İNGİLİZ VE AMERİKAN HEGEMONYALARI - 5
20.
YÜZYIL ABD HEGEMONYASI
ABD,
İngiltere’nin serbest ticaret doktrinine bağlı, köle emeğine dayalı Güney
Eyaletleri ile ülkenin geleceğini sınai gelişmede gören Kuzey Eyaletleri
arasında 1861-65 yılları arasında gerçekleşen iç savaşta Kuzey güçlerinin
zaferinin ardından korumacı tarifeler ve tekelci uygulamalarla, kıtasal ölçekte
geniş bir iç pazara yaslanarak güçlü bir ekonomi inşa etti.
ABD
coğrafi genişliği ve geniş doğal kaynak rezervleriyle pazar ve hammadde için
dış dünyaya yönelmek zorunda değildi.
ABD
ekonomisi yükselen bir birikim merkezi olarak başta Avrupa ve uzak doğu olmak
üzere tüm dünyadan emek, sermaye ve girişimi kendine çekerek sahip olduğu doğal
kaynak ve pazar avantajını güçlü bir ekonomi inşa etmede kullandı.
Bu
süreçte, ABD, İngiltere’nin serbest ticaret doktrinindeki ısrarından büyük
ölçüde yararlandı.
Bu
süreçte ABD’nin İngiltere karşısındaki üstünlüğü daha belirgin hale geldi.
1880’de İngiltere’nin dünya sanayi üretimindeki payı %22,9 iken bu oran 1913’te
%13,6’ya geriledi.
Buna
karşılık ABD ekonomisi 1913 yılında dünya sanayi üretiminin %32’sini
gerçekleştiriyordu.
ABD’nin,
coğrafi olarak yalıtılmış konumu nedeniyle Avrupa güç mücadelelerinin dışında
kalması ve kıtasal ölçekteki bir egemenlik sahasında iç kolonizasyona odaklanması
(Orta ve Batı bölgelerin yerleşime açılması) nedeniyle kolonyalist
politikaların dışında kalması 20. Yüzyıldaki dünya liderliği için hayli
elverişli bir konum sağladı.
19.
Yüzyıl başlarında hayata geçirdiği Monroe Doktrini uyarınca, anti-kolonyalizm,
başka ülkelerin egemenlik alanlarına karışmama ve izolasyonizm politikalarını
benimsemesi I. Dünya Savaşı ve sonrasında ortaya çıkan sistemik kaos ortamında
ABD’ye önemli bir avantaj sağladı .
Bu
sistemik kaosun en önemli veçhesi 1917 Ekim Devriminin zaferiyle güç kazanan
işçi sınıfı enternasyonalizmi ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin
koşulsuz savunusuna dayanan anti-emperyalizmdi.
Bu
gelişmeler kapitalist dünyada özellikle kolonyalist güçlerde büyük bir paniğe
yol açtı. I. Dünya Savaşı sonrasındaki sistemik kaosun bir diğer veçhesi ulusal
birliğini 19. Yüzyıl sonlarında geleneksel yönetici sınıflarla yükselen
burjuvazinin uzlaşması yoluyla gerçekleştiren Almanya, İtalya ve Japonya gibi
güçlerin dünya güç dengesini tehdit eden saldırgan bir ittifak oluşturmasıydı.
Bu
ittifakın karşısında eski serbest ticaret emperyalizminin devamından yana olan
İngiltere ve Fransa yer alıyordu.
Almanya
ve müttefikleri II. Dünya Savaşında kendi yayılma amaçlarının önünde en büyük
engel olarak gördükleri Sovyet gücünü ortadan kaldırmak için ve kaynakların
yeniden bölüşümünü sağlamak için İngiltere ve Fransa ile çatışma yoluna
girdiler.
Bu
çatışma iki savaş arası döneme damgasını vuran Büyük Depresyonla dünya
piyasasının tümüyle çözülmesi ve Westphalia sisteminin bütün ilke kural ve
normlarının daha önce görülmemiş bir şekilde ihlal edilmesiyle doruk noktasına
ulaştı.
II.
Dünya Savaşı, öncesi ve sonrasıyla sömürgelerdeki ulusal kurtuluş
mücadelelerine büyük bir ivme kazandırdı. Sonuçta, savaş ve devrimler 19.
Yüzyılın son kalıntılarını ortadan kaldı.
ABD
savaş sonrasında 19. Yüzyıl başlarında İngiltere’nin yaptığı gibi Westphalia
sisteminin ilke kural ve normlarını yeniden kurmak amacıyla önce devletler
arası sisteme önderlik ederek sonra da yeniden kurduğu bu sistemi yeniden
yapılandırmaya ve yönetmeye devam ederek hegemonyayı elde etti.
Geçmişte
kendi bağımsızlığını Britanya İmparatorluğu’ndan kazanmış olma tecrübesine
sahip olan ABD’nin kolonyal imparatorluk fikrine şiddetle karşı olması ve
“ulusların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesine sahip çıkması hegemonyanın en
önemli veçhelerinden birisiydi.
Bu
bağlamda dünya çapında sömürgelerin ortadan kaldırılması ve bütün ulusların
eşit hakka sahip olarak Genel Kurul çatısı altında toplandığı Birleşmiş
Milletlerin kuruluşu ABD’nin hegemonik liderliğini destekleyen bir gelişme
oldu.
Bu
gelişme ABD hegemonyasının 19. Yüzyıl İngiliz hegemonyasından en önemli farkını
oluşturmaktadır.
İngiliz
hegemonyası altında devletler arası sistemi yönetmek için devlet gücünden özerk
bir örgütlenme bulunmuyordu.
19.
Yüzyılda uluslararası hukuk ve güçler dengesi Westphalia’dan beri olduğu gibi
devletlerin üzerinde değil devletler arasında işliyordu.
Avrupa
ittifakının, yüksek finansın ve dünya piyasasının işleyişi devletlerin üzerinde
yer almasına karşın, bunlar örgütsel olarak İngiltere’nin dünya gücünün birer
fonksiyonu olarak işlev gördüler.
Buna
karşılık BM aracılığıyla ABD hegemonyasının örgütsel yapısı, egemen devletlerin
kendi aralarında ve yurttaşlarıyla ilişkilerini kendilerinin uygun gördükleri
şekilde düzenleme haklarını ve güçlerini büyük ölçüde kısıtladı.
ABD’nin
hegemonyasının bir diğer veçhesi Sovyetler Birliği’nin II. Dünya Savaşı
sonrasında genişleyen nüfuzu karşısında gelişmiş kapitalist dünyanın ve
azgelişmiş ülkelerin emekçilerine refah ve kalkınma vaadiydi.
Bu
vaadin gelişmiş ülkelerin yöneticileri nezdindeki anlamı Büyük Depresyonu
izleyen dönemde dünya ticaretini durma noktasına getiren rekabetçi
devalüasyonların ve korumacı tarifelerin kaldırılması ve spekülatif sermaye
hareketlerinin kontrol altına alınması, ticaret ve doğrudan yabancı
yatırımların iş dünyası ilkelerine göre iş adamları tarafından engelsizce
hayata geçirilmesiydi.
1931
yılında çöken uluslararası finansal sistem ve ardından gelen uzun gerileme
dönemi, yeni bir uluslararası ekonomi düzeni ihtiyacını gündeme getirmiş ve
herhangi bir gelişmiş ülkenin ABD’nin işbirliği olmadan böyle bir düzenin
oluşturulmasını önermesinin mümkün olmadığı anlaşılmıştı.
Derin
bir krizin ertesinde serbest girişim sisteminin işlemesi ve serbest ticaretin
yeniden tesisi için gerekli uluslararası ekonomik mekanizmaların inşası
zorunluydu.
ABD’nin,
böylesi bir yeniden yapılanmaya öncülük etmek üzere hegemonik liderliği üstlenmesi
için gerekli ideoloji 1930’larda Roosevelt döneminde hayata geçirilen
müdahaleci liberal deneyim içerisinde giderek belirginleşti.
Öte
yandan iç savaşı izleyen dönemde belirgin hale gelen pragmatik ve esnek Amerikanizm ideolojisi,
tekelci kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada ABD’ye bir dünya liderliği için
avantaj sağlıyordu.
Gramsci
’nin “Amerikanizm ve Fordizm” başlıklı notlarında “ussal bir demografik
bileşim” temelinde ortaya çıktığını söylediği bu ideoloji, ABD’nin tarihsel
gelişimine içkindir.
Amerikan
toplumu, feodal bir geçmişe sahip olmadığı için Avrupa toplumlarında
patrimonyal ilişkiler temelinde varlığını sürdüren toprak sahipleri, geleneksel
tüccarlar, din adamları ve bürokrasi gibi burjuva ilerlemenin önünü tıkayan
asalak sınıflar burada yoktur.
ABD’nin
“büyük tarihsel ve kültürel gelenekleri”nin olmayışı da, böylesi bir yükten
özgürleşmesini sağlamış, esnek ve pragmatik iş hayatı kültürünün Amerikan
toplumuna nüfuz etmesine, Fordist emek denetiminin görece kolay bir şekilde
hayata geçirilmesine imkan vermiştir.
Sermayenin
Fordist emek denetimi yoluyla “emek üzerindeki gerçek boyunduruğu”nun güç
kazanması, ABD işçi sınıfının hegemonik projeye eklemlenmesini sağlamıştır.
Amerikan
yönetici elitleri arasında 1930’ların ekonomik krizi içinde belirgin hale gelen
ABD hegemonyası fikri, savaş sırasında askeri harcamalar yoluyla sağlanan güçlü
toparlanma ile sağlam bir temele kavuşmuş, bu çerçevede ABD, Temmuz 1944’te
daha II. Dünya Savaşı sürerken, savaş sonrası dünya düzeninin temellerinin atılacağı
bir uluslararası konferans düzenlenmesine öncülük etmiştir.
ABD’nin
New Hampshire bölgesindeki Bretton-Woods kasabasında toplanan konferansta eski
hegemonik güç olan İngiltere’yi J. M. Keynes temsil etmiş, konferansa Keynes’in
tezleri ile ABD’nin tezleri arasındaki rekabet damgasını vurmuştur.
Keynes’in
tezleri, ABD liderliğinde olacağı açık olan yeni uluslararası düzenin, eski
hegemon İngiltere’nin çıkarlarını korumayı amaçlayan bir Anglo-Amerikan
ittifakı ekseninde oluşturulması niyetini yansıtıyordu.
Sonuçta
konferansa ABD Ticaret Bakanı White’ın sunduğu plan kabul edildi. White’in
sunduğu plan bir istikrar fonu, bir dünya bankası ve dolara dayalı altın
standardı öneriyordu.
Bu
kurumların her biri ABD denetiminde olacak, dünyanın önderliği ABD’nin istediği
koşullarda sağlanacaktı.
Konferans
sonucunda uluslararası ödemeler sistemini düzenleyen IMF (Uluslararası Para
Fonu) ve daha sonradan Dünya Bankası olarak anılacak olan Uluslararası İmar ve
Kalkınma Bankası (IBRD) adlı iki kurum oluşturuldu.
IMF’nin
kuruluşu ile altın standardına dayalı sabit kur sistemi hayata geçirildi.
Kurulan
mali sisteme göre ise, ABD doları, altına sabitlendi ve diğer ülke paraları da
dolara göre fiyatlandırıldı.
Böylece
ABD doları dünya çapında rezerv para niteliği kazandı.
Bretton-Woods
sistemiyle hayata geçirilen parasal rejim bir tür uluslararası Keynesçilik
öneriyor ve ortaya çıkan ödemeler dengesi açıklarını çözecek bir kreditör
sağlıyordu.
Aynı
zamanda IMF gözetiminde gerçekleştirilecek devalüasyonlar yoluyla altın
standardında var olmayan bir politika esnekliği getiriyordu.
Bretton
Woods Anlaşmasıyla kurulan Dünya Bankası ise yıkılan ekonomilerin onarım ve
kalkınma çabalarına mali kaynak sağlamakla görevlendirildi.
Ancak
ABD soğuk savaş ortamında Batı Avrupa ekonomilerinin yeniden yapılandırılması
için Truman Doktrini doğrultusunda Marshall Yardımlarına başvurduğu için DB
daha ziyade azgelişmiş ülkeler için kalkınma programları hazırlamakla
ilgilenmeye başladı.
ABD
hegemonyasının gelişmiş ülkeler için kabul görmesinin iktisadi koşulu ABD’nin
sağladığı sermaye malları, krediler ve pazar olanaklarıydı.
ABD
sınai gücü ve teknolojik kapasitesi ile kapitalist ekonominin dümeninde yer
alacaktı.
Bir
ülke bir oy ilkesine dayalı BM kurumlarından farklı olarak IMF ve DB’nin başta
ABD’in kendisi olmak üzere az sayıda gelişmiş ülkeye (kotalara katkı oranında)
karar mekanizmasında anahtar rol veren eşitsiz kurucu sözleşmesi, ABD
hegemonyasının uluslararası kuruluşlar eliyle pekiştirilmesini sağladı.
ABD
hegemonyası altında işleyen kapitalist ekonominin gelişmiş dünyanın emekçi
yığınları nezdinde meşruluğunu sağlayan temel ise, refah devleti
uygulamalarıydı.
Bu
politikalar, bir yandan Sovyet tehdidi, diğer yanda güçlü sosyalist partilerin
ve sendikaların varlığı koşullarında, savaş sonrası yüksek büyüme hızlarının
mümkün kıldığı ödünlerdi.
Azgelişmiş
dünya açısından ise, hegemonya, Sovyetler Birliği ile bu ülkeler üzerindeki
nüfuz savaşının bir parçası olarak ABD kredileri ile finanse edilen kalkınma
programlarına dayalı olarak inşa edildi.
Bu
programlar, IMF’nin istikrar programlarıyla birlikte ABD öncülüğünde
oluşturulan yeni uluslararası işbölümünün tahkim edilmesinde önemli bir rol
oynadı.
Bu
dönemde kimi Orta ve Latin Amerika ülkeleri ile kimi Uzak Asya ülkeleri ABD’nin
ve gelişmiş Avrupa ekonomilerinin büyük firmalarının doğrudan yatırımlarıyla
bağımlı bir sanayileşme yoluna girdi.
19.
Yüzyıl İngiliz hegemonyasının dünya piyasasının ve finans ağının yönlendirici
gücü ile sürdürülmesine karşılık, ABD hegemonik gücünün ürünleri olarak
yaratılan IMF ve DB gibi kuruluşlar uzun dönemde hegemonik dünya düzeninin
genişlemesine ve yeniden üretilmesine yönelik kuralları somutlaştıran bir rol
oynadılar.
Bu
kuruluşların bir diğer işlevi ise dünya düzeninin normlarını ideolojik olarak
meşrulaştırmaktı.
Bu
kuruluşlar eliyle bir yandan çevre ülkelerden elit devşirilirken diğer yandan
karşı hegemonik düşüncelerin absorbe edilmesi için gerekli müktesebat
yaratıldı.
Tablo 1. 19. Yüzyıl İngiliz Hegemonyası ve 20. Yüzyıl Amerikan
Hegemonyası |
||
Karşılaştrma
Öğeleri |
19. Yüzyıl
İngiliz Hegemonyası |
20. Yüzyıl
ABD Hegemonyası |
Karakteristik
Piyasa Yapısı |
Serbest
Rekabetçi |
Tekelci |
Üretim |
Hafif Tüketim
(Tekstil) ve Ağır Sanayi |
Elektronik ve
Sentetik Materyaller |
Sermaye
İhracı |
Para Sermaye
ve Ticarete Yönelik Altyapı Yatırımları Şeklinde Doğrudan Sermaye İhracı |
Üretken
Sermaye İhracı |
Uluslararası
İşbölümü |
İmalatçı
Merkez - Birincil Ürün Üreten Çevre |
Teknoloji
Yoğun Merkez - Emek Yoğun Çevre |
Parasal
Sistem |
Altın
Standardı |
Bretton Woods
Sistemi |
Parasal
Otorite |
Haute Finans |
IMF |
İdeoloji |
Manchester
Liberalizmi, Serbest
Ticaret Emperyalizmi |
İçkin
(Embedded) Liberalizm, Serbest
Girişim Sistemi |
Hegemonyaya
Öngelen Sistemik Kaos |
Fransız
Devrimi Devrim Çağı
(1789-1848) |
Sovyet
Devrimi Avrupa Güçler
Dengesinin Dağılması |
Hegemonik
Gücün Devletler arası Sisteme Sunduğu “Ortak Çıkar” |
Burjuva
Milliyetçiliği |
Self
Determinasyon |
Devletler
Arası Sistemin Düzenleyici Mekanizması |
Avrupa
İttifakı |
Birleşmiş
Milletler |
Hegemonyanın
“Asrı Saadet” Dönemi |
1846-1879 |
1945-1965 |
Sonuç
olarak ABD, kendi liderliğinde oluşturulacak bir hegemonik düzenin inşası için
gerekli “uluslararası tarihsel blok”u büyük bir dikkatle oluşturmayı başardı.
Bu
tarihsel bloğu bir araya getiren ideoloji, serbest girişim sistemi ve liberal
demokrasiydi.
Sovyet
tehdidinin ayakta tuttuğu bu uluslararası tarihsel blok, ulusal kapitalist
çıkarlar açısından ABD’nin sağladığı kredi ve pazar olanakları, tabi sınıf ve
halklar açısından ise refah devleti, kalkınma vaadi ve ulusal egemenliğe saygı
gibi ortak çıkar öğeleriyle meşrulaştırıldı.
Hegemonik
bir düzen inşasında ABD’nin entelektüel ve moral üstünlüğünü sağlayan en önemli
öğe, kolonyalist bir geçmişe sahip olmayışı, Wilson’dan bu yana ulusların kendi
kaderini tayin hakkı ilkesine sadık kalması ve en önemlisi pragmatik Amerikan
ideolojisinin taşıyıcılığı yapan ABD üniversitelerinin sunduğu geniş bir
uzmanlar havuzundan oluşan entelektüel sermayesiydi.
Öte
yandan Amerikan kültür endüstrisi hegemonik düzenin ideolojik yeniden üretimi
için güçlü bir dayanak oluşturuyordu.
Hegemonik
liderliğin en önemli zor aygıtı ise Sovyet tehdidine karşı bir Atlantik
ittifakı olarak tasarlanan NATO’ydu.
NATO
soğuk savaş döneminde ABD öncülüğünde Batı blokunun ortak askeri paktı olarak
işlev gördü.
Ancak
NATO’dan bağımsız olarak ABD, kurduğu ittifaklar ve tüm dünyaya yayılmış
üsleriyle kendi oluşturduğu uluslararası sistemin jandarmalığını üstlenirken
19. Yüzyılda tüm dünya denizlerinde gezen İngiliz donanmasına kıyasla daha
esnek ve daha masrafsız bir güvenlik stratejisini hayata geçirdi.
Savaş
sonrası ABD hegemonyasının asr-ı saadet dönemi (belle epoque)
1960’lardan itibaren Batı Avrupa ve Japonya ekonomilerinin toparlanmasının
ardından ciddi sorunlarla yüz yüze geldi.
ABD’nin
doların uluslararası rezerv para rolünü istismar ederek sürdürdüğü gevşek
maliye politikaları ve kronik dış açıkları Bretton Woods sisteminin sonunu
getirdi.
1971
yılında Bretton Woods sisteminin çöküşü ABD hegemonyasının klasik dönemini sona
erdirdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder