4 Aralık 2022 Pazar

 MODERN DÜNYA SİSTEMİ - 2

 

Kitap, onyedinci yüzyılda Avrupa’nın yaşadığı ekonomik, sosyal ve siyasal kriz üzerine geniş bir literatürün tartışıldığı giriş bölümü ile başlamaktadır.

 Wallerstein’a göre ise; bu dönemde tarımda görülen küçülme ve daralma kırsal emeğin ucuzlamasına ve ucuz işgücü sağlanan tekstil endüstrisinin gelişmesine yol açmıştır.

  Yazara göre, onyedinci yüzyıldaki daralma bu sebeple bir kriz olarak değil, işleyen bir kapitalist dünya ekonomisi içinde bir küçülme olarak görülmelidir .

 Onyedinci yüzyıl aynı zamanda devletlerin güçlendiği savaşların feodal beyler arasında değil devletler arasında yapıldığı bir dönemi ifade etmektedir.

 Hollanda’nın ve dolayısı ile Protestan dünyanın Katoliklere karşı zaferi ile sonuçlanan Otuz Yıl Savaşları sonunda yapılan Vestfalya Barışı aynı zamanda uluslararası ilişkilerin miladı olarak da kabul edilmektedir.

 Kitabın ikinci bölümü genel hatları ile Hollanda’nın dünya ekonomisinde ve deniz ticaret yollarında egemenliğinin oluşumunu incelemektedir.

  Hollanda 1645’de donanması ile Baltık deniz ticaretini ele geçirmiştir.

 Wallerstein, Hollanda’nın balıkçılıkta ilerlemesini “haringbuis” adı verilen denize daha elverişli, daha büyük manevra kabiliyeti olan, ringa balığı avı için daha büyük ağ kullanılmasını mümkün kılan, geniş güvertelerinde salamura yapılabilen ve bu özellikleri ile kıyıdan uzaklara açılıp 6-8 hafta denizde kalabilen balıkçı gemileri inşa etmesi ona büyük bir avantaj sağlamasına bağlamaktadır.

 Bunun sonucunda İngiltere’de Hollandalı balıkçılar İngilizlerden daha ucuza balık satmaya başlamışlardır.

 Hollandalılar tarım alanda da eşit derecede başarı göstermişler, tarıma uygun olmayan coğrafyalarında zorunluluktan toprak üretimi için mühendislikte teknolojik ilerleme kaydetmişler ve yoğunlaşmış tarıma yönelerek verimliliği arttırıcı yöntemler geliştirmişlerdir.

  Sonuçta bu yoğun tarım artan bir şehirleşme ve sanayileşmeye imkân vermiştir.

 Hollanda İngiliz rekabeti sadece balıkçılık alanında değil, tekstil endüstrisi alanında da sürmüştür.

 Boyasız ve dikişsiz İngiliz kumaşının Hollanda’da nihai ürün haline gelmesi üzerine 1614 de 1. James’i “boyasız” kumaş ihracını yasaklamıştır.

 Bunun üzerine Hollanda bitmiş ürün ihracını yasaklamış, 1. James’in cevabı ise, yün ihracını yasaklamak olmuştur.

 Sonuçta 3 yılda İngiliz kumaş ihracatı üçte bir düşmüş ve İngiltere bundan vazgeçmiştir.

 Kumaşa eklenen değerin yüzde 47’si boyama sürecinde oluşmaktaydı, bu işlem de Hollanda da yapılıyordu.

 Hollanda ayrıca gemi inşa ve gemi inşa yan sanayinde de çok ilerlemişti.

 Hem ucuz hem hızlı gemiler yapıyor hem de diğerlerinin 26-30 kürekçi kullandıkları gemilerde 18 kürekçi ile gidecek tarzda inşa ediyorlardı.

 Böylece mürettebatı hem daha ucuza hem de daha iyi besleyebiliyorlardı.

 Bu özellikleri yanında Amsterdam onyedinci yüzyılda dünyanın en büyük bankacılık ve finans merkezi haline geldi.

 Üniversitelerin kalitesi ile de beyin göçü çeken Hollanda Descartes, Locke ve Spinoza dahil bir çok aydını ülkeye çekmiştir.

 Bu durum Hollanda’nın 1672 deki çöküşüne kadar devam etmiştir.

 1672 de Hollanda Fransızlarca işgal edilir.

Bu Hollanda da Cumhuriyet rejiminin de sonunu getirir.

 Artık yükselen güç İngiltere’dir.

Hollanda’da ücretler ve vergiler yükselmiş, İngiltere’de ise işçilerin durumu kölelik seviyesinde kalmıştır.

 Yükselişi sağlayanlardan biri de budur. 1651 denizcilik yasaları da İngiltere’ye denizlerde güçlenme imkânı sağlamıştır.

 Tahıl fiyatları düşmekte, küçük çiftçilik yerine toprakları kiraya vermek ve büyük çiftlikler karlı hale gelmeye başlamıştır.

 İngiltere’de 1660-1750 arasında küçük çiftçilik ortadan kaybolurken Fransa’da küçük mülkiyetin uzun süreli egemenliği tarımsal geri kalmışlığı güçlendirmiştir

  Ayrıca İngiltere’nin içeride yeterli bir pazarının olmaması avantaja dönüşmüştür. Wallerstein’a göre belki de esas mesele Fransa’nın ekonomik olarak İngiltere’den çok daha iyi olmasıydı .

 Wallerstein Batı ve Kuzey Avrupa’da kapitalistleşme yaşanırken çevre ülkeler olan Orta ve Doğu Avrupa’da neler yaşandığını inceler.

 Polonya ve Macaristan başta olmak üzere bu ülkelerde hayvan ve tahıl fiyatlarının düştüğünü ekonomilerin durgunluğa girdiğini tespit eder.

  En kötü duruma düşen de köylülüğün durumudur.

 Wallerstein onyedinci yüzyılda İspanya, Portekiz ve İtalya’nın yarı çevre ülke olmasını incelediği çalışmada, bu ülkelerde tarımsal ürün fiyatlarındaki düşüşle beraber nüfuslarının azaldığını belirtir.

 Portekiz Brezilyayı Hollanda’ya kaptırmış, Jamaika İspanya’dan İngiltere’ye geçmiştir. Portekiz İngiltere’den iki misli daha fazla ithalat yaparken, ihracatı sadece yüzde 40 artmıştır.

  Portekiz İngiltere ile olan ticaret dengesini Brezilya altını ile sağlıyordu.

 Wallerstein bu durumu Portekizli tarihçi J.P. Oliveria Martins’dan şöyle aktarır; “Brezilya altını Portekiz’e sadece uğruyor ve İngiltere’nin bizi beslediği ve giydirdiği un ve tekstil ürünlerini ödemek için İngiltere’ye demir atıyordu”.

Onaltıncı yüzyılda parlak sömürgeciler olarak altın ve gümüşü kontrol eden İber devletleri onyedinci yüzyılda kuzeybatı Avrupalı kapitalistlerin aktarma kayışlarına dönüşmüşlerdi.

 Bakırda ve bilhassa demirde bir kraliyet tekeli yaratan ve onyedinci yüzyıla kadar bir Alman sömürgesi olan İsveç, güçlü demir sanayi ile güçlü bir donanma yaratabilmiş, İspanya ve Portekiz gibi yarı çevre ülkeler arasına girebilmiştir .

 Wallerstein Rusya’nın 1. Petro’dan itibaren gelişimini inceler.

 Prusya ve Avusturya’yı karşılaştırır.

 Danimarkanın onyedinci yüzyılda niye bir çevre ülkesi olarak kaldığının ardındaki sebepleri araştırır.

 Fransa 1689’da denizde İngiliz donanması kadar güçlü iken 1694’deki deniz savaşında İngiliz donanmasına yenilmiş, denizlerin kontrolü İngiltere’ye geçmişti.

 İlginç olan ise bu olaydan sonra İngiliz sigorta şirketlerinin Fransız gemilerini denizde İngiliz savaş gemilerine karşı sigortalamalarıydı.

 Sigorta şirketlerinin bu tavrı İngiliz parlamentosuna götürülmesine rağmen, parlamento bu uygulamayı yasadışı ilan etmeyi reddetmiştir.

 Kitabın kapsadığı 1600-1750 arası dönem aynı zamanda merkantilizm çağıdır.

 Wallerstein’e göre, İngiltere ve Fransa onsekizinci yüzyıl başında merkantilist idi.

 Ancak Fransa merkantilizmi askeri genişleme politikasında kullanırken, İngiltere bunu ekonomik büyümenin hizmetinde kullanmıştır.

 Onsekizinci yüzyılda İngiltere’nin dünya ekonomisindeki merkezi konumu artarken Fransa’nın azalmıştır.

 Wallertein’e göre bunun sebebi Fransız devletinin İngiliz devleti kadar güçlü olmamasıdır.

 ( Merkantilizm: 16. yüzyılın başlarından 19. yüzyılın ilk yıllarına kadarki 300 senelik bir dönemi kapsayan ve ithalatı kısıtlayıp, ihracatı teşvik ederek güçlü ve zengin bir devlet inşa etmeyi amaçlayan iktisadî milliyetçiliktir. )

 Millî zenginlik ve gücün, ihracatı yükselterek bunun karşılığında değerli madenler elde etmeye paralel olduğunu iddia eder.

 Ulusların Zenginliği adlı eserinde Adam Smith korumacı dış ticaret politikalarını şiddetle eleştirirken, bu döneme “Merkantilizm” adını vermiş ve bu o günden bu yana geniş kabul görmüştür.

 Durgunluk döneminde üç büyük güç (İngiltere, Fransa ve Hollanda) arasındaki ticari rekabet, tahıl ticaretini iyice zayıflatmıştır.

 Ticari gücü elde etmek için yapılan deniz savaşları yeni ithal ürünlerini belirleyecektir.

  Bunlar gemi malzemeleri ve demirdir.

 Demir yataklarına sahip olan İsveç yarı-çevre konumuna gelecektir.

 Onyedinci yüzyıla kadar bir Alman sömürgesi durumunda kalan İsveç demir endüstrisi sayesinde merkantilist politikalar izlemeye başlayacaktır.

 Wallerstein’in diğer Modern Dünya Sistemi kitapları gibi bu kitabında da her sayfanın neredeyse yarısı dip notlarla dolu olduğu görülmektedir.

 Wallerstein çok fazla kaynak, bir çok rakam, istatistik vb kullanmaktadır.

 Birinci ciltten alıştıysanız sorun olmayacaktır.

 Ama ilk bu ciltten okumaya başlamışsanız bir müddet sonra dip notlar yorucu gelmeye başlayabilir.

 Dünya ekonomisini merkez, yarı çevre ve çevre ülkeler üzerinden inceleyen Wallerstein’e göre merkez ülkelerin kurduğu bir sistemle kaynaklar çevre ve yarı çevre ülkelerden merkeze akmaktadır.

 Wallerstein bir ülkenin merkez, çevre veya yarı çevre haline gelmesini çoğunluk olarak devletin gücü, siyasi yapısı vb. gibi üst yapı kurumları ile izah eder.

 Ancak Wallerstein’da ülke içi sınıf çatışmalarına değinilmediği gibi kültürel farklılıklara atıf neredeyse hiç yoktur.

 Robert Brenner haklı olarak onu merkez ve çevre ülkelerin iç sınıfsal ilişkilerini ihmal etmekle suçlamaktadır.

 P. Thomson’a birkaç atıf varsa da bu birkaç acınası işçi köleliğine değinmeden öteye gitmemektedir.

 Wallerstein daha çok Annales okulu düşünürlerine en fazla da Fernand Braudel’e atıf yapmaktadır.

 Bu onu demografik yapı, üretilen tahıl miktarındaki değişimler ve işçi ücretleri gibi sayısal değerlerin incelenmesi ile sınırlı tutmakta, ticaret ve kentlerin gelişimine H. Pirene ve Swezzy gibi çok önem verirken, feodalizmin yıkılışında köylünün üzerindeki sömürünün artmasına fazlaca değinmemektedir.

Charles Ragin ve Daniel Chirot’un eleştirileri ise benzer nedenlerle çevre veya yarı çevre durumuna düşmüş ülkelerden bazılarının neden yüz yıl sonra merkeze yaklaştığı, diğerinin ise yarı çeper durumundan kurtulamadığıdır.

 Buna örnek olarak İsveç, Danimarka ve İspanya’yı göstermektedirler.

 Yine onlara göre tarihin akışı böyle toptancı bir teori ile açıklanamayacak kadar karışıktır.

Bütün bu eleştirilere rağmen Wallerstein’in Modern Dünya Sistemi kitapları keyifle okunuyor, devamını beklediğimiz bir belgesel veya dizi gibi merak uyandırıyor.

 Bu sebeple, ben de sizin gibi bir an önce 3. cildi okuyup sanayi devriminin modern dünya sistemi üzerindeki etkilerini, Fransız Devrimi’nin Wallerstein gözünden hikayesini, Rusya, Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan’a doğru genişleyen dünya kapitalizminin bu coğrafi genişlemeden nasıl etkilendiğini okuyup, görmek istiyorum.

 İncelenecek üçüncü ciltte ise, sanayi devriminin üretim süreçlerine etkileri, İngiltere’nin modern üretim tekniklerini ve donanmasını kullanarak kurduğu hegemonya ve sebep-sonuçları ile Fransız devrimi analiz edilmektedir.

 Bu kitapta ayrıca Rusya, Hindistan ve Osmanlı imparatorluğu gibi ülkelerin modern dünya ekonomisine, yani dünya kapitalist sistemine katılmaları konu edilmektedir.

 Kitap, onsekizinci yüzyılın son evresinden başlayarak İspanya, Portekiz, İngiltere ve Fransa’nın Amerika kıtasından çekilmesinin incelenmesi ile son bulmaktadır.

 Bu kitapta da son yüz sayfa kaynaklara ayrılmış ve nerdeyse her sayfanın yarısı dip notlardan oluşmaktadır.

 Eğer her dip notu okumaya kalkar iseniz, her Wallerstein kitabı gibi okumakta zorlanabilirsiniz.

 Benim tavsiyem zorunlu olmadıkça dip notlara dönmemenizdir.

 Zaten bilhassa araştırmacıların okuyacağı bir kitap olduğundan derinlemesine araştırdığınız ve ilgilendiğiniz bir konu ise ise dip not ve kaynaklara tekrar dönmeniz en doğru seçenek olacaktır.

Kitabın birinci bölümünün başlığı “Sanayi ve Burjuvazi”dir.

 Bu bölüm Sanayi devriminin nedenleri ve tanımlanması ile başlamakta ve devrimin ilk olarak İngiltere’de başlamasının sebepleri incelenmektedir.

Wallerstein her zaman yaptığı gibi bir çok araştırmacının bu konudaki görüşlerini aktardıktan sonra, bunun sebeplerini; makineleşmeyi ve proleterleşmeyi sağlayan artan talep, makineleşmeyi mümkün kılan yeterli sermaye birikiminin bulunması, demografik devrimi mümkün kılan ve toprak-kira ilişkilerinin gelişimini sağlayan tarım devrimi olarak izah etmektedir.

Toprakların birleştirilerek küçük çitçilerin toprağı terk etmesine neden olan “çitleme” uygulaması ve tarımdaki düzenlemeler ile köyden şehre/sanayiye işgücü kaydırılması, nüfus artışı, sanayi devrimine devletin yardımı da ayrı ayrı incelenmektedir.

Üretim sürecinin zorlaması ile çırçır makinesi, mekik, iplik eğirme makinelerinden buhar makinelerine kadar çeşitli icatlarla tekstil endüstrisinde büyük gelişmeler yaşanmıştır.

Yine demir ve çelik sanayindeki gelişmeler demiryollarının gelişimine, buhar kazanındaki gelişmeler de başta kömür olmak üzere enerji sektöründe gelişmelere yol açmıştır.

Teknolojik gelişmeler bilhassa tekstil endüstrisinde dışarı iş verme sisteminin sona ermesine ve büyük fabrikaların kurulmasına yol açmıştır.

 Yine bu gelişmeler üretim ilişkilerinde büyük değişikliklere sebep olmuştur.

Dış ticarette görülen ise hammadde ithalinin artması ve mamul mal ürünlerinin ihracı ve yeni pazarlar ihtiyacıdır.

Wallerstein birinci bölümün sonunda Fransız Devrimini incelemeye başlar.

 Ona göre Fransız Devrimi “senyörlük sistemini ve feodal toplumun ayrıcalıklı sınıflarını ortadan kaldırması açısından burjuva, kapitalist toplumun gelişimine işaret eder”.

 Ancak devrimi aristokratlar başlatmış ve halk tamamlamıştır.

 1789’da burjuvazi halk güçlerinin desteği ile liderliği aristokrasiden almıştır.

 Ancak Fransız Devrimindeki köylü ayaklanmalarının siyasi sonucu, “liberal parlamenter” bir rejimden çok merkezi ve bürokratik bir devlet olmuştur. 

 Wallerstein’a göre; Fransız Devriminin burjuva devrim olarak görülmesinin bir nedeni de, Rus Devrimini proleter devrim olarak görebilmek içindir.

 Wallerstein, “Rus Devrimi’nin totaliter devrim görüntüsünü yok etmek için Fransız Devrimi’ne liberal bir devrim görüntüsü yaratmaya çalışmanın da bir anlamı olmadığına inanıyorum” diyerek Rus Devrimini suçlamayı da ihmal etmemektedir.

 Wallerstein, Tocqueville’i de tanık göstererek Fransız Devriminin temel ekonomik ve siyasi dönüşüme işaret etmediğini belirtir.

 Ona göre; “Fransız Devrimi daha ziyade, kapitalist dünya ekonomisi açısından, ideolojik üst yapının sonunda ekonomik tabanı yakaladığı bir andı.

 Geçişin nedeni ya da gerçekleşme anı değil, onun nedeni idi” .

 İkinci bölüm “Merkezde Mücadele (1763-1815)” başlığını taşımaktadır.

  Bu bölümde onsekizinci yüzyıl sonunda İngiltere’nin Fransa karşısında sağladığı rekabet üstünlüğü ve bunun nedenleri incelenmektedir.

 İngiliz sanayinin üretim maliyetleri 1790’dan sonra hızla düşmeye başlamıştır.

Bunun bir sebebi, İngiltere’nin hammaddeyi Avrupa dışı koloni pazarlarından çok ucuza sağlamasıdır.

 Fransız iç pazarının cazibesi de tam tersi olarak dış pazarda rekabet için teknolojik yeniliklerden uzak tutmuştur.

  Fransa’nın Amerikan Devrimini desteklemesi çok büyük maliyet getirmiş ve Fransız Devriminin sebeplerinden birini oluşturmuştur.

 Amerika’da savaşı kaybeden İngiltere ise bu sefer hiçbir yönetim gideri olmadan Amerikan ticaretini ele geçirmiş ve ekonomik olarak bu durumdan kazançlı çıkmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KRİZİ ‘ÇOKLUK’ KAVRAMIYLA ANLAMAK: BİYOPOLİTİKA, GÜÇ VE İÇKİNLİK   Başlangıç olarak , sözlükteki karşılıklarına bakılırsa,  halk ’ın söz...