3 Aralık 2022 Cumartesi

   MARKSİZM VE KUANTUM FİZİĞİ - 4

 

Bilimsel Modeller

 Einstein kuantum mekaniğinin anlaşılma ve yorumlanma şeklini sorgulamıştır.

Bu durum geçtiğimiz 80 yıl boyunca bilim insanları ve filozoflar arasında kuantum mekaniğini tartışılması meşru bir konu haline getirmiştir.

 Bu tartışma, Manjit Kumar’ın 2008 tarihliQuantum: Einstein, Bohr and the Great Debate about the Nature of Reality [Kuantum: Einstein, Bohr ve Gerçekliğin Doğası Üzerine Büyük Tartışma] kitabının da konusunu oluşturur.

Einstein kuantum mekaniğinin klasik yorumunun ‘gerçeklik unsurları’ dediği şeylerden yoksun olduğunu düşünmüştür.

 Podolsky ve Rosen’la birlikte yazdıkları “Can Quantum-Mechanical Description of Physical Reality Be Considered Complete?” [“Fiziksel Gerçekliğin Kuantum Mekaniksel Tanımı Tam Olarak Düşünülebilir mi?”] (Physical Review, 15 Mayıs 1935) adlı makalede, Einstein kuantum mekaniğinin bu konudaki son söz olup olmadığını sormuştur.

 Hepsi değilse bile çoğu fizikçi bugün bu soruya ‘Hayır’ diye cevap verir.

 İleride atomik seviyede yeni bir gerçeklik modeli oluşturulacaktır.

 Fakat bu hemen, “O zaman mevcut kuantum mekaniği modelinin kıymeti nedir?” şeklindeki yaygın soruyu doğurur.

 Eğer bir modelin yerini sadece bir diğeri alacaksa, her yeni model kendinden öncekinin inkârı olacaksa, bilim bize gerçeklik hakkında ne anlatabilir?

Bilim kesinlikle, bir zamanlar düşünüldüğünün aksine gerçekliğin doğasını tam olarak ortaya çıkarmaya doğru yavaş yavaş ve sürekli olarak ilerlemez.

 Postmodernist filozoflar bu nedenle tüm bilimsel modellerin geçerliliğine karşı çıkarlar.

 Postmodern felsefe 1980’li yıllarda esasen bir sağ felsefe olarak yükselmiştir.

Bu felsefi görüş (diğer şeyler yanında) bilimin bize gerçeklik hiçbir şey söyleyemeyeceğini, onun sadece dönemin çeşitli politik ve kültürel eğilimlerini yansıttığını belirtir.

 Bu felsefenin izleri yapısalcılar ve postyapısalcılar üzerinden ABD’li fizikçi ve filozof Thomas Kuhn’a kadar sürülebilir.

Bilimin yavaş yavaş ve düz bir şekilde nihai doğruluğa ilerlediği fikrini yıkan kişi, 1962 yılında yazdığı Structure of Scientific Revolutions [Bilimsel Devrimlerin Yapısı] kitabıyla Kuhn olmuştur.

 Kuhn bilimin; kültür ve toplumun özü itibariyle tutucu olan zincirlerini kıran bilimsel devrimler yoluyla ilerlediğini göstermiştir.

 Kuhn’a göre bilim, bir bilimsel devrim doğal dünya hakkındaki görüşlerimizi yıkana kadar, köklü bilimsel kuramlar veya ‘paradigmalar’ içine çekilmeye eğilimlidir.

 Bu yeni dünya görüşü eski paradigmayı tümüyle yok eder.

 Bilim ve bilimsel topluluk içindeki karşıtların çatışmasını tarif eden Kuhn’un somut tarihsel çalışması, bilimsel modellerin gelişiminin doğası hakkında yeni bir diyalektik anlayış ortaya koymuştur.

 Fakat Marksizm her zaman bilimsel modellerin yaklaşık doğasını kavramış ve nihai doğruluk fikrini reddetmiştir.

 Lenin 1908’de şöyle yazmıştır: Ne var ki diyalektik materyalizm, maddenin yapısı ve onun özelliklerine ilişkin her bilimsel kuramın yaklaşık, göreli karakteri üzerinde durur.

 Engels 100 yıldan fazla bir süre önce ‘mutlak doğruluğun’ felsefe ya da başka herhangi bir yolla elde edilemez olduğunu belirtmiş ve şunları yazmıştır:

 [Doğa] bilimleri yolunda ulaşılabilir, göreli doğruluklar peşinde koşulur.

Yaklaşık 200 yıl önce Hegel, “felsefe tarihinde çokça yanlış anlaşılmış bir fenomenin –bir sistemin diğeri tarafından inkârının– hakiki anlamı” üzerinde durmuştur.

 Hegel bilimsel gelişimi, söz konusu felsefe tarihinin parçası olarak görmüştür.

Bir sistemin diğeri tarafından inkârı, farklı felsefi (veya bilimsel) sistemlerin anlamsız döngüsünden başka bir şeyin mevcut olmadığı anlamına mı gelmektedir?

“Eğer durum bu olsaydı, felsefe tarihi (bilim dahil) tüm çalışmalar içindeki en acıklı şey olur, zamanla ortaya çıkan her sistemin inkârını göstermekten başka bir şey ifade etmezdi”

  Hegel’e göre inkâr edilmiş eski fikirlerin unsurları “tabi olmuş ve örtük şekilde sonrasında muhafaza edilirler”.

 Bilimde başarılı yeni kuramlar devirdikleri eski kuramlardan oldukça farklı olabilirler.

 Ne var ki bunlar doğanın belirli koşullarda nasıl davranacağını tahmin etmek bakımından çok daha güçlüdürler.

 Bilimciler bu sayede doğayı çok daha hassas bir şekilde yönlendirebilip bilimin on yıllara denk gelen devasa ve çoğu zaman yıkıcı sıçramalarını üretirler.

 Bilimsel yorumlar (örneğin kuantum mekaniğinin son yarım yüzyılda en sık, en yaygın kullanılan Kopenhag yorumu) bilimsel tahminlere yardımcı olmak üzere doğarlar.

 Büyük resim göz önünde bulundurulduğunda modeller yaklaşık ve geçici olsalar da (kelimenin doğal, yaygın ve teknik olmayan anlamıyla) gerçekliği yansıtırlar.

 Modeller nihai gerçeklik olmayıp gerçekliğin sadece birer yansımasıdırlar.

 Bilim üzerine modern felsefi tartışmalarda eksik olan şey, kapitalizmin rolünün anlaşılması konusundadır.

Bunun sebebi kesinlikle, çeşitli biçimleriyle postmodernizmin, tarihsel süreçlerin bilimsel Marksist tariflerinin geçerliliğini ve hâkim sosyal demokratik toplum kavramlarını reddetmek üzerinden doğmuş olmasıdır.

 Birleşik Krallık’ın eski başbakanlarından Margaret Thatcher bir keresinde yanlışlıkla “toplum diye bir şeyin olmadığını” ilan etmişti.

 Kapitalizm bilimin işleyişini ve kullanışlılığını ne kadar çok tahrif ederse etsin, kapitalistler ve kapitalist ülkeler, doğayı yeni ürünler geliştirebilecek kadar başarılı bir şekilde anlayan bilim insanlarına kapitalist mülk sahipleri ve kapitalist uluslar daha başarılı bir şekilde rekabet edebilsinler diye ihtiyaç duymaya devam ediyorlar.

Bilimin bu nedenle –herhangi bir filozof ya da bilim insanı ne derse desin– mistisizm, solipsizm ya da öznel idealizme yönelmesi mümkün değildir.

 Aksine bilim her zaman materyalist bir yaklaşıma yönelmek zorundadır.

 Lenin'in tekrar tekrar söylediği gibi bilim insanları içgüdüsel olarak materyalisttirler

 Engels'in belirttiği üzere göreli doğrulukları keşfederler.

  

Metafizik ve Diyalektik Materyalizm

 Einstein kuantum mekaniğinin gelişimine 1905 yılındaki makalesiyle büyük bir katkıda bulunmuştur.

 Kuantum sıçramalar üzerine olan bu makale Einstein’a Nobel ödülünü getirmiştir.

Kumar’ın açıkladığı üzere, bir atom içinde bir yerde ortaya çıkan bir elektron sonrasında “sanki bir çeşit büyü sonucunda aradaki hiçbir noktada bulunmadan başka bir yerde yeniden ortaya çıkar.”

Bu, Londra’da bulunan bir ağacın ortadan kaybolup birden New York’ta ortaya çıkması gibidir.

Einstein 1930’lu yıllarda kuantum mekaniğinin iki kurucusu olan Niels Bohr ve Wener Heisenberg ile meşhur bir tartışmaya tutuşur.

Bohr ve Heisenberg keşiflerinin gerçekliğin yeni bir yorumunu gerektirdiğini fark ederler.

Heisenberg kuantum mekaniğinin, “fizikçileri 19. yüzyılda doğa bilimlerine egemen olan basite indirgenmiş materyalist görüşlerden uzaklara götürdüğünü” öne sürer.

 Bernard d’Espagnat ise bununla ilgili şöyle der: “Fizik sayesinde materyalizmin hakkından gelmişken, radikal idealizme mi teslim olacağız?”

Daha önemlisi, d’Espagnat kendi sorusunu ‘hayır’ diye cevaplar.

Kumar, Einstein’ın safını tutmaktadır çünkü kuantum mekaniği materyalizme karşı çıkıyor gibi görünmektedir.

 Aslında Kumar hakiki diyalektik materyalizmi değil, Heisenberg’ün reddettiği materyalizmin basite indirgenmiş 19. yüzyıl yorumunu, Lenin’in ‘metafizik’ materyalizm dediği şeyi savunmaktadır.

Değişmez elementler, ‘şeylerin değişmez özleri’ olduğunu kabul etmek vb. materyalizm değildir, metafizik, yani diyalektik olmayan materyalizmdir.

 Lenin kendisini Einstein’ın kuramını doğru bir şekilde değerlendirmeye götüren hangi yöntemi kullanmıştır?

 Son bilimsel keşiflerin diyalektik materyalizmi hiç de çürütmediğini öne süren Lenin bunu, Heisenberg’ün basite indirgenmiş 19. yüzyıl materyalist görüşler olarak adlandırdığı şeyleri savunarak değil, onları gözden geçirip değiştirerek göstermiştir.

 Başka bir deyişle Lenin bunun diyalektik materyalist felsefe bakımından da geçerli olduğunu, materyalist bir bilimsel kuramın bilim geliştikçe değişmek zorunda olduğunu kabul etmiştir.

 Materyalizm (diyalektik materyalizmin aksine) çeşitli bilim insanları ve filozofların gösterdiği üzere yüzyıllar boyunca çeşitli biçimler alabilir.

 Ne var ki diyalektik materyalizm herhangi bir verili dönemin bilimsel tespitleriyle kendini sınırlamaz.

Lenin konuyla ilgili şunları yazmıştır: Engels açıkça şöyle diyor: ‘doğa bilimleri alanında… çığır açan her keşifle birlikte materyalizm biçimini değiştirmelidir.’

 Bu nedenle Engels’in materyalizminin ‘biçim’inin revizyonunun, onun doğal-felsefi [yani bilimsel] önermelerinin revizyonunun ‘revizyonizm’le, terimin benimsenmiş anlamıyla bir ilgisi yoktur.

Aksine bu revizyon Marksizmin vazgeçilmez bir gereğidir.

Lenin bundan dolayı daha önce Marksistler bakımından materyalizmin temel ilkeleri olarak düşünülen şeyleri revize etmiştir.

 Aslında Lenin, Einstein’ın kütle ile enerjinin birbirlerine dönüşebildiklerini göstermesinden sonra bilhassa yetersiz bir gözlem haline gelen ‘hareket halindeki madde’gibi Engels’in safi bilimsel materyalist ifadelerinin (onun doğal-felsefi önermelerinin) tümünü ıskartaya çıkarmıştır.

Geriye kalan şey basitçe söylemek gerekirse, Engels’in “doğanın önce geldiğini düşünenler materyalizmin çeşitli okullarında yer alırlar” savına geri dönüştür.

Bu noktada ısrar, belirli bir dönemin basit bilimsel, materyalist bakış açısına ait yanların asla tüm zamanlar için sabitlenemeyeceğinin, bunların ‘yaklaşık’ ve ‘göreli’ olduklarının diyalektik materyalizm tarafından kabulüdür.

Kuantum mekaniği, şeylerin eşzamanlı olarak iki yerde birden bulunması gibi örneklerle uzay ve zamanla ilgili en temel varsayımlarımıza karşı çıkıyor gibi görünmektedir.

 Meşhur Schrödinger’in kedisi düşünce deneyinde, kedi gözlemlenene kadar hem canlı hem de ölüdür.

Fakat Lenin’in zamanında bilim de maddi dünyanın algılanış biçimini tersine çevirmiştir.

Lenin kitabının “Modern Fiziğin Bunalımı” bölümünde şunları yazmıştır: Elektronların toplam kütlesinin… köken olarak tümüyle ve yalnızca elektrodinamik olduğu ortaya çıkmıştır.

Kütle kaybolmaktadır.

  Mekaniğin temelleri çürütülmüş, Newton’ın etki ile tepkinin eşitliği şeklindeki ilkesinin altı oyulmuştur vb.

Poincaré, fiziğin eski ilkelerinin yıkıntılarıyla, ‘ilkelerde genel bir çöküş’le ile karşı karşıyayız diyor.

 Alıntıda ifade edilenler, Lenin'in kitabının hedefindeki Bolşevik liderlerin, Engels'in görüşlerinin ‘eskimiş hale geldiğini’ iddia etmelerine yol açmıştır.

 Lenin'in aktardığına göre bu kesimler “… çağdaş bilgi kuramı’nın görünüşe göre materyalizmi çürüttüğünü” savunmuşlardır.

Dahası Engels'in diyalektiğinin ‘mistisizm’ olduğunu öne sürmüşlerdir.

  Bolşevik liderler, Engels’in Ludwig Feurbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu adlı eserinde ifade ettiği şu hataya düşmüşlerdir:

Feuerbach… materyalizmi… ve bu dünya görüşünün tarihin belirli bir aşamasında, yani 18. Yüzyılda ifade edildiği özel biçimi aynı kefeye koyuyor.

Lenin’in eleştirdiği Bolşevik liderler, Engels’in deyişiyle ‘tarihin belirli bir aşamasındaki’ materyalizmi Marksist materyalizmle karıştırmışlardır.

Bu isimlerde eksik olan şey materyalizme diyalektik yaklaşımdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KRİZİ ‘ÇOKLUK’ KAVRAMIYLA ANLAMAK: BİYOPOLİTİKA, GÜÇ VE İÇKİNLİK   Başlangıç olarak , sözlükteki karşılıklarına bakılırsa,  halk ’ın söz...