FOUCAULT VE MARKSİZM - 3
19. yüzyılın işçi
anketleri geleneğinin ilginç bir Maocu uyarlamasını yapan GIP, mahkûmlara
kaçak olarak ulaştırdığı anketlerle, sistemdeki zayıf noktaları keşfedip
bunların giderilmesi için ne tür taleplerde bulunması gerektiğini anlamayı
amaçlamıştı.
1970’lerde İslam Ulusu
mensuplarının hapishanelerde örgütledikleri direniş ve açtıkları davalar
sayesinde hükümlü haklarıyla ilgili ciddi iyileşmelerin sağlandığı ABD’de de
mahkûmlar benzer reformların hayata geçirilmesini sağlamışlardı.
Bu dönemde
Fransa’daki hapishanelerde, ABD’dekilerden farklı olarak, ziyaretçi kabul
edilmiyordu, dolayısıyla içerde olup bitenlerle ilgili bilgi edinmek çok zordu.
Foucault ilk
hapishane ziyaretini ABD’de bulunduğu sırada yapmış, mahkûm isyanının
bastırıldığı Attica Islahevi’ni gezmişti.
Foucault’nun ünü
arttıkça, kamuya açık dersleri de öğrencilerle etkileşime yeterince fırsat
vermeyecek kadar kalabalık ve rahatsız olmaya başlamıştı.
Politik açıdan,
68-sonrası Fransız goşizminin ve “yeni toplumsal hareketler”in enerjisi
sönümlenmeye yüz tutmuştu.
Foucault’nun
1970’lerin başında örgütlenip birlikte gösterilere katıldığı çevre yavaş yavaş
dağılıyordu.
Maocu
yoldaşlarından bazıları, totalitarizme veya teolojik meselelere kafayı takmış,
üstelik Foucault’yu esin kaynakları olarak anan akademik şöhretlere, nouveaux
philosophes’a dönüşmüşlerdi.
Fransız Komünist
Partisi’nin (FKP) Stalinist Marksizmi de çözülüyordu.
FKP, François
Mitterand’ın yeni Sosyalist Parti’siyle (SP) ittifak yapmış, 1973’te bu
partiyle ortak bir programa imza atmıştı.
“Proletarya diktatörlüğü”
bahsinden tümüyle vazgeçen FKP, 1976’da Aleksandr Soljenitsin’in Sovyet çalışma
kamplarını ayrıntılarıyla anlatan Gulag Takımadaları kitabının
Fransızca baskısının çıkmasıyla kopan fırtına sırasında Lenin’in mirasını
yeniden değerlendirmeye zorlanmıştı.
FKP’nin SP’yle ittifakı
sayesinde 1981’de Mitterand cumhurbaşkanı oldu.
Bütün bu
gelişmeler, Fransa’da solun 68-sonrası entelektüel ve politik topraklarında
tektonik bir kayma yaşanması anlamına geliyordu.
1970’lerin ortalarında
sona eren konjonktür, 1954’te Cezayir Bağımsızlık Savaşı’yla başlamıştı.
Bağımsızlık Savaşı,
Fransa’da bir politika ve entelektüel faaliyet alanının inşasına katkıda
bulunmak yerine, böyle bir alanın olumsuzlanmasına yol açmıştı – Sartre, Simon
de Beauvoir ve Les temps modernes bu açıdan istisnaydı.
Fransız kolluk
güçlerinin uyguladığı şiddet ve işkence haberleri, Cumhuriyet geleneğine ve
sözümona evrensel değerlerine ağır bir darbe indirmişti.
1957 Cezayir
Savaşı’nın, 1958’de Cezayir’deki darbe ve askerî cuntanın, Dördüncü
Cumhuriyet’in çöküp Charles de Gaulle’ün çok daha etkili bir yürütme gücüyle
başa geçmesinin ardından, FKP-dışı sol, FKP ile SP’nin Nazi işgalinden sonra
elde ettiği manevi ve politik üstünlükten yararlanıp net bir program
belirlemekte başarısız olduğunu öne sürdü.
Bu görüşe göre, bu
iki parti artık Fransız işçi sınıfının tarihsel çıkarlarını veya bilincini
temsil etmiyordu.
Kendiliğindenlik,
Fransız radikalizminin uzun geçmişe sahip politik mirası çerçevesinde, ülkenin
yegâne devrimci umudu olarak görülüyordu.
Sartre ve FKP-dışı
solun diğer mensupları, Parti’nin Macaristan’daki Sovyet işgalini ve Cezayir
Savaşı’nı desteklemesini, ya geleneksel Fransız işçi sınıfı içindeki bir
muhafazakâr sapma olarak, veya işçi sınıfının politik organlarının reformizme
sapması olarak görüyorlardı.
FKP-dışı sola mensup birçok
entelektüel nezdinde artık Parti devrimci bir özne değildi.
Althusser bu
açıdan istisnaydı.
İkinci Dünya Savaşı
sonrasında yaşanan ekonomik ve demografik canlanma sırasında üniversite
sisteminin hızla genişlemesi, Vietnam Savaşı’na muhalefetle birleşince,
1968’deki mücadeleler açısından elzem olan yeni bir politik aktörü ortaya
çıkarmıştı: genel itibarıyla gençlik, özel olarak da öğrenciler.
Eğitim seviyesi
giderek yükselen nüfus, tarihte eşi görülmemiş bir kültürel gazetecilik
piyasası yarattı, bu da Parti-dışı entelektüellere daha büyük iktidar ve etki
kazandırdı.
Fransa’da Socialisme
ou Barbarie ve Sitüasyonist Enternasyonal çevresinin çalışmalarının
temsil ettiği Parti-dışı Marksist gelenek, nüfusu harekete geçirmek için
devrimci ajitasyonun müesses sendika ve partileri devredışı bırakması gerektiği
sonucuna varmıştı.
Üçüncü Dünya’daki
bağımsızlık mücadeleleri ve Çin ile Küba’nınki başta olmak üzere politik
atılımlar, devrim teorisinde önemli değişiklikler doğurdu.
Regis Debray, 1967’de,
fokoculuğu [foquismo] savunduğu Devrimde Devrim kitabını
yayınladı: Che Guevara’nın 1959 Küba Devrimi’ndeki gerilla savaşı deneyiminden
hareketle, silahlı bir devrimci öncünün halk arasında ayaklanma dalgalarını
yaymasını öngören viral bir teori.
“Gündelik
hayatta devrim” sloganı altında, ve yabancılaşma kavramı üzerinde yeni bir
vurguyla, Marksizm yeni toplumsal hareketlerin teorik yuvası oldu.
Nitekim Mayıs
68 olayları, halihazırdaki bu politik akımlarla birleşmişti.
Mayıs-Haziran
1968’den sonra devrim artık sadece üretim araçlarına kimin sahip olduğu
meselesinden ibaret görülmüyordu.
Devlet
yönetimindeki kapitalizm, yeni devrimcilerin tespit ettiği sorunlara çözüm
değildi.
İşbölümüne,
özellikle de işçileri hizaya getiren yönetici, sendika lideri, müfettiş ve
memurlardan oluşan otorite yapılanmasına karşı çıkılmalıydı.
Andre Gorz, Les
temps modernes sayfalarında Mayıs 68’in Batı Avrupa’daki devrim
ufkunun kanıtı olduğunu yazdı ve devrimin başarısızlığından FKP ile İşçi
Sendikaları Konfederasyonu’nu (CGT) sorumlu tuttu.
Les temps
modernes, 1969-1971 arasında açıktan Leninizm eleştirisine yönelmiş ve
radikal demokratik bir perspektiften kurumlara saldırmaya başlamıştı; dergi,
okurlarını işbölümüne karşı mücadele kapsamında “Üniversite’yi yıkmaya”
çağırıyordu.
Mücadele üretim
alanıyla sınırlı tutulmamalı; ırk ve sınıf ayrımlarını yeniden üreten,
işbölümüne yol açan, kadınlara atfedilen geleneksel rolleri destekleyen,
yurttaşlarla yurttaş olmayanlar arasındaki ayrımlara temel sağlayan üstyapı
aygıtlarına da karşı çıkılmalıydı.
Aşırı solun bu dönemde
yürüttüğü parlamento-dışı politika, sonradan Proleter Sol’u (Gauche
prolétarienne) kuracak grubun 1969’da yayınladığı Vers la
guerre civile (İç Savaşa Doğru) başlıklı metinle ilan edilmişti.
Metinde Mayıs
68’in, “devrimi ve sınıf mücadelesini bütün stratejilerin merkezine
yerleştirdiği” söyleniyordu.
Vers la guerre
civile, öncü illegal doğrudan eylemi, lümpen proletaryanın devrimci
potansiyelini, ve disiplin ile hiyerarşinin idamesinde işbölümünün stratejik
rolünü vurguluyordu.
Silahlı mücadele, Fransız
işçi sınıfının Nazi işgaline karşı direnişinden kalan radikal miras olarak
görülüyordu.
Metin, 1968-1973
yıllarında faaliyet gösteren ve Fransız istihbaratı tarafından “sol gruplar
içinde devlet güvenliğine en büyük tehdit oluşturan grup” olarak tanımlanan
Proleter Sol için bir program oluşturdu.
Fransa’nın dört bir
yanına dağılmış ufak gruplarla faaliyet yürüten grup, iradecilikle radikal
demokrasiyi ve kendiliğindenciliği birleştiren bir politika güdüyordu.
Devrimin yeni
figürleri, göçmen işçiler, vasıflı işçiler ve mahkûmlardı. Hapis, devlet
baskısı ve sendika bürokrasisi, kitle hareketini “proleterleştiren” etkenlerdi.
Fransız devleti
Proleter Sol’un çıkardığı gazetelerin kamusal alanda satışını yasaklamış, bunun
üzerine grup, FKP-dışı sola mensup entelektüellerle ilişkiye girmişti.
Gruba katılan
Daniel Defert, Foucault’yu da faaliyetlerinde yer almak üzere davet etti.
Sartre, Simone de
Beauvoir, Foucault ve başka kamusal entelektüeller, Fransız devletinin kendi
aydınlarını tutuklamayacağı varsayımından hareketle, grubun gazetesini
dağıtmaya çağrıldılar.
Nitekim gazete
bunun üzerine sorunsuz dağıtılmaya başladı.
Hapishaneler
Hakkında Bilgi Grubu da, Foucault’nun Proleter Sol’la yürüttüğü ortak faaliyetler
sonucunda kuruldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder