3 Aralık 2022 Cumartesi

 FOUCAULT VE MARKSİZM - 2

  

Foucault’nun Entelektüel Krizi ve “İktidarın Halkaları”

 Foucault’nun 1969’da girdiği “politik dönemeç” ve sonraları “kendilik kaygısına” yöneldiği “etik dönemeç”, onun entelektüel tarihinde en sık atıfta bulunulan dönemlerdir.

 Bu dönemleştirme, eserlerini erken, orta ve geç dönem olarak net biçimde üçe ayırmaya yarayan bir bölümleme sağlar.

 Foucault üzerine yapılan çalışmalarda bu dönemeçler kaydedilmekle birlikte, sebepleri açıklanmaz.

 Bunların Foucault açısından ne anlama geldiği konusunda iyi temellendirilmiş bir analize girişenlerin sayısı çok azdır, çoğu incelemede bu konudaki boşluk dedikodu ve spekülasyonla doldurulmaya çalışılır.

 Bu sorunlara bir de, Foucault’nun alımlanışı meselesi eklenmiştir.

Fransız tarihçi François Cusset, “Amerikalıların Fransız teorisiyle macerasının”, karşılaştırmalı düşünce tarihindeki bir paradoks olduğunu söyler.

Cusset’ye göre, “Derrida, Foucault, ve Deleuze ile ortakları”, ABD’de “anti-Marksist olduğu varsayılan görüşleri nedeniyle” sıcak karşılanıp aynı ambalaja sokulurken, “sol Marksizm’le gizli bir ittifak içinde oldukları gerekçesiyle kendi anavatanlarında yasaklıydılar”.

 Foucault’nun ABD’deki alımlanma biçimi, çeşitli sebeplerle, egemen Foucault algısına dönüştü ve kavramları birçok politik ontoloji içinde billurlaştı: queer teoride “normatiflik”; Giorgio Agamben, Michael Hardt ve Antonio Negri’nin eserlerinde “biyopolitika” ve savaş, gibi.

 Ama bu ontolojilerin hiçbiri, düşük büyümenin damgasını vurduğu kapitalizmden ve bu durumun devlet iktidarı, toplum kurumları ve direniş mücadeleleri açısından doğurduğu sonuçlardan müteşekkil politik-ekonomik ufkumuza cevap vermiyor.

Balon ekonomisiyle, devlet egemenliğinin görünürde aşınmasıyla, karşı-küreselleşme ve savaş-karşıtı çoklukların dağınık direnişiyle tanımlanan dönem, yani Foucault’dan mülhem bu konjonktür değerlendirmelerine 1990’larla 2000’lerin başında belli bir keskinlik kazandıran dönem kapandı, yerini bambaşka bir konjonktüre bıraktı: ekonomik iflas, eski tarz sınıf iktidarının konsolidasyonu, egemen borç krizleri, Avro-Amerikan askerî kudretinin kendini yeniden ortaya koyması, ABD ve Avrupa’da kemer sıkma önlemlerine karşı beliren mücadeleler, ve Ortadoğu’da otoriter rejimlere karşı baş gösteren halk ayaklanmaları.

 Foucault’nun, ekonomik krizin erken dönemine ait politik düşünceleri, özellikle de sermayenin kriz eğilimlerini idare etmek üzere ortaya çıkan yönetim sanatı olarak neoliberalizm üzerine düşünceleri, içinde bulunduğumuz konjonktürün ışığında titizlikle yeniden değerlendirilmelidir.

 Foucault’nun düşüncesini yeniden değerlendirmek için elzem olan çalışmalarının, yani Collège de France’ta verdiği kamuya açık derslerin tamamı yayınlandı.

Önceden sınırlı bir uzman çevresinde korsan olarak dolaşıma sokulan kasetler üzerinden yayılan bu dersler, bugün Foucault’nun 1971’den 1984’te ölene kadar izlediği düşünsel güzergâhın kamusal bir kaydını oluşturuyor.

 Foucault, ölümünden sonra hiçbir çalışmasının yayınlanmamasını vasiyet etmişse de, üstelik kürsüde konuşmasını bölen kayıt cihazlarına “alerjisi” olduğunu itiraf etmişse de, bu kayıtların önemini anlamıyor değildi: 1976 tarihli bir derste teslim ettiği gibi, “mesaj muhakkak yayılır”.

Gerçekten de bu yayınlar sayesinde Foucault’nun dersleri, sırlara eşlik eden demagoji ve gizemleştirmeden kurtulmuştur.

Derslerdeki açıkyüreklilik, 1976-1979 arasındaki çarpıcı bir geçiş dönemini ortaya çıkarmaktadır: Foucault’nun, geç dönemini tanımlayan etik meselelere dönmeden önce, derin bir entelektüel kriz yaşayıp bir özeleştiri tasarısına giriştiği dönemdir bu.

Artık bu dönemin entelektüel anlamını değerlendirebilecek, ve son derece üretken bir yazar olan Foucault’nun 1976-1983 arasında neden hiçbir eser yayınlamadığı konusunda fikir yürütebilecek bir noktaya gelmiş olabiliriz.

Bu entelektüel kriz ve özeleştiri döneminden çıkan düşünceler, Foucault’nun iktidarı kuramlaştırmaya yönelik daha erken tarihli çalışmalarındaki sezgilere ve sınırlılıklara ışık tutabilir mi?

Foucault’nun bu dönemde devlet yönetimi, tarihsel bilinç ve ekonomi politik problemleri üzerinde durması, ordu, hapishane, tıp ve psikiyatri gibi kurumların iç fizyonomilerini incelediği daha önceki çalışmalarından uzaklaştığının işareti midir, yoksa bu çalışmaların bir nevi tamama ermesi mi?

 Foucault’nun problematiği, ve “biyopolitika”, “panoptisizm”, “yönetimsellik” gibi bildik neolojizmleri; ayrıca, “dışarının olmadığı” sıkı sıkıya örülmüş bir “iktidar ağı” fikrinin uyandırdığı karanlık atmosfer, yaklaşık 35 senedir dolaşımda.

 Fakat bu terimler, yer aldıkları özgün metinlerde bulunmayan bir anlamla donatıldı.

Bu dil ve ona atfedilen çeşit çeşit politik değer –liberal, anarşist, radikal– kâh moda oldu, kâh gözden düştü.

 Teoriyle haşır neşir olanlar, tercih ettikleri (veya düşman oldukları) Foucault’cu jargona göre ayırt edilebiliyor.

 Bu dönemden biraz uzaklaştığımıza göre, belki de artık Foucault’nun devlet, yasa veya hak gibi burjuva kavramlaştırmalarına başvurmadan politika üzerine düşünme çabalarını yeniden değerlendirebiliriz.

 Foucault’nun eski düşmanları (psikiyatri, üniversite, hapishane, hümanizm, haklar söylemi, ve insanı durmadan cinselliğini açıklamaya zorlayan amansız saplantı), Foucault’nun bunlara dair analizlerinin gördüğü rağbet oranında çoğalıp yayılmaya devam etti.

 Bu paradoksal durum, insanda şöyle bir kuşkuya yol açıyor: Acaba bu iktidar kurumları, ortaya çıkışları konusundaki tarihsel hafızayı canlandırma çabasından hiç mi olumsuz etkilenmedi?

 Vaktiyle bu kurumlara meydan okumuş toplumsal hareketlerin yokluğunda, Foucault’nun 1970’lerin ortalarına kadar ortaya koyduğu tarihsel sunum, yenilgiyi ve ağır bedelli zaferleri yaşamış bir mücadele için yapılmış bir ön propaganda ve ajitasyona dönüşebilir.

 Bu sonuca varmak için belki erkendir, ama Brezilya’daki radikal öğrenciler karşısında “İktidarın Halkaları” başlıklı konuşmasını yaptığı sıralarda Foucault’nun kendisi de bunu az çok kabul ediyordu. 

 Cinselliğin Tarihi’nin birinci cildinin yayın öncesi düzeltilerini yaparken, Collége de France’taki “dinleyicileri”ne (Collége de France’ta öğrencilere böyle denirdi) bir nevi entelektüel kriz yaşadığını açıkça itiraf etmişti.

 1976 derslerinin [Toplumu Savunmak Gerekir] ilk seminerinde, entelektüel projesinin anlamını ve bütünlüğünü sorgulayarak başlamıştı konuşmasına.

Araştırma gündeminin “süreklilik oluşturmadığı”nı, “aynı yollara, aynı konulara, aynı kavramlara geri döndüğü”nü düşünüyordu ve sonuçta “hiçbir kapıya çıkmayacağı”ndan endişe ediyordu.

 Kendi soybilim yöntemini, “üniversitede somutlaşmış bilimsel söylem”e karşı “bilgilerin başkaldırısı” olarak tanımlayan Foucault –burada eski hocası Louis Althusser’e yönelik saldırısı gayet açıktır– kendi düşüncesinin tarihselliğiyle, ve hem üniversitenin hem de Marksizmin Fransa’daki kültürel konumlarının değişmesiyle yüzleşiyordu.

Çalışmalarının “yaşadığımız şu son on ya da on beş, en fazla yirmi yıllık, çok sınırlı döneme denk düştüğünü” söylüyordu.

  “Konjonktürde [yaşanan] birtakım değişiklikler”, artık ona “mücadelenin çehresinin belki de aynı olmadığını” düşündürmekteydi.

 Bu tarz temkinli değerlendirmeler insanı düşündürüyor. 

 Hapishanenin Doğuşu daha bir sene önce, Fransa’da hapishanelerle ilgili eylemlerin yoğunlaştığı bir dönemde yayınlanmış ve büyük övgü toplamıştı.

 Hapishaneler Hakkında Bilgi Grubu’nun (Groupe d’information sur les prisons, GIP) faaliyetleri, hapishanelerde eşi görülmemiş bir grev dalgasını tetikleyerek, Fransa’da ceza uygulaması ve sisteminde başarılı reformların yapılmasını sağlamış, ceza aygıtını daha şeffaf ve açık hale gelmeye zorlamıştı.

 1971 yılı sonbaharında Fransa çapında 20 hapishanede aynı anda isyan çıkmıştı.

 GIP’in başarısı büyük ölçüde, üyelerinin çoğunun politik faaliyetleri nedeniyle hapis yatmış olmasından ileri geliyordu – Fransız devletinin devrimci faaliyeti kriminalize etmesi, suçun politikleştirilmesini tetiklemişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KRİZİ ‘ÇOKLUK’ KAVRAMIYLA ANLAMAK: BİYOPOLİTİKA, GÜÇ VE İÇKİNLİK   Başlangıç olarak , sözlükteki karşılıklarına bakılırsa,  halk ’ın söz...