engels'in bilimsel önermelerinin revize edilmesinin Marksizmin vazgeçilmez bir gereği olduğu üzerinde durmuştur, onun Materyalizm ve Ampiriyokritisizm’ini gerektiğinde kısaca revize etmek de bizim görevimizdir.

Ne yazık ki Lenin, o dönemin neredeyse evrensel bir yanlış anlaması olan, ‘gözlemciye göre’ teriminin ‘öznel’ anlamına geldiğini zanneden görüş tarafından yanıltılmıştır.

 Bu, onun uzay ve zaman konusunda Ernst Mach’a yönelik eleştirilerinin yanlış olduğu manasına gelmektedir.

Lenin bununla birlikte Mach’ın felsefi yaklaşımını eleştirmekte haklıdır.

Materyalizm ve Ampiriyokritisizm’in çeşitli bölümleri bilgi kuramıyla, dünya hakkında gerçekte ne bildiğimizle ilgilenmektedir.

 Her büyük bilimsel devrimle birlikte bilim daha önce bildiğimizi düşündüğümüz her şeyi sorguladığından ötürü bu konu felsefede birden ortaya çıkıvermektedir.

 

 Mach gibi pozitivistler bireyin hislerinden yola çıkıp dış dünyayı anlamlandırmaya çalışmışlar ve buradan hareketle de dış dünyaya ilişkin felsefi varsayımlardan yoksun tutarlı bir görüş inşa etmeyi ummuşlardır.

 Yaşamı atom seviyesinde tespit etmekte başarısız olmamız gibi bu girişimler de amaçlarına ulaşamamıştır.

Aynı şekilde mantıksal pozitivistlerin daha karmaşık girişimleri de hüsrana uğramıştır.

 Diyalektik yaklaşımın antitezi olan bu klasik felsefi yöntemle gerçekten keşfedilebilecek tek şey, Descartes'ın daha önce söylediği şeydir: “Düşünüyorum, öyleyse varım”.

 Bundan daha fazlası değil.

 Lenin’in doğru bir şekilde öne sürdüğü üzere, bu bakış açısı solipsizmden başka bir yere çıkmaz.

Mantıksal pozitivizm okulunu ciddi ölçüde etkilemiş olan Ludwig Wittgenstein Tractatus Logico-Philosophicus adlı büyük eserini şu sözlerle bitirir: Benim önermelerim şu yolla açımlayıcıdır ki, beni anlayan herhangi bir kimse, sonunda onların anlamsız olduklarını görür…

Bir şey üzerinde konuşulamıyorsa susmak gerekir.

Wittgenstein bunun ardından sessiz sedasız, ilkokul öğretmenliği eğitimi görmek için felsefeden vazgeçmiştir

 (İlerleyen yıllarda felsefeye geri döner ve eski görüşlerini reddeder).

Pozitivizmin (bir kez daha) heyecan veren yeni bir moda olduğu 1908 yılında, yani Materyalizm ve Ampiriyokritisizm kitabının yazıldığı dönemde, Lenin'in Marx ve Engels'in erken dönem yazılarına (örneğin Alman İdeolojisi’ndeki Feuerbach üzerine olan bölüme) erişimi yoktu.

Lenin ayrıca Hegel'i henüz yakından incelememişti.

Bu nedenle söz konusu kitabında, eleştirdiği pozitivist yaklaşıma çok fazla taviz verdi.

 Örneğin şunları yazdı: “Bilgi kuramının birinci ilkesi hiç şüphesiz duyumun, bilgimizin kaynağı olmasıdır.”

 Fakat bu ifade Lenin’in Feuerbach’a yaklaşımıyla çelişir:

 Feuerbach bütün insan pratiğini bilgi kuramının temeli yapar...

 Biz duyumsamadan önce soluk alıp veririz; hava, yiyecek ve içecek olmadan var olamayız

Lenin, Feuerbach’tan şu ifadeleri alıntılar:

Bu, dünyanın düşüncelliği ya da gerçekliği sorununu incelerken yeme-içme sorunuyla uğraşmak zorundayız anlamına mı gelmektedir?’ diye haykırıyor öfkeli idealist.

Ne kepazelik!

 Felsefe ve teoloji kürsülerinin tepesinden bilimsel materyalizmi en kaba şekilde ve canı gönülden paylamak gibi güzelim görgüye karşı ne büyük bir hakaret!

 Lenin kendi bakış açısını şöyle özetler: Yaşamın, pratiğin bakış açısı bilgi kuramında birincil ve temel olmalıdır.

Kuantum mekaniğindeki en son keşifler ışığında filozof, “dolaysız duyumlarımızın dışındaki herhangi bir şeyin gerçekten var olduğunu nasıl bilebiliriz” diye sorduğunda, Marksistler ilgili duyumları incelemezler ve çalışmaya bireyden başlamazlar aksine bu sorunun hangi tarihsel bağlamda ortaya çıktığını sorarlar.

 Sorunun bağlamı nedir, soruyu kim soruyor ve neden?

 Sorulduğu dilin önemi nedir?

 Dünyaya ilişkin neyi bilebileceğimiz (epistemoloji) hakkında felsefi sorular soran filozoflar ve teologlar sadece, insanoğlu bilim insanlarını, yöneticileri ve din adamlarını idame ettirecek kadar yüksek bir üretkenlik sağladığında ortaya çıkarlar.

Sorunun ifade edildiği dil, sonraki döneminde Wittgenstein'ın gösterdiği gibi, onun paylaşılmış anlamlarını taşıyan topluluklarda tarihsel olarak gelişir.

 Dil katı bir biçimde mantıksal bir yapıya sahip değildir, o paylaşılan bir mirastır.

 Epistemolojiyle ilgili sorular sadece belirli somut durumlarda ortaya çıkabilir.

 Tarihsel materyalist yöntem bireyden yola çıkmak yerine, Lenin'in daha sonradan fark ettiği üzere “bilginin kökeni ve gelişimi”nden başlamakta ısrar eder.

Eğer filozoflar bilgi kuramı hakkındaki sorulara yönelik bu cevabı görgüye karşı bir hakaret olarak görürlerse, bu çok kötüdür.

 Diyalektik filozoflar için şeyleri yalıtık olarak düşünmek mümkün değildir.

Diyalektik materyalizm, şeyleri her zaman ilişkileri ve gelişimleri içinde inceleyen ve bir soru sorulduğunda filozofun bağlamı göz ardı etmesine izin vermeyen monist (tekçi), her şeyi kapsayan bir felsefedir.

 Lenin 1914 yılında, sosyal demokrat partilerin Birinci Dünya Savaşı’nda (1914-1918) kendi kapitalist sınıflarını desteklemeye karar vermesiyle uluslararası Marksist hareketin yıkıcı bir yenilgi almasından sonra Hegel'in Mantık Bilimi eserine dikkatini vermiştir.

Rusya'nın en popüler ansiklopedilerinden birinde yayınlanmak üzere Karl Marx: A Brief Biographical Sketch with an Exposition of Marxism [Karl Marx: Marksizmin Bir Açıklaması ve Kısa Bir Biyografik Özeti] adlı kitabı bu dönemde kaleme alan Lenin burada bilgi kuramının “öznesini tarihsel olarak ele alması gerektiğini” yazmıştır: Diyalektik materyalizm ‘diğer bilimler üstünde  yer alan bir felsefeye ihtiyaç duymaz.’

  Eski felsefeden geriye düşüncenin bilimi ve onun yasaları –formel mantık ve diyalektik– kalır.

  Marks tarafından anlaşıldığı biçimiyle ve aynı zamanda Hegel’e uygun olarak diyalektik, şimdi bilgi kuramı ya da epistemoloji denilen şeyi ihtiva eder.

 Ki bu kuram da bilginin kökenini ve gelişimini –bilgi olmayandan bilgiye geçişi– inceleyip genelleştirerek, öznesine tarihsel olarak bakmak zorundadır .

  

Einstein’ın Gerçeklik Unsurları: Yerellik

 Kumar'ın doğru bir şekilde açıkladığı üzere, Einstein, gerçeklik unsurları diye adlandırdığı ve kuantum mekaniği tarafından altlarının oyulduğunu düşündüğü üç temel önermeyi savunmuştur.

Bunları yerellik, nedensellik ve nesnellik olarak adlandıracağız.

Buradaki tartışmamızın konunun genişliği karşısında oldukça basitleştirilmiş ve kısa kalacağının farkındayız.

Yerellik, ayrı yerelliklerdeki şeylerin kuantum mekaniğinin önerdiğinin aksine birbirleriyle anında iletişime geçemeyecekleri görüşüdür.

 Einstein, kuantum mekaniğinin ‘uzaktan hayalet etkisiyle alay etmiş fakat bu etki ancak deneysel olarak kanıtlanmıştır.

1980'lerden günümüze kadar yapılan deneyler, iki fotonun eşzamanlı olarak bir atomdan yayılması durumunda, bunların birbirlerine ‘dolanık’ olduklarını ya da birbirleriyle anında iletişime geçtiğini göstermiştir.

Birbirlerinden ışık hızıyla uzaklaşsalar da her ikisi de bir şekilde aynı varlığın parçasıdırlar.

 Schrödinger’in kedisi düşünce deneyini tasarlarken ‘dolanık’ terimini ilk kullanan Erwin Schrödinger olmuştur.

 Kuantum dolanıklığı test etmek amaçlı son deney Haziran 2008'de Cenevre Üniversitesindeki fizikçiler tarafından gerçekleştirildi.

 Söz konusu fizikçiler dolanık foton çiftleri ürettikten sonra, optik fiberler kullanarak bu çiftlerden birini İsviçre'deki Cenevre kentinden aynı ülkenin Satigny kasabasına, diğerini ise buradan 18 kilometre uzaklıktaki yine İsviçre kasabası Jussy'ye gönderdiler.

 Bilim insanları deneyde dünyanın dönüşünün sonuçları nasıl etkileyebileceğini bile hesaba kattılar ve beklendiği üzere, farklı İsviçre kasabalarına gönderilmiş bu foton çiftlerinin bazı bakımlardan, partnerlerinin bilim insanları ya da daha doğrusu onların ekipmanı tarafından nasıl manipüle edildiklerini ‘biliyor’ izlenimi verdiklerini buldular.

 Önceki deneylerle kıyaslandığında iki İsviçre kasabası arasındaki mesafe o kadar büyüktü ki, eğer parçacıklar deney sırasında birbirleriyle iletişim kurmuş olsalardı, birbirlerine dolanık foton çifti arasındaki iletişimin ışık hızından on bin kat daha hızlı gerçekleşmesi lazımdı.

  Dolanık cisimler kesin değil büyük ihtimalle olsa da bilinmeyen bir şekilde zaman ve uzay dışında bir bağlantıya sahipler gibi görünüyor.

Elektronların Einstein'ın 1905'te tanımlanmasına katkıda bulunduğu kuantum sıçrama yoluyla bir yerden kaybolup aradaki hiçbir noktada bulunmadan başka bir yerde yeniden ortaya çıkmaları ve böylece uzay ve zaman kavramlarımıza meydan okumaları gibi, bu dolanık cisimler de uzay ve zamanı dikkate almıyor gibi görünmektedirler.

Söz konusu cisimler ayrı yerelliklerin varlığını kabul etmiyormuş gibi davranmaktadırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KRİZİ ‘ÇOKLUK’ KAVRAMIYLA ANLAMAK: BİYOPOLİTİKA, GÜÇ VE İÇKİNLİK   Başlangıç olarak , sözlükteki karşılıklarına bakılırsa,  halk ’ın söz...