İNGİLİZ VE AMERİKAN HEGEMONYALARI - 3
Gramsci
- Dünya Sistemi Sentezi Arrighi’nin Hegemonya Analizi
Hegemonya
kavramını, özgül bir teorik yaklaşımın merkezi kavramı olarak kullanan bir
diğer kuram ise Immanuel Wallerstein’in formüle ettiği Dünya Sistemi Kuramıdır.
Dünya
Sistemi Kuramının analiz birimi “tek bir işbölümü ve çok sayıda kültürel
sistem”den oluşan dünya sistemidir.
Wallerstein’a
göre tarihsel olarak dünya imparatorlukları ve dünya ekonomisi biçiminde iki
farklı dünya sisteminden söz edilebilir.
Dünya
imparatorluğu kapitalizm öncesi dünya sisteminin temel formunu oluştururken,
üretimin piyasaya dönük olarak kâr amacıyla örgütlendiği, merkez ile çevre
arasındaki eşitsiz değişime dayanan bir sistem olan kapitalizmin doğuşuyla
ortaya çıkan “modern dünya sistemi”, dünya ekonomisine dayanır.
Dünya
imparatorluğunda tek bir siyasi yapı, merkez ve çevre arasındaki işbölümünü zor
aygıtları yoluyla tahkim ederken “modern dünya sistemi” tek bir devletin merkez
coğrafyaları denetim altına alması olanaklı olmadığı için bir dünya
ekonomisidir.
Dünya
Sistemi Kuramı, devlet iktidarını sınıflar arası ilişkilerden türeten
Neo-Gramsciyen yaklaşımın aksine, devlet gücünü dünya ekonomisindeki
işbölümünün bir türevi olarak ele alır.
Buna
göre merkezde güçlü devletler yer alırken, çevrede zayıf devletler sıralanır.
Bu
kuramda toplumsal güçlerin niteliği de dünya ekonomisindeki işbölümüyle
açıklanır.
Merkezde
emek denetimi ücretli emek formuna dayanırken, çevrede bağımlı emek kategorisi
yaygındır.
Öte
yandan Dünya Sistemi Kuramı, kapitalizmi özgül bir üretim tarzı olarak
tanımlamak yerine, işbölümü ve uzmanlaşmanın genişlemesi ile açıklar.
Kapitalizmi
mübadele ilişkilerine dayalı olarak ele alması nedeniyle, kapitalist gelişmenin
ancak üretim alanının incelenmesiyle kavranabilecek temel dinamiklerini
görmezden gelir.
Bu
nedenle, 17. ve 18. Yüzyıllarda uluslararası güç dengelerinin değişimini
açıklarken kapitalist gelişmenin ürünü olan burjuva devrimleri aracılığıyla
devletin yapısal dönüşümünün sağladığı güç avantajlarını dikkate almaz.
Dünya
Sistemi Kuramı, hegemonya kavramını ağırlıklı olarak ekonomik güçle bağlantılı
ele alır.
Kapitalizmin,
modernleşme okulunun öne sürdüğü gibi tekil ve özerk bir ulusal gelişme çizgisi
izlemediğini, kapitalist gelişmenin başından itibaren bir dünya sistemi olarak
geliştiğini öne sürer.
Bu
okula göre kapitalizm, bir dünya sistemi olarak iki ayak üzerinde gelişir.
Bunlardan
ilki genişleyen işbölümü ve daha geniş coğrafi egemenlik alanlarını ve nüfusu
mübadele ve karşılıklı bağımlılık ilişkileri içine çeken ticaret ve finans
ağlarıdır.
İkincisi
ise devletler arasındaki teritoryal rekabettir.
Sistemi
Kuramının önemli izleyicilerinden Arrighi modern dünya sisteminin bu iki
ayağından ilkinin kapitalist mantığı ikincisinin ise territoryal mantığı temsil
ettiğini savunur: Daha genel olarak, devletler ve şirketler arası rekabet
farklı biçimler alabilir ve aldıkları biçimler modern dünya sisteminin –yönetim
biçimi ve birikim biçimi olarak- işleyip işlemeyeceği durumlar için önemli
sonuçları vardır.
Devletler
ve şirketler arası rekabet arasındaki tarihsel bağlantıları vurgulamak yeterli
değildir.
Aynı
zamanda bu ilişkinin aldığı biçimi ve zaman içinde nasıl değiştiğini açıkça
belirtmek zorundayız.
Modern
Dünya sisteminin evrimsel doğasını ve sermayenin sınırsız birikimi ile siyasal
alanın görece istikrarlı organizasyonu arasında sürekli yinelenen çelişkiyi
çözüme kavuşturmak üzere birbirini izleyen hegemonyaların oynadığı rolü ancak
tam anlamıyla bu şekilde değerlendirebiliriz.
Böyle
bir anlayışa varmanın yolu, kapitalizm ve teritoryalizmin birbirine karşıt
yönetim biçimleri ya da iktidar mantığı olduğunun tanımlanmasıdır.
Teritoryalist
yöneticiler gücü kendi egemenlik alanlarının genişliği ve kalabalıklığı ile
özdeşleştirir ve sermaye ve zenginliği sonu gelmeyen teritoryal genişleme
çabasının bir ürünü ya da aracı olarak görürler.
Kapitalist
yöneticiler ise gücü kıt kaynaklar üzerindeki denetimlerini genişliği ile eş
anlamlı görürler ve teritoryal kazanımları sermayenin sınırsız birikiminin bir
aracı ve yan ürünü olarak değerlendirirler.
Dünya
Sistemi Kuramına göre büyük iktisadi, askeri, teknolojik, kültürel ve idari kapasiteleri
olan devletler arasında gelişen rekabet çevredeki azgelişmiş bölgelerin ve
halkların denetimini ve sömürüsünü hedefler.
Devletler,
aileler, etnik gruplar ve iş çevreleri arasında karşılaştırmalı üstünlük için
sürdürülen bu rekabet dünya sistemini oldukça dinamik kılar.
Dünya
sisteminin temel özelliği giderek daha fazla bütünleşme ve birbirine bağlanma
eğilimi gösteren bir ekonomi öte yandan parçalanmış olarak kalmaya devam eden
politik egemenlik alanları arasındaki karşıtlıktır.
Dünya
sistemi siyasetten ziyade ekonomi tarafından oluşturulmuş, ancak, ticaret ve
finansın dinamik ve hızla genişleyen kozmopolit alanında ortaya çıkan siyasi
parçalanmışlık çoğu kez genişlemenin engeli haline gelmiştir.
Son
iki yüzyılda İngiltere ve ABD bu karşıtlığı çözmek üzere bir dünya
imparatorluğu kurma yönünde girişimlerde bulunmalarına karşın başarılı
olamamıştır .
Dünya
Sistemi Kuramının kurucusu I. Wallerstein’nın geliştirdiği hegemonya
çözümlemesi, iktisadi güç temelinde ele aldığı hegemonyayı neredeyse tahakkümle
(dominance) özdeşleştirir.
Buna
karşılık Dünya Sistemi Kuramının önemli temsilcilerinden Giovanni Arrighi
devletler arası sistemde hegemonya kavramını Gramsciyen anlamda ele alır ve
modern dünya sisteminin evrimini tartıştığı çalışmalarında Gramsciyen hegemonya
kavramını hegemonik çevrimlerce belirlenen farklı tarihsel dönemlere uygulamaya
çalışır.
Burada,
Arrighi’nin devlet, toplumsal sınıflar, egemen ideolojinin oluşumu konularında
Dünya Sistemci perspektiften ayrılmadığını, yalnızca devletler arası sistemde
hegemonyanın rıza üretimi yönüne yaptığı vurguyla farklılaştığını belirtmek
gerekir.
Arrighi,
çalışmalarında hegemonik bir devletin ortaya çıkışını sağlayan nesnel ve öznel
koşulları dünya sistemci bir perspektiften ayrıntılı bir şekilde tartışmıştır.
Buna
göre hegemonik bir liderlik belli bir tarihsel anda, askeri güç ve iktisadi
kaynaklar üzerinde diğer devletlerin ya da devletler grubunun etkili bir
şekilde karşı koyamayacağı daha üstün denetimi gerektirir.
İktisadi
üstünlüğün temel boyutları üretimde (teknolojik liderlik) ticarette (dünya
ticaretinde yüksek paya sahip olma) ve finansta (uluslararası kredi ve rezerv
paraya sahip olma) yatar.
Eğer
bir devlet bu üç alanda üstünlüğe sahipse hegemonik bir role aday olabilir.
Ancak bunlar tek başına yeterli değildir.
Hegemonik
rolü üstlenecek devletin sahip olduğu askeri ve/veya iktisadi gücü sistem
düzeyinde çelişkileri şiddetlendiren sorunları çözmek üzere kullanabilme
yeteneği ve eğilimi olmalıdır.
Bu
eğilim ve yetenek, büyük ölçüde düzen için genel bir talep yaratan sistemik
kaos tarafından şekillenir. Sistemik kaos, devletler arası sistemde iflah olmaz
bir organizasyon yokluğu anlamına gelir: Bu durum çatışmanın güçlü bir karşı
koyma eğilimi gerektiren bir şekilde ve geri dönülemez bir şekilde ve geri
dönülmez bir biçimde artması veya, yeni bir kurallar ve davranış biçimleri
bütününün yer değiştirme amacı gütmeden eski bir kurallar ve değerler
sisteminden kaynaklanması veya zorla onun üzerine gelmesi ya da bu iki durumun
bir birleşiminin ortaya çıkması nedeniyle meydana gelen bir durumdur .
Hegemonik
bir liderliği hazırlayan bütün etkenlerin üst üste gelmesiyle, bir lider devlet
diğer devletlere uluslararası haklar ve normlar sistemini empoze etme ya da
kendi denetiminde bir konsensus oluşturma imkânı elde eder.
Böylece
belli ölçülerde dünya sisteminin bütünü için devlet fonksiyonunu adeta bir
merkezi otoriteymişçesine üstlenir.
Arrighi
, belli bir ülkenin hegemonik bir rol üstlenebilmesinin temel koşulunu şu
sözlerle açıklar: “Egemen bir devlet, devletler sistemine istediği bir yönde
öncülük eder ve böyle yaparak onlar nezdinde ortak çıkarların peşindeymiş
algısı yaratabilir.
Egemen
devleti, hegemonik yapan bu tür bir liderliktir”.
Arrighi’ye
göre hegemonik bir liderliğin öznel ve nesnel koşulları ile düzen için genel
bir talep yaratan sistemik bir kaosun örtüşmesine modern dünya ekonomisinin
egemen hale geldiği 17. Yüzyılda tanık olunmuştur.
Bu
yüzyılda Batı Avrupa’da feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinin ortaya
çıkardığı karmaşık tablo Hollanda’nın hegemonik bir güç olarak sivrilmesini
sağlayan koşulları içermektedir.
Hollanda’nın
Avrupa devletler sistemi ile sınırlı hegemonyasını doğuran en önemli gelişme,
Avrupa feodalizminin krizinin bir dışavurumu olarak iç içe geçmiş karmaşık
hiyerarşiler üzerine kurulu parçalı iktidar yapısından mutlak monarşilerin
egemen olduğu proto-ulus devletler sistemine geçiştir.
Mutlak
monarşilerin doğuşuyla, Ortaçağ feodalizminin egemenlik alanlarının üst örgütü
olan Roma Katolik Kilisesinin otoritesi adım adım çözülmüştür.
Modern
devlet inşasının bir ön adımı olarak mutlak monarşilerin temel özelliği ateşli
silahlarla donatılmış kalıcı ordulara ve bürokratik kadrolara dayanmasıdır.
Bu
yeni iktidar formu, devlet inşasının ağır iktisadi maliyetini karşılamak için
kendi uyruklarına ve diğer devletlerin egemenlik alanlarına yönelmiştir.
Bu
dönemde üretimin ağırlıklı olarak geleneksel köylü ve zanaatkâr emeğine dayalı
oluşu uyruklar üzerindeki artı ürün baskısına sınırlar koyarken, teritoryal
rekabet (diğer devletlerin egemenlik alanlarına el koyma) temel çözüm olarak
görülmüştür .
Teritoryal
rekabet 16. Yüzyıldan itibaren kaynağını feodalizmin çözülüşünde bulan dinsel
reformasyonun tetiklediği dinsel çatışmalarla kesişerek tüm Avrupa’yı içine
çeken 30 Yıl Savaşlarına yol açmıştır.
Bu
savaşların mali yükü mutlak monarşiler içinde gelişen kapitalizmin yarattığı
yeni toplumsal sınıf kompozisyonunun Krallıklara karşı isyanını tetikleyerek
devletler arası ilişkilerde savaşın yol açtığı kaosu daha da derinleştirmiştir.
Bu
kaos evresi modern devletler arası sistemin başlangıcı kabul edilen Westphalia
Barışı ile geçici bir çözüme kavuşturulmuştur.
Westphalia
Barışı ile yaratılan sistem, yöneticilerin karşılıklı olarak birbirini dışlayan
topraklar üzerinde mutlak hükümranlık haklarını meşrulaştırırken, uyrukların
yöneticiler arasındaki çatışmalara taraf olmaması konusunda da bir uzlaşma
içermektedir.
Bu
uzlaşma gelişen kapitalizmin mülkiyet hakkı ve ticaret serbestisi yönündeki
taleplerinin devletler arası ilişkiler düzeyinde güvence altına alınması
anlamına gelmektedir.
Devletler
arası sistem açısından ise, egemen devletler üzerinde Papalık gibi bir örgütün
veya bir yetkinin varlığı düşüncesi ortadan kalkarken, bunun yerini devletler
arasındaki güç dengesi ve devletler arasında işleyen bir uluslararası hukuk
almıştır .
Arrighi’ye
göre Westphalia Sistemi ile sonuçlanan kaos evresi Avrupalı yöneticilerin güç
mücadelelerinin rasyonel hale getirilmesi yönünde bir genel çıkar yaratmıştır.
İspanya’ya
karşı bağımsızlık ve dinsel özgürlük mücadelesi içinde Birleşik Eyaletlere
önderlik eden Hollanda bu genel çıkara hizmet etmede liderliği ele geçirmek için
gerekli eğilim ve isteği ile iktisadi ve askeri güce sahip olan bir siyasal
yapı olarak hegemonik bir konum elde etmiş, yeni güç dengesinin yönetiminde,
diplomatik girişim ve yeniliklerde önder hale gelmiştir.
Hollanda
Ortaçağ feodalizminin üst örgütü olan Papalığın siyasi ve ahlaki otorite olma
iddialarına karşı, mutlak monarşilerin bağımsız siyasetinin ve bunlar arasında
inşa edilecek barışın da teminatı rolünü üstlenmiştir.
Kısa
zamanda Atlantik merkezli güçlü bir kolonyal imparatorluk oluşturan Hollanda,
savaş zamanında bile uluslararası ticaretin sürdürülmesini sağlamak üzere özel
girişime geniş bir özgürlük alanı sağlayarak hükümdarların ve halklarının geçim
kaynağı olan malların ve savaş araçlarının temininde ortak çıkarları temsil
eden bir konum elde etmiştir.
Dönemin
Batı Avrupa ile sınırlı devletler arası sisteminde ortak çıkar olarak
tanımlanan serbest ticaret, aynı zamanda Hollandalı ticaret oligarşisinin
çıkarlarını da temsil etmektedir.
17.
Yüzyılda Amsterdam, Avrupa çapında güçlü bir ticari ve mali ilişkiler ağı
oluşturmasına karşın Hollanda’nın hegemonik gücü kısa ömürlü olmuştur.
Buna
karşılık Dünya Sistemi Kuramının kuramsal öncülleri çerçevesinde devletler
arası sistemde hegemonik rolün temel mekanizmalarını sergilemek bakımından
önemli bir ilk örnek olarak görülmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder