MARKSİZM VE KUANTUM FİZİĞİ - 5
Lenin’in
Bilgi Kuramı
Lenin
nasıl ki Engels'in bilimsel önermelerinin revize edilmesinin Marksizmin
vazgeçilmez bir gereği olduğu üzerinde durmuştur, onun Materyalizm ve
Ampiriyokritisizm’ini gerektiğinde kısaca revize etmek de bizim
görevimizdir.
Ne
yazık ki Lenin, o dönemin neredeyse evrensel bir yanlış anlaması olan,
‘gözlemciye göre’ teriminin ‘öznel’ anlamına geldiğini zanneden
görüş tarafından yanıltılmıştır.
Bu,
onun uzay ve zaman konusunda Ernst Mach’a yönelik eleştirilerinin yanlış
olduğu manasına gelmektedir.
Lenin
bununla birlikte Mach’ın felsefi yaklaşımını eleştirmekte haklıdır.
Materyalizm
ve Ampiriyokritisizm’in çeşitli bölümleri bilgi kuramıyla, dünya hakkında
gerçekte ne bildiğimizle ilgilenmektedir.
Her
büyük bilimsel devrimle birlikte bilim daha önce bildiğimizi düşündüğümüz her
şeyi sorguladığından ötürü bu konu felsefede birden ortaya
çıkıvermektedir.
Mach
gibi pozitivistler bireyin hislerinden yola çıkıp dış dünyayı anlamlandırmaya
çalışmışlar ve buradan hareketle de dış dünyaya ilişkin felsefi varsayımlardan
yoksun tutarlı bir görüş inşa etmeyi ummuşlardır.
Yaşamı
atom seviyesinde tespit etmekte başarısız olmamız gibi bu girişimler de
amaçlarına ulaşamamıştır.
Aynı
şekilde mantıksal pozitivistlerin daha karmaşık girişimleri de hüsrana
uğramıştır.
Diyalektik
yaklaşımın antitezi olan bu klasik felsefi yöntemle gerçekten keşfedilebilecek
tek şey, Descartes'ın daha önce söylediği şeydir: “Düşünüyorum, öyleyse
varım”.
Bundan
daha fazlası değil.
Lenin’in
doğru bir şekilde öne sürdüğü üzere, bu bakış açısı solipsizmden başka bir
yere çıkmaz.
Mantıksal
pozitivizm okulunu ciddi ölçüde etkilemiş olan Ludwig
Wittgenstein Tractatus Logico-Philosophicus adlı büyük eserini şu
sözlerle bitirir: Benim önermelerim şu yolla açımlayıcıdır ki, beni
anlayan herhangi bir kimse, sonunda onların anlamsız olduklarını görür…
Bir
şey üzerinde konuşulamıyorsa susmak gerekir.
Wittgenstein
bunun ardından sessiz sedasız, ilkokul öğretmenliği eğitimi görmek için
felsefeden vazgeçmiştir
(İlerleyen
yıllarda felsefeye geri döner ve eski görüşlerini reddeder).
Pozitivizmin
(bir kez daha) heyecan veren yeni bir moda olduğu 1908 yılında, yani Materyalizm
ve Ampiriyokritisizm kitabının yazıldığı dönemde, Lenin'in Marx ve
Engels'in erken dönem yazılarına (örneğin Alman İdeolojisi’ndeki Feuerbach
üzerine olan bölüme) erişimi yoktu.
Lenin
ayrıca Hegel'i henüz yakından incelememişti.
Bu
nedenle söz konusu kitabında, eleştirdiği pozitivist yaklaşıma çok fazla
taviz verdi.
Örneğin
şunları yazdı: “Bilgi kuramının birinci ilkesi hiç şüphesiz duyumun, bilgimizin
kaynağı olmasıdır.”
Fakat
bu ifade Lenin’in Feuerbach’a yaklaşımıyla çelişir:
Feuerbach
bütün insan pratiğini bilgi kuramının temeli yapar...
Biz
duyumsamadan önce soluk alıp veririz; hava, yiyecek ve içecek olmadan var
olamayız
Lenin,
Feuerbach’tan şu ifadeleri alıntılar:
Bu,
dünyanın düşüncelliği ya da gerçekliği sorununu incelerken yeme-içme sorunuyla
uğraşmak zorundayız anlamına mı gelmektedir?’ diye haykırıyor öfkeli idealist.
Ne
kepazelik!
Felsefe
ve teoloji kürsülerinin tepesinden bilimsel materyalizmi en kaba şekilde ve
canı gönülden paylamak gibi güzelim görgüye karşı ne büyük bir hakaret!
Lenin
kendi bakış açısını şöyle özetler: Yaşamın, pratiğin bakış açısı bilgi
kuramında birincil ve temel olmalıdır.
Kuantum
mekaniğindeki en son keşifler ışığında filozof, “dolaysız duyumlarımızın
dışındaki herhangi bir şeyin gerçekten var olduğunu nasıl bilebiliriz” diye
sorduğunda, Marksistler ilgili duyumları incelemezler ve çalışmaya bireyden
başlamazlar aksine bu sorunun hangi tarihsel bağlamda ortaya çıktığını
sorarlar.
Sorunun
bağlamı nedir, soruyu kim soruyor ve neden?
Sorulduğu
dilin önemi nedir?
Dünyaya
ilişkin neyi bilebileceğimiz (epistemoloji) hakkında felsefi sorular soran
filozoflar ve teologlar sadece, insanoğlu bilim insanlarını,
yöneticileri ve din adamlarını idame ettirecek kadar yüksek bir
üretkenlik sağladığında ortaya çıkarlar.
Sorunun
ifade edildiği dil, sonraki döneminde Wittgenstein'ın gösterdiği gibi, onun
paylaşılmış anlamlarını taşıyan topluluklarda tarihsel olarak gelişir.
Dil
katı bir biçimde mantıksal bir yapıya sahip değildir, o paylaşılan bir
mirastır.
Epistemolojiyle
ilgili sorular sadece belirli somut durumlarda ortaya çıkabilir.
Tarihsel
materyalist yöntem bireyden yola çıkmak yerine, Lenin'in daha sonradan fark
ettiği üzere “bilginin kökeni ve gelişimi”nden başlamakta ısrar eder.
Eğer
filozoflar bilgi kuramı hakkındaki sorulara yönelik bu cevabı görgüye
karşı bir hakaret olarak görürlerse, bu çok kötüdür.
Diyalektik
filozoflar için şeyleri yalıtık olarak düşünmek mümkün değildir.
Diyalektik
materyalizm, şeyleri her zaman ilişkileri ve gelişimleri içinde inceleyen ve
bir soru sorulduğunda filozofun bağlamı göz ardı etmesine izin
vermeyen monist (tekçi), her şeyi kapsayan bir felsefedir.
Lenin
1914 yılında, sosyal demokrat partilerin Birinci Dünya Savaşı’nda
(1914-1918) kendi kapitalist sınıflarını desteklemeye karar vermesiyle
uluslararası Marksist hareketin yıkıcı bir yenilgi almasından sonra
Hegel'in Mantık Bilimi eserine dikkatini vermiştir.
Rusya'nın
en popüler ansiklopedilerinden birinde yayınlanmak üzere Karl Marx: A
Brief Biographical Sketch with an Exposition of Marxism [Karl Marx:
Marksizmin Bir Açıklaması ve Kısa Bir Biyografik Özeti] adlı kitabı bu dönemde
kaleme alan Lenin burada bilgi kuramının “öznesini tarihsel olarak ele alması
gerektiğini” yazmıştır: Diyalektik materyalizm ‘diğer bilimler üstünde
yer alan bir felsefeye ihtiyaç duymaz.’
Eski
felsefeden geriye düşüncenin bilimi ve onun yasaları –formel mantık ve
diyalektik– kalır.
Marks
tarafından anlaşıldığı biçimiyle ve aynı zamanda Hegel’e uygun olarak
diyalektik, şimdi bilgi kuramı ya da epistemoloji denilen şeyi ihtiva
eder.
Ki
bu kuram da bilginin kökenini ve gelişimini –bilgi olmayandan bilgiye geçişi–
inceleyip genelleştirerek, öznesine tarihsel olarak bakmak zorundadır .
Einstein’ın
Gerçeklik Unsurları: Yerellik
Kumar'ın
doğru bir şekilde açıkladığı üzere, Einstein, gerçeklik unsurları diye
adlandırdığı ve kuantum mekaniği tarafından altlarının oyulduğunu
düşündüğü üç temel önermeyi savunmuştur.
Bunları
yerellik, nedensellik ve nesnellik olarak adlandıracağız.
Buradaki
tartışmamızın konunun genişliği karşısında oldukça basitleştirilmiş ve kısa
kalacağının farkındayız.
Yerellik,
ayrı yerelliklerdeki şeylerin kuantum mekaniğinin önerdiğinin aksine
birbirleriyle anında iletişime geçemeyecekleri görüşüdür.
Einstein,
kuantum mekaniğinin ‘uzaktan hayalet etkisiyle alay etmiş fakat bu etki
ancak deneysel olarak kanıtlanmıştır.
1980'lerden
günümüze kadar yapılan deneyler, iki fotonun eşzamanlı olarak bir atomdan
yayılması durumunda, bunların birbirlerine ‘dolanık’ olduklarını ya da
birbirleriyle anında iletişime geçtiğini göstermiştir.
Birbirlerinden
ışık hızıyla uzaklaşsalar da her ikisi de bir şekilde aynı varlığın
parçasıdırlar.
Schrödinger’in
kedisi düşünce deneyini tasarlarken ‘dolanık’ terimini ilk kullanan Erwin
Schrödinger olmuştur.
Kuantum
dolanıklığı test etmek amaçlı son deney Haziran 2008'de Cenevre
Üniversitesindeki fizikçiler tarafından gerçekleştirildi.
Söz
konusu fizikçiler dolanık foton çiftleri ürettikten sonra, optik fiberler
kullanarak bu çiftlerden birini İsviçre'deki Cenevre kentinden aynı ülkenin
Satigny kasabasına, diğerini ise buradan 18 kilometre uzaklıktaki
yine İsviçre kasabası Jussy'ye gönderdiler.
Bilim
insanları deneyde dünyanın dönüşünün sonuçları nasıl etkileyebileceğini bile
hesaba kattılar ve beklendiği üzere, farklı İsviçre kasabalarına gönderilmiş bu
foton çiftlerinin bazı bakımlardan, partnerlerinin bilim insanları ya da daha
doğrusu onların ekipmanı tarafından nasıl manipüle edildiklerini ‘biliyor’
izlenimi verdiklerini buldular.
Önceki
deneylerle kıyaslandığında iki İsviçre kasabası arasındaki mesafe o kadar
büyüktü ki, eğer parçacıklar deney sırasında birbirleriyle iletişim kurmuş
olsalardı, birbirlerine dolanık foton çifti arasındaki iletişimin ışık hızından
on bin kat daha hızlı gerçekleşmesi lazımdı.
Dolanık
cisimler kesin değil büyük ihtimalle olsa da bilinmeyen bir şekilde zaman ve
uzay dışında bir bağlantıya sahipler gibi görünüyor.
Elektronların
Einstein'ın 1905'te tanımlanmasına katkıda bulunduğu kuantum sıçrama
yoluyla bir yerden kaybolup aradaki hiçbir noktada bulunmadan başka bir yerde
yeniden ortaya çıkmaları ve böylece uzay ve zaman kavramlarımıza meydan
okumaları gibi, bu dolanık cisimler de uzay ve zamanı dikkate almıyor gibi
görünmektedirler.
Söz
konusu cisimler ayrı yerelliklerin varlığını kabul etmiyormuş gibi
davranmaktadırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder