3 Aralık 2022 Cumartesi

  FOUCAULT VE MARKSİZM - 3

 

 19. yüzyılın işçi anketleri geleneğinin ilginç bir  Maocu uyarlamasını yapan GIP, mahkûmlara kaçak olarak ulaştırdığı anketlerle, sistemdeki zayıf noktaları keşfedip bunların giderilmesi için ne tür taleplerde bulunması gerektiğini anlamayı amaçlamıştı.

1970’lerde İslam Ulusu mensuplarının hapishanelerde örgütledikleri direniş ve açtıkları davalar sayesinde hükümlü haklarıyla ilgili ciddi iyileşmelerin sağlandığı ABD’de de mahkûmlar benzer reformların hayata geçirilmesini sağlamışlardı.

 Bu dönemde Fransa’daki hapishanelerde, ABD’dekilerden farklı olarak, ziyaretçi kabul edilmiyordu, dolayısıyla içerde olup bitenlerle ilgili bilgi edinmek çok zordu.

 Foucault ilk hapishane ziyaretini ABD’de bulunduğu sırada yapmış, mahkûm isyanının bastırıldığı Attica Islahevi’ni gezmişti.

 Foucault’nun ünü arttıkça, kamuya açık dersleri de öğrencilerle etkileşime yeterince fırsat vermeyecek kadar kalabalık ve rahatsız olmaya başlamıştı.

 Politik açıdan, 68-sonrası Fransız goşizminin ve “yeni toplumsal hareketler”in enerjisi sönümlenmeye yüz tutmuştu.

  Foucault’nun 1970’lerin başında örgütlenip birlikte gösterilere katıldığı çevre yavaş yavaş dağılıyordu.

 Maocu yoldaşlarından bazıları, totalitarizme veya teolojik meselelere kafayı takmış, üstelik Foucault’yu esin kaynakları olarak anan akademik şöhretlere, nouveaux philosophes’a dönüşmüşlerdi.

 Fransız Komünist Partisi’nin (FKP) Stalinist Marksizmi de çözülüyordu.

 FKP, François Mitterand’ın yeni Sosyalist Parti’siyle (SP) ittifak yapmış, 1973’te bu partiyle ortak bir programa imza atmıştı.

“Proletarya diktatörlüğü” bahsinden tümüyle vazgeçen FKP, 1976’da Aleksandr Soljenitsin’in Sovyet çalışma kamplarını ayrıntılarıyla anlatan Gulag Takımadaları kitabının Fransızca baskısının çıkmasıyla kopan fırtına sırasında Lenin’in mirasını yeniden değerlendirmeye zorlanmıştı.

FKP’nin SP’yle ittifakı sayesinde 1981’de Mitterand cumhurbaşkanı oldu.

 Bütün bu gelişmeler, Fransa’da solun 68-sonrası entelektüel ve politik topraklarında tektonik bir kayma yaşanması anlamına geliyordu.

1970’lerin ortalarında sona eren konjonktür, 1954’te Cezayir Bağımsızlık Savaşı’yla başlamıştı.

 Bağımsızlık Savaşı, Fransa’da bir politika ve entelektüel faaliyet alanının inşasına katkıda bulunmak yerine, böyle bir alanın olumsuzlanmasına yol açmıştı – Sartre, Simon de Beauvoir ve Les temps modernes bu açıdan istisnaydı.

 Fransız kolluk güçlerinin uyguladığı şiddet ve işkence haberleri, Cumhuriyet geleneğine ve sözümona evrensel değerlerine ağır bir darbe indirmişti. 

 1957 Cezayir Savaşı’nın, 1958’de Cezayir’deki darbe ve askerî cuntanın, Dördüncü Cumhuriyet’in çöküp Charles de Gaulle’ün çok daha etkili bir yürütme gücüyle başa geçmesinin ardından, FKP-dışı sol, FKP ile SP’nin Nazi işgalinden sonra elde ettiği manevi ve politik üstünlükten yararlanıp net bir program belirlemekte başarısız olduğunu öne sürdü.

 Bu görüşe göre, bu iki parti artık Fransız işçi sınıfının tarihsel çıkarlarını veya bilincini temsil etmiyordu.

 Kendiliğindenlik, Fransız radikalizminin uzun geçmişe sahip politik mirası çerçevesinde, ülkenin yegâne devrimci umudu olarak görülüyordu.

 Sartre ve FKP-dışı solun diğer mensupları, Parti’nin Macaristan’daki Sovyet işgalini ve Cezayir Savaşı’nı desteklemesini, ya geleneksel Fransız işçi sınıfı içindeki bir muhafazakâr sapma olarak, veya işçi sınıfının politik organlarının reformizme sapması olarak görüyorlardı.

FKP-dışı sola mensup birçok entelektüel nezdinde artık Parti devrimci bir özne değildi.

 Althusser bu açıdan istisnaydı.

 İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan ekonomik ve demografik canlanma sırasında üniversite sisteminin hızla genişlemesi, Vietnam Savaşı’na muhalefetle birleşince, 1968’deki mücadeleler açısından elzem olan yeni bir politik aktörü ortaya çıkarmıştı: genel itibarıyla gençlik, özel olarak da öğrenciler.

 Eğitim seviyesi giderek yükselen nüfus, tarihte eşi görülmemiş bir kültürel gazetecilik piyasası yarattı, bu da Parti-dışı entelektüellere daha büyük iktidar ve etki kazandırdı.

 Fransa’da Socialisme ou Barbarie ve Sitüasyonist Enternasyonal çevresinin çalışmalarının temsil ettiği Parti-dışı Marksist gelenek, nüfusu harekete geçirmek için devrimci ajitasyonun müesses sendika ve partileri devredışı bırakması gerektiği sonucuna varmıştı.

 Üçüncü Dünya’daki bağımsızlık mücadeleleri ve Çin ile Küba’nınki başta olmak üzere politik atılımlar, devrim teorisinde önemli değişiklikler doğurdu.

Regis Debray, 1967’de, fokoculuğu [foquismo] savunduğu Devrimde Devrim kitabını yayınladı: Che Guevara’nın 1959 Küba Devrimi’ndeki gerilla savaşı deneyiminden hareketle, silahlı bir devrimci öncünün halk arasında ayaklanma dalgalarını yaymasını öngören viral bir teori.

  “Gündelik hayatta devrim” sloganı altında, ve yabancılaşma kavramı üzerinde yeni bir vurguyla, Marksizm yeni toplumsal hareketlerin teorik yuvası oldu.

  Nitekim Mayıs 68 olayları, halihazırdaki bu politik akımlarla birleşmişti.

 Mayıs-Haziran 1968’den sonra devrim artık sadece üretim araçlarına kimin sahip olduğu meselesinden ibaret görülmüyordu.

 Devlet yönetimindeki kapitalizm, yeni devrimcilerin tespit ettiği sorunlara çözüm değildi.

 İşbölümüne, özellikle de işçileri hizaya getiren yönetici, sendika lideri, müfettiş ve memurlardan oluşan otorite yapılanmasına karşı çıkılmalıydı.

 Andre Gorz, Les temps modernes sayfalarında Mayıs 68’in Batı Avrupa’daki devrim ufkunun kanıtı olduğunu yazdı ve devrimin başarısızlığından FKP ile İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nu (CGT) sorumlu tuttu. 

 Les temps modernes, 1969-1971 arasında açıktan Leninizm eleştirisine yönelmiş ve radikal demokratik bir perspektiften kurumlara saldırmaya başlamıştı; dergi, okurlarını işbölümüne karşı mücadele kapsamında “Üniversite’yi yıkmaya” çağırıyordu.

 Mücadele üretim alanıyla sınırlı tutulmamalı; ırk ve sınıf ayrımlarını yeniden üreten, işbölümüne yol açan, kadınlara atfedilen geleneksel rolleri destekleyen, yurttaşlarla yurttaş olmayanlar arasındaki ayrımlara temel sağlayan üstyapı aygıtlarına da karşı çıkılmalıydı.

 Aşırı solun bu dönemde yürüttüğü parlamento-dışı politika, sonradan Proleter Sol’u (Gauche prolétarienne) kuracak grubun 1969’da yayınladığı Vers la guerre civile (İç Savaşa Doğru) başlıklı metinle ilan edilmişti.

 Metinde Mayıs 68’in, “devrimi ve sınıf mücadelesini bütün stratejilerin merkezine yerleştirdiği” söyleniyordu. 

 Vers la guerre civile, öncü illegal doğrudan eylemi, lümpen proletaryanın devrimci potansiyelini, ve disiplin ile hiyerarşinin idamesinde işbölümünün stratejik rolünü vurguluyordu.

 Silahlı mücadele, Fransız işçi sınıfının Nazi işgaline karşı direnişinden kalan radikal miras olarak görülüyordu.

 Metin, 1968-1973 yıllarında faaliyet gösteren ve Fransız istihbaratı tarafından “sol gruplar içinde devlet güvenliğine en büyük tehdit oluşturan grup” olarak tanımlanan Proleter Sol için bir program oluşturdu.

 Fransa’nın dört bir yanına dağılmış ufak gruplarla faaliyet yürüten grup, iradecilikle radikal demokrasiyi ve kendiliğindenciliği birleştiren bir politika güdüyordu.

 Devrimin yeni figürleri, göçmen işçiler, vasıflı işçiler ve mahkûmlardı. Hapis, devlet baskısı ve sendika bürokrasisi, kitle hareketini “proleterleştiren” etkenlerdi.

 Fransız devleti Proleter Sol’un çıkardığı gazetelerin kamusal alanda satışını yasaklamış, bunun üzerine grup, FKP-dışı sola mensup entelektüellerle ilişkiye girmişti.

 Gruba katılan Daniel Defert, Foucault’yu da faaliyetlerinde yer almak üzere davet etti.

 Sartre, Simone de Beauvoir, Foucault ve başka kamusal entelektüeller, Fransız devletinin kendi aydınlarını tutuklamayacağı varsayımından hareketle, grubun gazetesini dağıtmaya çağrıldılar.

 Nitekim gazete bunun üzerine sorunsuz dağıtılmaya başladı.

 Hapishaneler Hakkında Bilgi Grubu da, Foucault’nun Proleter Sol’la yürüttüğü ortak faaliyetler sonucunda kuruldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KRİZİ ‘ÇOKLUK’ KAVRAMIYLA ANLAMAK: BİYOPOLİTİKA, GÜÇ VE İÇKİNLİK   Başlangıç olarak , sözlükteki karşılıklarına bakılırsa,  halk ’ın söz...