4 Aralık 2022 Pazar

 İNGİLİZ VE AMERİKAN HEGEMONYALARI - 5

 

20. YÜZYIL ABD HEGEMONYASI

 ABD, İngiltere’nin serbest ticaret doktrinine bağlı, köle emeğine dayalı Güney Eyaletleri ile ülkenin geleceğini sınai gelişmede gören Kuzey Eyaletleri arasında 1861-65 yılları arasında gerçekleşen iç savaşta Kuzey güçlerinin zaferinin ardından korumacı tarifeler ve tekelci uygulamalarla, kıtasal ölçekte geniş bir iç pazara yaslanarak güçlü bir ekonomi inşa etti.

 

ABD coğrafi genişliği ve geniş doğal kaynak rezervleriyle pazar ve hammadde için dış dünyaya yönelmek zorunda değildi.

 ABD ekonomisi yükselen bir birikim merkezi olarak başta Avrupa ve uzak doğu olmak üzere tüm dünyadan emek, sermaye ve girişimi kendine çekerek sahip olduğu doğal kaynak ve pazar avantajını güçlü bir ekonomi inşa etmede kullandı.

 Bu süreçte, ABD, İngiltere’nin serbest ticaret doktrinindeki ısrarından büyük ölçüde yararlandı.

 Bu süreçte ABD’nin İngiltere karşısındaki üstünlüğü daha belirgin hale geldi. 1880’de İngiltere’nin dünya sanayi üretimindeki payı %22,9 iken bu oran 1913’te %13,6’ya geriledi.

Buna karşılık ABD ekonomisi 1913 yılında dünya sanayi üretiminin %32’sini gerçekleştiriyordu.

ABD’nin, coğrafi olarak yalıtılmış konumu nedeniyle Avrupa güç mücadelelerinin dışında kalması ve kıtasal ölçekteki bir egemenlik sahasında iç kolonizasyona odaklanması (Orta ve Batı bölgelerin yerleşime açılması) nedeniyle kolonyalist politikaların dışında kalması 20. Yüzyıldaki dünya liderliği için hayli elverişli bir konum sağladı.

19. Yüzyıl başlarında hayata geçirdiği Monroe Doktrini uyarınca, anti-kolonyalizm, başka ülkelerin egemenlik alanlarına karışmama ve izolasyonizm politikalarını benimsemesi I. Dünya Savaşı ve sonrasında ortaya çıkan sistemik kaos ortamında ABD’ye önemli bir avantaj sağladı .

 Bu sistemik kaosun en önemli veçhesi 1917 Ekim Devriminin zaferiyle güç kazanan işçi sınıfı enternasyonalizmi ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin koşulsuz savunusuna dayanan anti-emperyalizmdi.

 Bu gelişmeler kapitalist dünyada özellikle kolonyalist güçlerde büyük bir paniğe yol açtı. I. Dünya Savaşı sonrasındaki sistemik kaosun bir diğer veçhesi ulusal birliğini 19. Yüzyıl sonlarında geleneksel yönetici sınıflarla yükselen burjuvazinin uzlaşması yoluyla gerçekleştiren Almanya, İtalya ve Japonya gibi güçlerin dünya güç dengesini tehdit eden saldırgan bir ittifak oluşturmasıydı.

Bu ittifakın karşısında eski serbest ticaret emperyalizminin devamından yana olan İngiltere ve Fransa yer alıyordu.

 Almanya ve müttefikleri II. Dünya Savaşında kendi yayılma amaçlarının önünde en büyük engel olarak gördükleri Sovyet gücünü ortadan kaldırmak için ve kaynakların yeniden bölüşümünü sağlamak için İngiltere ve Fransa ile çatışma yoluna girdiler.

  Bu çatışma iki savaş arası döneme damgasını vuran Büyük Depresyonla dünya piyasasının tümüyle çözülmesi ve Westphalia sisteminin bütün ilke kural ve normlarının daha önce görülmemiş bir şekilde ihlal edilmesiyle doruk noktasına ulaştı.

 II. Dünya Savaşı, öncesi ve sonrasıyla sömürgelerdeki ulusal kurtuluş mücadelelerine büyük bir ivme kazandırdı. Sonuçta, savaş ve devrimler 19. Yüzyılın son kalıntılarını ortadan kaldı.

 ABD savaş sonrasında 19. Yüzyıl başlarında İngiltere’nin yaptığı gibi Westphalia sisteminin ilke kural ve normlarını yeniden kurmak amacıyla önce devletler arası sisteme önderlik ederek sonra da yeniden kurduğu bu sistemi yeniden yapılandırmaya ve yönetmeye devam ederek hegemonyayı elde etti.

 Geçmişte kendi bağımsızlığını Britanya İmparatorluğu’ndan kazanmış olma tecrübesine sahip olan ABD’nin kolonyal imparatorluk fikrine şiddetle karşı olması ve “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesine sahip çıkması hegemonyanın en önemli veçhelerinden birisiydi.

 Bu bağlamda dünya çapında sömürgelerin ortadan kaldırılması ve bütün ulusların eşit hakka sahip olarak Genel Kurul çatısı altında toplandığı Birleşmiş Milletlerin kuruluşu ABD’nin hegemonik liderliğini destekleyen bir gelişme oldu.

Bu gelişme ABD hegemonyasının 19. Yüzyıl İngiliz hegemonyasından en önemli farkını oluşturmaktadır.

 

İngiliz hegemonyası altında devletler arası sistemi yönetmek için devlet gücünden özerk bir örgütlenme bulunmuyordu.

19. Yüzyılda uluslararası hukuk ve güçler dengesi Westphalia’dan beri olduğu gibi devletlerin üzerinde değil devletler arasında işliyordu.

 Avrupa ittifakının, yüksek finansın ve dünya piyasasının işleyişi devletlerin üzerinde yer almasına karşın, bunlar örgütsel olarak İngiltere’nin dünya gücünün birer fonksiyonu olarak işlev gördüler.

 Buna karşılık BM aracılığıyla ABD hegemonyasının örgütsel yapısı, egemen devletlerin kendi aralarında ve yurttaşlarıyla ilişkilerini kendilerinin uygun gördükleri şekilde düzenleme haklarını ve güçlerini büyük ölçüde kısıtladı.

 ABD’nin hegemonyasının bir diğer veçhesi Sovyetler Birliği’nin II. Dünya Savaşı sonrasında genişleyen nüfuzu karşısında gelişmiş kapitalist dünyanın ve azgelişmiş ülkelerin emekçilerine refah ve kalkınma vaadiydi.

 Bu vaadin gelişmiş ülkelerin yöneticileri nezdindeki anlamı Büyük Depresyonu izleyen dönemde dünya ticaretini durma noktasına getiren rekabetçi devalüasyonların ve korumacı tarifelerin kaldırılması ve spekülatif sermaye hareketlerinin kontrol altına alınması, ticaret ve doğrudan yabancı yatırımların iş dünyası ilkelerine göre iş adamları tarafından engelsizce hayata geçirilmesiydi.

 1931 yılında çöken uluslararası finansal sistem ve ardından gelen uzun gerileme dönemi, yeni bir uluslararası ekonomi düzeni ihtiyacını gündeme getirmiş ve herhangi bir gelişmiş ülkenin ABD’nin işbirliği olmadan böyle bir düzenin oluşturulmasını önermesinin mümkün olmadığı anlaşılmıştı.

 Derin bir krizin ertesinde serbest girişim sisteminin işlemesi ve serbest ticaretin yeniden tesisi için gerekli uluslararası ekonomik mekanizmaların inşası zorunluydu.

ABD’nin, böylesi bir yeniden yapılanmaya öncülük etmek üzere hegemonik liderliği üstlenmesi için gerekli ideoloji 1930’larda Roosevelt döneminde hayata geçirilen müdahaleci liberal deneyim içerisinde giderek belirginleşti.

 Öte yandan iç savaşı izleyen dönemde belirgin hale gelen pragmatik ve esnek Amerikanizm ideolojisi, tekelci kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada ABD’ye bir dünya liderliği için avantaj sağlıyordu.

 Gramsci ’nin “Amerikanizm ve Fordizm” başlıklı notlarında “ussal bir demografik bileşim” temelinde ortaya çıktığını söylediği bu ideoloji, ABD’nin tarihsel gelişimine içkindir.

 Amerikan toplumu, feodal bir geçmişe sahip olmadığı için Avrupa toplumlarında patrimonyal ilişkiler temelinde varlığını sürdüren toprak sahipleri, geleneksel tüccarlar, din adamları ve bürokrasi gibi burjuva ilerlemenin önünü tıkayan asalak sınıflar burada yoktur.

 ABD’nin “büyük tarihsel ve kültürel gelenekleri”nin olmayışı da, böylesi bir yükten özgürleşmesini sağlamış, esnek ve pragmatik iş hayatı kültürünün Amerikan toplumuna nüfuz etmesine, Fordist emek denetiminin görece kolay bir şekilde hayata geçirilmesine imkan vermiştir.

 Sermayenin Fordist emek denetimi yoluyla “emek üzerindeki gerçek boyunduruğu”nun güç kazanması, ABD işçi sınıfının hegemonik projeye eklemlenmesini sağlamıştır.

 Amerikan yönetici elitleri arasında 1930’ların ekonomik krizi içinde belirgin hale gelen ABD hegemonyası fikri, savaş sırasında askeri harcamalar yoluyla sağlanan güçlü toparlanma ile sağlam bir temele kavuşmuş, bu çerçevede ABD, Temmuz 1944’te daha II. Dünya Savaşı sürerken, savaş sonrası dünya düzeninin temellerinin atılacağı bir uluslararası konferans düzenlenmesine öncülük etmiştir.

ABD’nin New Hampshire bölgesindeki Bretton-Woods kasabasında toplanan konferansta eski hegemonik güç olan İngiltere’yi J. M. Keynes temsil etmiş, konferansa Keynes’in tezleri ile ABD’nin tezleri arasındaki rekabet damgasını vurmuştur.

 

Keynes’in tezleri, ABD liderliğinde olacağı açık olan yeni uluslararası düzenin, eski hegemon İngiltere’nin çıkarlarını korumayı amaçlayan bir Anglo-Amerikan ittifakı ekseninde oluşturulması niyetini yansıtıyordu.

 Sonuçta konferansa ABD Ticaret Bakanı White’ın sunduğu plan kabul edildi. White’in sunduğu plan bir istikrar fonu, bir dünya bankası ve dolara dayalı altın standardı öneriyordu.

  Bu kurumların her biri ABD denetiminde olacak, dünyanın önderliği ABD’nin istediği koşullarda sağlanacaktı.

 Konferans sonucunda uluslararası ödemeler sistemini düzenleyen IMF (Uluslararası Para Fonu) ve daha sonradan Dünya Bankası olarak anılacak olan Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) adlı iki kurum oluşturuldu.

 IMF’nin kuruluşu ile altın standardına dayalı sabit kur sistemi hayata geçirildi.

 Kurulan mali sisteme göre ise, ABD doları, altına sabitlendi ve diğer ülke paraları da dolara göre fiyatlandırıldı.

  Böylece ABD doları dünya çapında rezerv para niteliği kazandı.

 Bretton-Woods sistemiyle hayata geçirilen parasal rejim bir tür uluslararası Keynesçilik öneriyor ve ortaya çıkan ödemeler dengesi açıklarını çözecek bir kreditör sağlıyordu.

 Aynı zamanda IMF gözetiminde gerçekleştirilecek devalüasyonlar yoluyla altın standardında var olmayan bir politika esnekliği getiriyordu.

 Bretton Woods Anlaşmasıyla kurulan Dünya Bankası ise yıkılan ekonomilerin onarım ve kalkınma çabalarına mali kaynak sağlamakla görevlendirildi.

 Ancak ABD soğuk savaş ortamında Batı Avrupa ekonomilerinin yeniden yapılandırılması için Truman Doktrini doğrultusunda Marshall Yardımlarına başvurduğu için DB daha ziyade azgelişmiş ülkeler için kalkınma programları hazırlamakla ilgilenmeye başladı.

 ABD hegemonyasının gelişmiş ülkeler için kabul görmesinin iktisadi koşulu ABD’nin sağladığı sermaye malları, krediler ve pazar olanaklarıydı.

 ABD sınai gücü ve teknolojik kapasitesi ile kapitalist ekonominin dümeninde yer alacaktı.

  Bir ülke bir oy ilkesine dayalı BM kurumlarından farklı olarak IMF ve DB’nin başta ABD’in kendisi olmak üzere az sayıda gelişmiş ülkeye (kotalara katkı oranında) karar mekanizmasında anahtar rol veren eşitsiz kurucu sözleşmesi, ABD hegemonyasının uluslararası kuruluşlar eliyle pekiştirilmesini sağladı.

 ABD hegemonyası altında işleyen kapitalist ekonominin gelişmiş dünyanın emekçi yığınları nezdinde meşruluğunu sağlayan temel ise, refah devleti uygulamalarıydı.

 Bu politikalar, bir yandan Sovyet tehdidi, diğer yanda güçlü sosyalist partilerin ve sendikaların varlığı koşullarında, savaş sonrası yüksek büyüme hızlarının mümkün kıldığı ödünlerdi.

 Azgelişmiş dünya açısından ise, hegemonya, Sovyetler Birliği ile bu ülkeler üzerindeki nüfuz savaşının bir parçası olarak ABD kredileri ile finanse edilen kalkınma programlarına dayalı olarak inşa edildi.

 Bu programlar, IMF’nin istikrar programlarıyla birlikte ABD öncülüğünde oluşturulan yeni uluslararası işbölümünün tahkim edilmesinde önemli bir rol oynadı.

 Bu dönemde kimi Orta ve Latin Amerika ülkeleri ile kimi Uzak Asya ülkeleri ABD’nin ve gelişmiş Avrupa ekonomilerinin büyük firmalarının doğrudan yatırımlarıyla bağımlı bir sanayileşme yoluna girdi.

 19. Yüzyıl İngiliz hegemonyasının dünya piyasasının ve finans ağının yönlendirici gücü ile sürdürülmesine karşılık, ABD hegemonik gücünün ürünleri olarak yaratılan IMF ve DB gibi kuruluşlar uzun dönemde hegemonik dünya düzeninin genişlemesine ve yeniden üretilmesine yönelik kuralları somutlaştıran bir rol oynadılar.

 Bu kuruluşların bir diğer işlevi ise dünya düzeninin normlarını ideolojik olarak meşrulaştırmaktı.

 Bu kuruluşlar eliyle bir yandan çevre ülkelerden elit devşirilirken diğer yandan karşı hegemonik düşüncelerin absorbe edilmesi için gerekli müktesebat yaratıldı.

 Tablo 1. 19. Yüzyıl İngiliz Hegemonyası ve 20. Yüzyıl Amerikan Hegemonyası

 

 

Karşılaştrma Öğeleri

19. Yüzyıl İngiliz Hegemonyası

20. Yüzyıl ABD Hegemonyası

 

 

Karakteristik Piyasa Yapısı

Serbest Rekabetçi

Tekelci

Üretim

Hafif Tüketim (Tekstil) ve Ağır Sanayi

Elektronik ve Sentetik Materyaller

 

 

Sermaye İhracı

Para Sermaye ve Ticarete Yönelik Altyapı Yatırımları Şeklinde Doğrudan Sermaye İhracı

 

 

Üretken Sermaye İhracı

Uluslararası İşbölümü

İmalatçı Merkez - Birincil Ürün Üreten Çevre

Teknoloji Yoğun Merkez - Emek Yoğun Çevre

 

 

Parasal Sistem

Altın Standardı

Bretton Woods Sistemi

 

 

Parasal Otorite

Haute Finans

IMF

 

İdeoloji

Manchester Liberalizmi,

Serbest Ticaret Emperyalizmi

İçkin (Embedded) Liberalizm,

Serbest Girişim Sistemi

 

 

Hegemonyaya Öngelen Sistemik Kaos

Fransız Devrimi

Devrim Çağı (1789-1848)

Sovyet Devrimi

Avrupa Güçler Dengesinin Dağılması

 

 

Hegemonik Gücün Devletler arası Sisteme Sunduğu “Ortak Çıkar”

 

 

Burjuva Milliyetçiliği

Self Determinasyon

Devletler Arası Sistemin Düzenleyici Mekanizması

 

 

Avrupa İttifakı

Birleşmiş Milletler

Hegemonyanın “Asrı Saadet” Dönemi

1846-1879

1945-1965

 

 Sonuç olarak ABD, kendi liderliğinde oluşturulacak bir hegemonik düzenin inşası için gerekli “uluslararası tarihsel blok”u büyük bir dikkatle oluşturmayı başardı.

 Bu tarihsel bloğu bir araya getiren ideoloji, serbest girişim sistemi ve liberal demokrasiydi.

Sovyet tehdidinin ayakta tuttuğu bu uluslararası tarihsel blok, ulusal kapitalist çıkarlar açısından ABD’nin sağladığı kredi ve pazar olanakları, tabi sınıf ve halklar açısından ise refah devleti, kalkınma vaadi ve ulusal egemenliğe saygı gibi ortak çıkar öğeleriyle meşrulaştırıldı.

 Hegemonik bir düzen inşasında ABD’nin entelektüel ve moral üstünlüğünü sağlayan en önemli öğe, kolonyalist bir geçmişe sahip olmayışı, Wilson’dan bu yana ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesine sadık kalması ve en önemlisi pragmatik Amerikan ideolojisinin taşıyıcılığı yapan ABD üniversitelerinin sunduğu geniş bir uzmanlar havuzundan oluşan entelektüel sermayesiydi.

 Öte yandan Amerikan kültür endüstrisi hegemonik düzenin ideolojik yeniden üretimi için güçlü bir dayanak oluşturuyordu.

 Hegemonik liderliğin en önemli zor aygıtı ise Sovyet tehdidine karşı bir Atlantik ittifakı olarak tasarlanan NATO’ydu.

 NATO soğuk savaş döneminde ABD öncülüğünde Batı blokunun ortak askeri paktı olarak işlev gördü.

 Ancak NATO’dan bağımsız olarak ABD, kurduğu ittifaklar ve tüm dünyaya yayılmış üsleriyle kendi oluşturduğu uluslararası sistemin jandarmalığını üstlenirken 19. Yüzyılda tüm dünya denizlerinde gezen İngiliz donanmasına kıyasla daha esnek ve daha masrafsız bir güvenlik stratejisini hayata geçirdi.

 Savaş sonrası ABD hegemonyasının asr-ı saadet dönemi (belle epoque) 1960’lardan itibaren Batı Avrupa ve Japonya ekonomilerinin toparlanmasının ardından ciddi sorunlarla yüz yüze geldi.

 ABD’nin doların uluslararası rezerv para rolünü istismar ederek sürdürdüğü gevşek maliye politikaları ve kronik dış açıkları Bretton Woods sisteminin sonunu getirdi.

 1971 yılında Bretton Woods sisteminin çöküşü ABD hegemonyasının klasik dönemini sona erdirdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KRİZİ ‘ÇOKLUK’ KAVRAMIYLA ANLAMAK: BİYOPOLİTİKA, GÜÇ VE İÇKİNLİK   Başlangıç olarak , sözlükteki karşılıklarına bakılırsa,  halk ’ın söz...