FOUCAULT VE MARKSİZM - 1
Michel Foucault’nun Mayıs
68 olaylarını ne kadar şaşırtıcı bulduğu, Paris Nanterre Üniversitesi’nde bir
kadroya atanmasından sonra, aynı yılın Ocak ayında hayat arkadaşı Daniel
Defert’e söylediği şu sözlerden anlaşılabilir: “Öğrencilerin, hocalarla
ilişkilerinden sınıf savaşı terimleriyle bahsetmeleri ne tuhaf.”
Bu sözlere ilişkin
yorumlar, kafamızda yerleşmiş Foucault imgesi hakkında önemli ipuçları
verecektir.
Foucault, Jean-Paul
Sartre hakkında alenen yaptığı küçümseyici yorumlardan (1966) ve Kelimeler
ve Şeyler (1966) kitabındaki belirgin sapmalardan ötürü kuşağının Yeni
Sol mensupları arasında bir anti-Marksist olarak nam salmıştı.
Ama daha genç
kuşağa mensup olup, radikal filozofun daha geç tarihli portrelerine –Hapishanenin
Doğuşu (1974) kitabının yazarı olarak Foucault’ya; Paris
sokaklarındaki protestolarda, bir elinde megafon, Sartre’la ve diğer
ultra-goşistlerle omuz omuza çekilmiş fotoğraflarına– aşina olan sol eğilimli
entelektüeller, aktivist ve ajitatörler, Foucault’nun yukarda yer verdiğimiz
itirafını muhtemelen kafa karıştırıcı bulacaklardır.
Acaba Foucault, 22
Mart Hareketi’nin fitilini ateşleyecek politik kıvılcımlar karşısında
hazırlıksız yakalanmış olabilir miydi?
Sonuçta
Paris’e şenlikten sonra gelmiş, Haziran ayı sonunda
Sorbonne’da düzenlenen son gösterilere katılmıştı.
Ben Foucault’nun bu
sözlerini bilinçli bir tefekkür olarak yorumlamayı tercih ediyorum:
kendilerini, sanki karşılarında üretim araçlarının sahipleri varmış gibi
üniversite hocalarıyla savaşa tutuşmuş devrimci proleterler gibi sunan
ayrıcalıklı Nanterre öğrencilerinin tavrı üzerine bir yorum.
Foucault, bu
çelişkiden çıkardığı sonuçları ortaya koymak istercesine, 1969’da politik
tartışmalarda sınıf mücadelesi dilini kullanmaya başladı ve kendi döneminin
ruhuna “Marx’a dönüş”ün damgasını vurduğunu ilan etti.
Foucault’nun
politik değişimi, 1968’de felsefe dersi verdiği Tunus Üniversitesi’ndeki
Troçkist öğrenciler arasındayken gerçekleşmişti.
Genç Tunuslulardan
aldığı ilhamla, hem Marx’tan Rosa Luxemburg’a tarihsel materyalizmin klasik
eserleri hakkındaki bilgilerini tazelemiş, hem de Yeni Sol arasında popüler
olan Che Guevara gibi figürlere, Kara Panterler gibi gruplara eğilmişti.
Tunus’ta
grevlerle, boykot ve işgallerle, gözaltı, tutuklama ve işkencelerle geçen o bir
seneyi düşünürken, kendilerini Marksist olarak tarif eden öğrencilerinin
tavrındaki titizlik ve kesinlikten ziyade, ruhani ve varoluşsal enerjiyi takdir
etmişti.
Marx’ın tarihsel
önemini yitirdiği yolundaki eski iddiasından tümüyle vazgeçerek, şuna kani
olmuştu: “[...] mit, gerekliydi.
Mücadeleye
başlayabilmek için politik bir ideoloji veya politik bir dünya algısı, insan
ilişkilerine ve durumlarına dair politik bir algı kesinlikle şarttı.”
Bu sözler, Marx’tan
çok Sorel’i akla getiriyor; fakat yine de Foucault’nun, yaşadığı dönemin
politik muhayyilesini yakalamak için yeni bir mit ördüğünü söylemek çok mu
ileri gitmek olur?
Foucault’nun,
“iktidar” terimini kavramsal olarak açarak, başka bir “dünya algısı” ortaya
koyduğu söylenebilir mi?
Sonuçta
Foucault’nun bu konudaki en temel içgörüleri –iktidarın baskıcı olmaktan ziyade
üretici olduğu; bizzat bireyselliğin, tarihsel bir iktidar örgütlenmesinin
ürünü olduğu fikri– tarihin hilesine dair bıkkın bir uyarı değildir.
“İktidarın daima galip
geldiği” anlamına gelmez bu.
Aksine, bir araştırma
gündemi öne sürer: “şayet iktidar insanları eziyor, veya silahlarla ya da
idarecilerle onları sindiriyorsa, insanlar muhakkak iktidarın hayata
geçirilmesine temel bir tehdit oluşturdukları içindir” şeklindeki hipotezi
tarihsel açıdan doğrulamaya çalışmak.
Foucault’ya
göre, ezilenler de muazzam bir “iktidar ağı”nı kullanırlar.
Tarihsel bir
sürecin edilgin kurbanları değildirler; iktidar, tarihsel açıdan olumsaldır.
Ezilenlerin
direnişi, iktidarın mevcut örgütlenmesini biçimlendirmiştir.
Bu görüş
çerçevesinde, devrim hakikaten benzersiz bir olaydır.
Bu politik fikirler kinik
olabilir, ama Marksist politik düşünce geleneğine tamamen yabancı değildirler.
Sözgelimi, yukardaki
formülasyonlar Benjamin’in ezilenlerin tarihinden devşirdiği derslere çarpıcı
ölçüde benzemektedir – özellikle de devrimci olanağın “zayıf mesihçi gücü”
fikrine.
Foucault
meslek hayatı boyunca ezilenlerin sesine kulak vermiştir.
Yazdığı eserler ve
kullandığı kaynaklar adeta infial uyandıracak niteliktedir, çünkü
kütüphanelerde onca zaman geçirerek gün yüzüne çıkardığı unutulmuş seslere,
Bentham, Marx, Freud, Decartes, Smith, Machiavelli, Rousseau gibi büyük
düşünürlerden çok daha fazla yer vermiştir.
Marx ve Benjamin’in
de tercih ettiği bir yöntemdi bu.
Foucault “yararsız
âlimliğin tatlı farmasonluğu” diye bahsetmişti ondan.
Batı
düşüncesinin en üstün vesikalarına dalmakla birlikte, kendine temel aldığı
düşünceler üzerine bir izahat veya yorum yazmaktansa, 19. yüzyılda yaşamış
hermafrodit Herculine Barbin üzerine kitap yazmaya çok daha yatkındı.
Dolayısıyla, onun
etkilendiği düşünsel kaynakları meydana çıkarmak çok titiz bir okumayı
gerektirir.
Foucault’nun yıldızının,
kitle iletişim çağının başında, Fransa’da trente glorieuses [muhteşem
30 yıl/1945-1975] olarak anılan dönem içinde parladığı düşünülürse, karışık ve
dikkat çekici kavramları tam da medyanın bu artan gücünü akılda tutarak
oluşturmuş olması muhtemeldir.
Batıl inanca davetiye
çıkarırcasına, bir kelime üzerinden felsefe yapmanın tehlikelerini sezmediğini
sanmak yanlış olur.
Frankfurt Okulu ve
Sitüasyonist Enternasyonal’in tutumuna karşılık, Foucault kitle iletişim
teknolojilerini eleştirmekten imtina ediyor ve bunları çoğunlukla, söylem
olanakları alanını genişleten nötr araçlar olarak kabul ediyordu.
unun bir sebebi de,
muhtemelen, her daim televizyonda boy gösteren meşum nouveau philosophe figürünün
yükselişini haber verircesine, bir kamusal entelektüel olarak söz konusu medya
aygıtını büyük ustalıkla yönlendirip kullanmasıydı.
Ancak bu tutumu da ilkeli
bir tavrın sonucuydu.
Foucault’nun metodolojisi
“yüksek” ve “düşük” kültürel formlar arasındaki ayrımlara direniyordu: Bir
dönemin cezalandırma paradigmasını keşfetmek için Bentham’a da bakabilirdi,
Pennsylvania’daki bir Quaker hapishanesinin planına da, Fransa’daki bir taşra
hapishanesinin günlük rutinine de.
Machiavelli’yi akılda
tutarak, “iktidarın yerel kinizmi” diyordu buna.
Foucault’nun kavramsal
problemlerini eklemlendirmek ve dayanaklarını kavramak için, öncelikle iktidar
üzerine düşüncelerini hem kendi yaşadığı dönemin şartları hem de kendi
şartlarımız içinde konumlandırmamız gerekir.
Böyle bir bağlam
oluşturmak, Foucault’nun düşüncesinin bugüne dek öğrenegeldiğimiz alımlanma ve
yeniden kurulma biçimini kafamızdan atmamıza yardımcı olacaktır.
nun geniş kapsamlı
tarihsel argümanının rasyonel özünü ortaya çıkarmak için, çoğu zaman son derece
güzel olsa da yer yer dikkati dağıtabilen betimleyici diline mesafe almamız gerekiyor.
oucault’nun kendisi
de sık sık ortaya attığı kavramlara retorik mesafe almış, bunlara titiz birer
kuramlaştırmadan ziyade bir düşüncenin yerini tutan işaretler muamalesi
etmiştir.
Burada özel bir Foucault
okuması önerdiğimin farkındayım; onun için de böyle bir okumanın kilidini açmak
üzere, Foucault’nun İngilizce’de yayınlanan toplu eserlerinin hiçbirinde her
nedense yer verilmemiş “Les mailles de pouvoir” [İktidarın
Halkaları] metninin çevirisini sunuyorum.
Foucault’nun 1976’da
Bahia Üniversitesi’nde verdiği bu konferans, teybe kaydedilip çözüldükten sonra
önce Portekizce olarak [“As Malhas de poder” başlığıyla] yayınlanmış, ardından
tekrar Fransızcaya çevrilerek Dits et écrits derlemesinde
yayınlanmıştır – şimdi de internet üzerinden İngilizce olarak sizlere
sunuluyor.
Bir iktidar ağının
“halkaları”, deliklerinin boyutu veya ölçüsü, internet çağı için bilhassa
yerinde bir metafor; yeni kapma [capture] ve kaçma [slippage]
türlerine gayet uygun düşüyor.
Bu çalıntı metnin size
aktarılması da, Foucault’nun vaktiyle hakikat söylemi veya parrhesia dediği
şeyi dolaşıma sokmayı kolaylaştıran teknolojilerin gelişmesinin bir sonucu.
Nitekim, Foucault’nun
1970’lerin sonuna ait çalışmaları, unutulmuş bir geçmişten gelip,
düşüncesindeki bütünlük ve kopukluklara dair varsayımları altüst ederek yeni
sezgileri ve yeni sınırları ortaya çıkaracak bir saatli bomba gibidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder