MARKSİZM VE KUANTUM FİZİĞİ - 4
Bilimsel
Modeller
Einstein
kuantum mekaniğinin anlaşılma ve yorumlanma şeklini sorgulamıştır.
Bu
durum geçtiğimiz 80 yıl boyunca bilim insanları ve filozoflar arasında kuantum
mekaniğini tartışılması meşru bir konu haline getirmiştir.
Bu
tartışma, Manjit Kumar’ın 2008 tarihliQuantum: Einstein, Bohr and the
Great Debate about the Nature of Reality [Kuantum: Einstein, Bohr ve
Gerçekliğin Doğası Üzerine Büyük Tartışma] kitabının da konusunu oluşturur.
Einstein
kuantum mekaniğinin klasik yorumunun ‘gerçeklik unsurları’ dediği
şeylerden yoksun olduğunu düşünmüştür.
Podolsky
ve Rosen’la birlikte yazdıkları “Can Quantum-Mechanical Description of Physical
Reality Be Considered Complete?” [“Fiziksel Gerçekliğin Kuantum Mekaniksel
Tanımı Tam Olarak Düşünülebilir mi?”] (Physical Review, 15 Mayıs 1935) adlı
makalede, Einstein kuantum mekaniğinin bu konudaki son söz olup olmadığını
sormuştur.
Hepsi
değilse bile çoğu fizikçi bugün bu soruya ‘Hayır’ diye cevap verir.
İleride
atomik seviyede yeni bir gerçeklik modeli oluşturulacaktır.
Fakat
bu hemen, “O zaman mevcut kuantum mekaniği modelinin kıymeti nedir?” şeklindeki
yaygın soruyu doğurur.
Eğer
bir modelin yerini sadece bir diğeri alacaksa, her yeni model kendinden
öncekinin inkârı olacaksa, bilim bize gerçeklik hakkında ne anlatabilir?
Bilim
kesinlikle, bir zamanlar düşünüldüğünün aksine gerçekliğin doğasını tam olarak
ortaya çıkarmaya doğru yavaş yavaş ve sürekli olarak ilerlemez.
Postmodernist
filozoflar bu nedenle tüm bilimsel modellerin geçerliliğine karşı
çıkarlar.
Postmodern
felsefe 1980’li yıllarda esasen bir sağ felsefe olarak yükselmiştir.
Bu
felsefi görüş (diğer şeyler yanında) bilimin bize gerçeklik hiçbir şey
söyleyemeyeceğini, onun sadece dönemin çeşitli politik ve
kültürel eğilimlerini yansıttığını belirtir.
Bu
felsefenin izleri yapısalcılar ve postyapısalcılar üzerinden ABD’li fizikçi ve
filozof Thomas Kuhn’a kadar sürülebilir.
Bilimin
yavaş yavaş ve düz bir şekilde nihai doğruluğa ilerlediği fikrini yıkan kişi,
1962 yılında yazdığı Structure of Scientific
Revolutions [Bilimsel Devrimlerin Yapısı] kitabıyla Kuhn olmuştur.
Kuhn
bilimin; kültür ve toplumun özü itibariyle tutucu olan zincirlerini kıran
bilimsel devrimler yoluyla ilerlediğini göstermiştir.
Kuhn’a
göre bilim, bir bilimsel devrim doğal dünya hakkındaki görüşlerimizi yıkana
kadar, köklü bilimsel kuramlar veya ‘paradigmalar’ içine çekilmeye eğilimlidir.
Bu
yeni dünya görüşü eski paradigmayı tümüyle yok eder.
Bilim
ve bilimsel topluluk içindeki karşıtların çatışmasını tarif eden Kuhn’un somut
tarihsel çalışması, bilimsel modellerin gelişiminin doğası hakkında yeni
bir diyalektik anlayış ortaya koymuştur.
Fakat
Marksizm her zaman bilimsel modellerin yaklaşık doğasını kavramış ve nihai
doğruluk fikrini reddetmiştir.
Lenin
1908’de şöyle yazmıştır: Ne var ki diyalektik materyalizm, maddenin yapısı ve
onun özelliklerine ilişkin her bilimsel kuramın yaklaşık, göreli karakteri
üzerinde durur.
Engels
100 yıldan fazla bir süre önce ‘mutlak doğruluğun’ felsefe ya da başka herhangi
bir yolla elde edilemez olduğunu belirtmiş ve şunları yazmıştır:
[Doğa]
bilimleri yolunda ulaşılabilir, göreli doğruluklar peşinde koşulur.
Yaklaşık
200 yıl önce Hegel, “felsefe tarihinde çokça yanlış anlaşılmış bir
fenomenin –bir sistemin diğeri tarafından inkârının– hakiki anlamı” üzerinde
durmuştur.
Hegel
bilimsel gelişimi, söz konusu felsefe tarihinin parçası olarak görmüştür.
Bir
sistemin diğeri tarafından inkârı, farklı felsefi (veya bilimsel) sistemlerin
anlamsız döngüsünden başka bir şeyin mevcut olmadığı anlamına mı gelmektedir?
“Eğer
durum bu olsaydı, felsefe tarihi (bilim dahil) tüm çalışmalar içindeki en
acıklı şey olur, zamanla ortaya çıkan her sistemin inkârını göstermekten
başka bir şey ifade etmezdi”
Hegel’e
göre inkâr edilmiş eski fikirlerin unsurları “tabi olmuş ve örtük şekilde
sonrasında muhafaza edilirler”.
Bilimde
başarılı yeni kuramlar devirdikleri eski kuramlardan oldukça farklı
olabilirler.
Ne
var ki bunlar doğanın belirli koşullarda nasıl davranacağını tahmin etmek
bakımından çok daha güçlüdürler.
Bilimciler
bu sayede doğayı çok daha hassas bir şekilde yönlendirebilip bilimin on yıllara
denk gelen devasa ve çoğu zaman yıkıcı sıçramalarını üretirler.
Bilimsel
yorumlar (örneğin kuantum mekaniğinin son yarım yüzyılda en sık, en yaygın
kullanılan Kopenhag yorumu) bilimsel tahminlere yardımcı olmak üzere doğarlar.
Büyük
resim göz önünde bulundurulduğunda modeller yaklaşık ve geçici olsalar da
(kelimenin doğal, yaygın ve teknik olmayan anlamıyla) gerçekliği
yansıtırlar.
Modeller
nihai gerçeklik olmayıp gerçekliğin sadece birer yansımasıdırlar.
Bilim
üzerine modern felsefi tartışmalarda eksik olan şey, kapitalizmin rolünün
anlaşılması konusundadır.
Bunun
sebebi kesinlikle, çeşitli biçimleriyle postmodernizmin, tarihsel süreçlerin
bilimsel Marksist tariflerinin geçerliliğini ve hâkim sosyal demokratik
toplum kavramlarını reddetmek üzerinden doğmuş olmasıdır.
Birleşik
Krallık’ın eski başbakanlarından Margaret Thatcher bir keresinde yanlışlıkla
“toplum diye bir şeyin olmadığını” ilan etmişti.
Kapitalizm
bilimin işleyişini ve kullanışlılığını ne kadar çok tahrif ederse etsin,
kapitalistler ve kapitalist ülkeler, doğayı yeni ürünler geliştirebilecek kadar
başarılı bir şekilde anlayan bilim insanlarına kapitalist mülk sahipleri ve
kapitalist uluslar daha başarılı bir şekilde rekabet edebilsinler diye ihtiyaç
duymaya devam ediyorlar.
Bilimin
bu nedenle –herhangi bir filozof ya da bilim insanı ne derse desin– mistisizm,
solipsizm ya da öznel idealizme yönelmesi mümkün değildir.
Aksine
bilim her zaman materyalist bir yaklaşıma yönelmek zorundadır.
Lenin'in
tekrar tekrar söylediği gibi bilim insanları içgüdüsel olarak materyalisttirler
Engels'in
belirttiği üzere göreli doğrulukları keşfederler.
Metafizik
ve Diyalektik Materyalizm
Einstein
kuantum mekaniğinin gelişimine 1905 yılındaki makalesiyle büyük bir katkıda
bulunmuştur.
Kuantum
sıçramalar üzerine olan bu makale Einstein’a Nobel ödülünü getirmiştir.
Kumar’ın
açıkladığı üzere, bir atom içinde bir yerde ortaya çıkan bir elektron
sonrasında “sanki bir çeşit büyü sonucunda aradaki hiçbir noktada
bulunmadan başka bir yerde yeniden ortaya çıkar.”
Bu,
Londra’da bulunan bir ağacın ortadan kaybolup birden New York’ta ortaya
çıkması gibidir.
Einstein
1930’lu yıllarda kuantum mekaniğinin iki kurucusu olan Niels Bohr ve Wener
Heisenberg ile meşhur bir tartışmaya tutuşur.
Bohr
ve Heisenberg keşiflerinin gerçekliğin yeni bir yorumunu gerektirdiğini fark
ederler.
Heisenberg
kuantum mekaniğinin, “fizikçileri 19. yüzyılda doğa bilimlerine egemen olan
basite indirgenmiş materyalist görüşlerden uzaklara götürdüğünü” öne sürer.
Bernard
d’Espagnat ise bununla ilgili şöyle der: “Fizik sayesinde materyalizmin
hakkından gelmişken, radikal idealizme mi teslim olacağız?”
Daha
önemlisi, d’Espagnat kendi sorusunu ‘hayır’ diye cevaplar.
Kumar,
Einstein’ın safını tutmaktadır çünkü kuantum mekaniği materyalizme karşı
çıkıyor gibi görünmektedir.
Aslında
Kumar hakiki diyalektik materyalizmi değil, Heisenberg’ün reddettiği
materyalizmin basite indirgenmiş 19. yüzyıl yorumunu, Lenin’in
‘metafizik’ materyalizm dediği şeyi savunmaktadır.
Değişmez
elementler, ‘şeylerin değişmez özleri’ olduğunu kabul etmek vb. materyalizm
değildir, metafizik, yani diyalektik olmayan materyalizmdir.
Lenin
kendisini Einstein’ın kuramını doğru bir şekilde değerlendirmeye götüren hangi
yöntemi kullanmıştır?
Son
bilimsel keşiflerin diyalektik materyalizmi hiç de çürütmediğini öne süren
Lenin bunu, Heisenberg’ün basite indirgenmiş 19. yüzyıl materyalist görüşler
olarak adlandırdığı şeyleri savunarak değil, onları gözden geçirip
değiştirerek göstermiştir.
Başka
bir deyişle Lenin bunun diyalektik materyalist felsefe bakımından da
geçerli olduğunu, materyalist bir bilimsel kuramın bilim geliştikçe
değişmek zorunda olduğunu kabul etmiştir.
Materyalizm
(diyalektik materyalizmin aksine) çeşitli bilim insanları ve filozofların
gösterdiği üzere yüzyıllar boyunca çeşitli biçimler alabilir.
Ne
var ki diyalektik materyalizm herhangi bir verili dönemin bilimsel
tespitleriyle kendini sınırlamaz.
Lenin
konuyla ilgili şunları yazmıştır: Engels açıkça şöyle diyor: ‘doğa bilimleri
alanında… çığır açan her keşifle birlikte materyalizm biçimini
değiştirmelidir.’
Bu
nedenle Engels’in materyalizminin ‘biçim’inin revizyonunun, onun doğal-felsefi
[yani bilimsel] önermelerinin revizyonunun ‘revizyonizm’le, terimin
benimsenmiş anlamıyla bir ilgisi yoktur.
Aksine
bu revizyon Marksizmin vazgeçilmez bir gereğidir.
Lenin
bundan dolayı daha önce Marksistler bakımından materyalizmin temel ilkeleri
olarak düşünülen şeyleri revize etmiştir.
Aslında
Lenin, Einstein’ın kütle ile enerjinin birbirlerine dönüşebildiklerini
göstermesinden sonra bilhassa yetersiz bir gözlem haline gelen ‘hareket
halindeki madde’gibi Engels’in safi bilimsel materyalist ifadelerinin
(onun doğal-felsefi önermelerinin) tümünü ıskartaya çıkarmıştır.
Geriye
kalan şey basitçe söylemek gerekirse, Engels’in “doğanın önce geldiğini
düşünenler materyalizmin çeşitli okullarında yer alırlar” savına geri dönüştür.
Bu
noktada ısrar, belirli bir dönemin basit bilimsel, materyalist bakış açısına
ait yanların asla tüm zamanlar için sabitlenemeyeceğinin, bunların ‘yaklaşık’
ve ‘göreli’ olduklarının diyalektik materyalizm tarafından kabulüdür.
Kuantum
mekaniği, şeylerin eşzamanlı olarak iki yerde birden bulunması gibi örneklerle
uzay ve zamanla ilgili en temel varsayımlarımıza karşı çıkıyor gibi
görünmektedir.
Meşhur
Schrödinger’in kedisi düşünce deneyinde, kedi gözlemlenene kadar hem canlı
hem de ölüdür.
Fakat
Lenin’in zamanında bilim de maddi dünyanın algılanış biçimini tersine
çevirmiştir.
Lenin
kitabının “Modern Fiziğin Bunalımı” bölümünde şunları yazmıştır: Elektronların
toplam kütlesinin… köken olarak tümüyle ve yalnızca elektrodinamik olduğu
ortaya çıkmıştır.
Kütle
kaybolmaktadır.
Mekaniğin
temelleri çürütülmüş, Newton’ın etki ile tepkinin eşitliği şeklindeki ilkesinin
altı oyulmuştur vb.
Poincaré,
fiziğin eski ilkelerinin yıkıntılarıyla, ‘ilkelerde genel bir çöküş’le ile
karşı karşıyayız diyor.
Alıntıda
ifade edilenler, Lenin'in kitabının hedefindeki Bolşevik liderlerin, Engels'in
görüşlerinin ‘eskimiş hale geldiğini’ iddia etmelerine yol açmıştır.
Lenin'in
aktardığına göre bu kesimler “… çağdaş bilgi kuramı’nın görünüşe
göre materyalizmi çürüttüğünü” savunmuşlardır.
Dahası
Engels'in diyalektiğinin ‘mistisizm’ olduğunu öne sürmüşlerdir.
Bolşevik
liderler, Engels’in Ludwig Feurbach ve Klasik Alman Felsefesinin
Sonu adlı eserinde ifade ettiği şu hataya düşmüşlerdir:
Feuerbach…
materyalizmi… ve bu dünya görüşünün tarihin belirli bir aşamasında, yani 18.
Yüzyılda ifade edildiği özel biçimi aynı kefeye koyuyor.
Lenin’in
eleştirdiği Bolşevik liderler, Engels’in deyişiyle ‘tarihin belirli bir
aşamasındaki’ materyalizmi Marksist materyalizmle karıştırmışlardır.
Bu
isimlerde eksik olan şey materyalizme diyalektik yaklaşımdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder