İNGİLİZ VE AMERİKAN HEGEMONYALARI - 6
İKİ
HEGEMONİK LİDERLİĞİN KARŞILAŞTIRMASI
Modern
kapitalizmin yaklaşık iki yüzyıllık tarihi boyunca sırasıyla İngiltere ve
ABD’nin liderliğinde biçimlendiği görülmektedir.
Bu
iki ülke iki farklı yüzyılda uluslararası sistemin ve ekonominin norm kural ve
ilkelerini belirleyen bir liderlik icra edebilmiştir.
Kapitalist
gelişmenin birbiriyle rekabet halindeki farklı kapitalist grupları ifade eden
farklı ulus devletler temelinde geliştiği göz önüne alındığında, lider ülkenin
yönetici konumunun diğer devletlerin meydan okumasıyla karşılaşması
kaçınılmazdır.
Bu
durum araştırmacıların dikkatini hegemonik liderliğin yer değiştirmesinin
mekanizmalarını açıklamaya yöneltmiştir.
Son
iki yüzyıllık deneyime hegemonya tartışmaları çerçevesinde bakıldığında,
karşımıza çıkan ilk gerçek, tam anlamıyla hegemonik liderliğin ancak özel
koşulların çakıştığı kısa dönemler için icra edilebildiğidir.
Ancak
hegemonik devletin sahip olduğu konumu kurumsallaştırma başarısına bağlı
olarak, hegemonya zayıflasa bile başat (dominant) devlet olarak devletler arası
sistem ve uluslararası ekonomik sistemi yönetmeye devam etmesi ya da kendisi
olmadan bir karar alınamayan bir üstünlüğü sürdürmesi olanaklıdır.
19.
ve 20. Yüzyıl İngiliz ve Amerikan hegemonyalarını karşılaştırırken dikkate
alınması gereken ilk öğe, iki devletin kapitalizmin farklı aşamalarında farklı
devletler arası sistemler üzerinde hegemonik liderlik icra etmiş olmasıdır.
19.
Yüzyıl İngiliz hegemonyası, kapitalist gelişmenin Batı Avrupa ile sınırlı
olduğu bir ortamda doğmuş, İngiltere kapitalist gelişmenin merkantilist
aşamasında oluşturduğu ticaret ağı aracılığıyla kendi etrafında bir
uluslararası iktisadi işbölümü ve güç dengesi yaratmıştır.
Kapitalist
gelişmenin kolonyalist miras temelinde gelişen bu erken aşamasında İngiltere,
oluşum halindeki az sayıdaki ulusal ekonomilerden oluşan sistemi, liberal
ideoloji ve piyasa zorunlulukları tarafından desteklenen iktisadi ve diplomatik
gücüyle yönlendirerek bir hegemonik rol icra etmiştir.
20.
Yüzyıl Amerikan hegemonyası ise daha karmaşık bir uluslararası ekonomiye ve
daha kalabalık bir devletler arası sisteme liderlik etmiştir.
ABD
hegemonyası döneminde, kapitalizmin dayandığı teknolojik ve örgütsel temel 19.
Yüzyıldan tümüyle farklıdır.
İngiltere
başta olmak üzere 19. Yüzyılın sanayileşmiş az sayıda ülkesi ağırlıklı olarak
meta ihracatına dayalı bir birikim stratejisi izlerken 20. Yüzyılda özellikle
iki savaş arasındaki istikrarsız dönemin ardından iç pazardaki talebin yönetimi
büyük bir önem kazanmıştır.
20.
Yüzyılda bilimsel iş idaresi ilkelerine göre yönetilen dev firmaların egemen
olduğu gelişmiş kapitalist ekonomilerde, kitlesel üretim 19. Yüzyıla göre büyük
bir önem kazanmış ve bu çerçevede para ve maliye politikaları aracılığıyla
efektif talebin yönetimi gerekli hale gelmiştir.
Öte
yandan örgütlü emeğin siyasi partiler ve sendikalar yoluyla bölüşüm
ilişkilerine doğrudan müdahalesi, devletin ekonomideki rolünü artırmış, dış
dengesizliklere karşı uyarlama mekanizmalarının kurala bağlanmasını zorunlu
hale getirmiştir.
19.
Yüzyılda devletler arası sistemin iktisadi veçhesi dış borç, ticaret ve
ticarete yönelik altyapı yatırımlarına odaklanan sermaye ihracına yönelikken,
20. Yüzyılda üretken sermaye ihracı ya da üretime yönelik doğrudan yatırımlar
büyük bir önem kazanmıştır.
Sermayenin
artan uluslararasılaşma düzeyine koşut olarak uluslararası eşitsiz işbölümü
nitelik değiştirmiş, II. Dünya Savaşı sonrasında sanayileşmenin doğrudan yabancı
yatırımlar yoluyla azgelişmiş dünyaya yayılmasıyla, uluslararası hiyerarşinin
yeniden üretimi için bağımlı ülkelerin uygulayacağı iktisat politikalarının
gelişmiş ülkeler lehine merkezi düzeyde tasarımı hegemonik liderliğin temel
işlevlerinden birisi haline gelmiştir.
ABD
hegemonyası, 19. Yüzyılın laissez faire kapitalizminin yerine,
kapitalizmin karşılaştığı en büyük krizin ardından benimsenen Keynesyen
politikalar çerçevesinde yönetilen bir kapitalizmin egemen olduğu bir iktisadi
ortamda hayata geçmiştir.
ABD’nin
Bretton Woods Anlaşmasıyla oluşturduğu kurumlara ve tanımlanmış kurallara
dayalı hegemonyası 1970’li yıllardan itibaren toparlanan Avrupa ve Japon
ekonomilerinin meydan okumasıyla sona ermiş, hegemonya en azından görünüşte
yerini The Trilateral Commission vb. platformlar aracılığıyla zengin Kuzey ülkeleri
arasında paylaşılan bir liderlik dönemine bırakmıştır.
Bu
dönemde sabit kur sisteminden esnek kur sistemine geçiş doların uluslararası
rezerv para işlevini ortadan kaldırmamış, ABD ekonomisinin dünya ekonomisi
içindeki ağırlığı ve rekabet gücü doların konumunu sürdürmesini sağlamaya devam
etmiştir.
ABD
hegemonyasının güçlü meydan okumalarla karşılaştığı bu dönem boyunca ABD
finansal gücüne yaslanarak ve “Washington Uzlaşması” başlığı altında neoliberal
politikaların dünya çapında hayata geçirilmesine öncülük etme misyonunu
üstlenerek başat konumunu sürdürmeyi başarmıştır.
Bu
son dönemin hegemonya tartışmaları çerçevesinde değerlendirilmesi ise başka bir
çalışmanın konusu olmak durumundadır.
Buna
karşılık Neo-Gramsciyen Okul, kendi içindeki farklı yorumlarla birlikte
Sovyetler Birliğini sosyalist bir deneyim olarak görür.
Sözgelimi
Cox , SSCB’nin tarihe karıştığı yıl kaleme aldığı değerlendirmede, reel
sosyalizm deneyiminin bireylerin yanlış politikaları açısından
değerlendirilmesine de, bu deneyimin sosyalist olmadığı gerekçesiyle
eleştirilmesine de karşı çıkar.
Ve
bu deneyimin Marksist tarihsel inceleme kategorileri çerçevesinde
değerlendirilmesi gerektiğini savunur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder