4 Aralık 2022 Pazar

 İNGİLİZ VE AMERİKAN HEGEMONYALARI - 6

 

İKİ HEGEMONİK LİDERLİĞİN KARŞILAŞTIRMASI

 Modern kapitalizmin yaklaşık iki yüzyıllık tarihi boyunca sırasıyla İngiltere ve ABD’nin liderliğinde biçimlendiği görülmektedir.

 Bu iki ülke iki farklı yüzyılda uluslararası sistemin ve ekonominin norm kural ve ilkelerini belirleyen bir liderlik icra edebilmiştir.

  Kapitalist gelişmenin birbiriyle rekabet halindeki farklı kapitalist grupları ifade eden farklı ulus devletler temelinde geliştiği göz önüne alındığında, lider ülkenin yönetici konumunun diğer devletlerin meydan okumasıyla karşılaşması kaçınılmazdır.

 Bu durum araştırmacıların dikkatini hegemonik liderliğin yer değiştirmesinin mekanizmalarını açıklamaya yöneltmiştir.

 Son iki yüzyıllık deneyime hegemonya tartışmaları çerçevesinde bakıldığında, karşımıza çıkan ilk gerçek, tam anlamıyla hegemonik liderliğin ancak özel koşulların çakıştığı kısa dönemler için icra edilebildiğidir.

 

Ancak hegemonik devletin sahip olduğu konumu kurumsallaştırma başarısına bağlı olarak, hegemonya zayıflasa bile başat (dominant) devlet olarak devletler arası sistem ve uluslararası ekonomik sistemi yönetmeye devam etmesi ya da kendisi olmadan bir karar alınamayan bir üstünlüğü sürdürmesi olanaklıdır.

 19. ve 20. Yüzyıl İngiliz ve Amerikan hegemonyalarını karşılaştırırken dikkate alınması gereken ilk öğe, iki devletin kapitalizmin farklı aşamalarında farklı devletler arası sistemler üzerinde hegemonik liderlik icra etmiş olmasıdır.

 19. Yüzyıl İngiliz hegemonyası, kapitalist gelişmenin Batı Avrupa ile sınırlı olduğu bir ortamda doğmuş, İngiltere kapitalist gelişmenin merkantilist aşamasında oluşturduğu ticaret ağı aracılığıyla kendi etrafında bir uluslararası iktisadi işbölümü ve güç dengesi yaratmıştır.

 Kapitalist gelişmenin kolonyalist miras temelinde gelişen bu erken aşamasında İngiltere, oluşum halindeki az sayıdaki ulusal ekonomilerden oluşan sistemi, liberal ideoloji ve piyasa zorunlulukları tarafından desteklenen iktisadi ve diplomatik gücüyle yönlendirerek bir hegemonik rol icra etmiştir.

 20. Yüzyıl Amerikan hegemonyası ise daha karmaşık bir uluslararası ekonomiye ve daha kalabalık bir devletler arası sisteme liderlik etmiştir.

 ABD hegemonyası döneminde, kapitalizmin dayandığı teknolojik ve örgütsel temel 19. Yüzyıldan tümüyle farklıdır.

  İngiltere başta olmak üzere 19. Yüzyılın sanayileşmiş az sayıda ülkesi ağırlıklı olarak meta ihracatına dayalı bir birikim stratejisi izlerken 20. Yüzyılda özellikle iki savaş arasındaki istikrarsız dönemin ardından iç pazardaki talebin yönetimi büyük bir önem kazanmıştır.

 20. Yüzyılda bilimsel iş idaresi ilkelerine göre yönetilen dev firmaların egemen olduğu gelişmiş kapitalist ekonomilerde, kitlesel üretim 19. Yüzyıla göre büyük bir önem kazanmış ve bu çerçevede para ve maliye politikaları aracılığıyla efektif talebin yönetimi gerekli hale gelmiştir.

Öte yandan örgütlü emeğin siyasi partiler ve sendikalar yoluyla bölüşüm ilişkilerine doğrudan müdahalesi, devletin ekonomideki rolünü artırmış, dış dengesizliklere karşı uyarlama mekanizmalarının kurala bağlanmasını zorunlu hale getirmiştir.

 19. Yüzyılda devletler arası sistemin iktisadi veçhesi dış borç, ticaret ve ticarete yönelik altyapı yatırımlarına odaklanan sermaye ihracına yönelikken, 20. Yüzyılda üretken sermaye ihracı ya da üretime yönelik doğrudan yatırımlar büyük bir önem kazanmıştır.

  Sermayenin artan uluslararasılaşma düzeyine koşut olarak uluslararası eşitsiz işbölümü nitelik değiştirmiş, II. Dünya Savaşı sonrasında sanayileşmenin doğrudan yabancı yatırımlar yoluyla azgelişmiş dünyaya yayılmasıyla, uluslararası hiyerarşinin yeniden üretimi için bağımlı ülkelerin uygulayacağı iktisat politikalarının gelişmiş ülkeler lehine merkezi düzeyde tasarımı hegemonik liderliğin temel işlevlerinden birisi haline gelmiştir.

 ABD hegemonyası, 19. Yüzyılın laissez faire kapitalizminin yerine, kapitalizmin karşılaştığı en büyük krizin ardından benimsenen Keynesyen politikalar çerçevesinde yönetilen bir kapitalizmin egemen olduğu bir iktisadi ortamda hayata geçmiştir.

 ABD’nin Bretton Woods Anlaşmasıyla oluşturduğu kurumlara ve tanımlanmış kurallara dayalı hegemonyası 1970’li yıllardan itibaren toparlanan Avrupa ve Japon ekonomilerinin meydan okumasıyla sona ermiş, hegemonya en azından görünüşte yerini The Trilateral Commission vb. platformlar aracılığıyla zengin Kuzey ülkeleri arasında paylaşılan bir liderlik dönemine bırakmıştır.

 Bu dönemde sabit kur sisteminden esnek kur sistemine geçiş doların uluslararası rezerv para işlevini ortadan kaldırmamış, ABD ekonomisinin dünya ekonomisi içindeki ağırlığı ve rekabet gücü doların konumunu sürdürmesini sağlamaya devam etmiştir.

 ABD hegemonyasının güçlü meydan okumalarla karşılaştığı bu dönem boyunca ABD finansal gücüne yaslanarak ve “Washington Uzlaşması” başlığı altında neoliberal politikaların dünya çapında hayata geçirilmesine öncülük etme misyonunu üstlenerek başat konumunu sürdürmeyi başarmıştır.

 

Bu son dönemin hegemonya tartışmaları çerçevesinde değerlendirilmesi ise başka bir çalışmanın konusu olmak durumundadır.

Buna karşılık Neo-Gramsciyen Okul, kendi içindeki farklı yorumlarla birlikte Sovyetler Birliğini sosyalist bir deneyim olarak görür.

Sözgelimi Cox , SSCB’nin tarihe karıştığı yıl kaleme aldığı değerlendirmede, reel sosyalizm deneyiminin bireylerin yanlış politikaları açısından değerlendirilmesine de, bu deneyimin sosyalist olmadığı gerekçesiyle eleştirilmesine de karşı çıkar.

Ve bu deneyimin Marksist tarihsel inceleme kategorileri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini savunur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KRİZİ ‘ÇOKLUK’ KAVRAMIYLA ANLAMAK: BİYOPOLİTİKA, GÜÇ VE İÇKİNLİK   Başlangıç olarak , sözlükteki karşılıklarına bakılırsa,  halk ’ın söz...