Komünist Manifesto
Karl Marx (1818-1883),
“bilimsel sosyalizm”in kurucusudur.
Marx altı yaşında Hıristiyanlığa intisap eden,
Renanyalı Yahudi bir hukukçunun oğludur.
Hegel’in tarih felsefesi ve
diyalektik düşünce tarzından üniversite öğrencisiyken etkilenmiş, 1840’ların
ortasında, kendisine solcu gazetecilik yaptığı gerekçesiyle verilen cezadan
kurtulmak için Almanya’dan kaçmıştır.
Hayat boyu birlikte
çalışacağı Friedrich Engels ile Paris’te tanışır ve Robert Owen ve Charles
Fourier gibi “ütopyacı”ların sosyalizm görüşüyle yakından ilgilenir.
Marx, kapitalizmin sadece
istenmediği için değil, içinde barındırdığı güçler tarafından altı oyulduğu
için ortadan kaldırılması gerektiğini; kısacası, tarihin sosyalizm
savunucularından yana olduğunu tartışmaya açarak çıkış yapar.
Yaşamını, tarihe katkıda bulunacak nitelikte,
uluslararası bir işçi sınıfı hareketi oluşturmaya adamıştır.
“Marksist sosyalizm”in klasik söylemi olan Komünist
Manifesto, Marx ve Engels tarafından, bir grup sürgün edilmiş Alman işçisinin
talebi üzerine, 1847’de bir parti programı olarak kaleme alınmıştır.
Toplumu Saran
Ve Bölen Çatışmaların Kökenleri Nedir, Nasıl Çözümlenecektir?
Avrupa’da bir HAYALET
kol geziyor – Komünizm hayaleti.
Yaşlı Avrupa’nın bütün
güçleri, papası ve çarı, Metternich’i ve Guizot’su, Fransız Radikalleri ve
Alman polisleri, bu hayaleti kovmak üzere kutsal bir sürek avında el ele
vermişlerdir.
İktidardaki hasımları
tarafından komünistlikle suçlanmamış tek bir muhalefet partisi gösterebilir
misiniz?
Bu komünizm
karalamasını, gerici hasımlarına olduğu kadar, kendinden daha ileri muhaliflere
de gerisin geri fırlatmamış tek bir muhalefet partisi gösterebilir misiniz?
Bu olgudan iki sonuç
çıkıyor:
I.
Komünizm,
daha şimdiden, bütün Avrupa devletleri tarafından başlı başına bir güç olarak
kabul ediliyor.
II.
Komünistlerin,
görüşlerini, amaçlarını, eğilimlerini bütün dünyanın gözleri önüne açıkça
sermelerinin ve bu komünizm hayaleti masalına, doğrudan doğruya partinin bir
manifestosuyla karşılık vermelerinin tam zamanıdır.
I. Burjuvalar ve Proleterler
Bugüne kadarki bütün
toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir.
Özgür insan ile köle,
patrisyen ile plep, senyör ile serf, lonca ustası ile kalfa, kısacası,
ezen ile ezilen sürekli karşı karşıya gelmiş, her seferinde ya bütün toplumun
devrimci bir dönüşüme uğramasıyla ya da çatışan sınıfların birlikte çöküşüyle
sonuçlanan, kimi zaman gizliden gizliye, kimi zaman açıktan açığa, kesintisiz
bir mücadele içinde olmuşlardır.
Tarihin daha önceki
çağlarında hemen her yerde, toplumsal konumların derece derece
kademelendirildiğini, toplumun çeşitli katmanlara bölündüğünü görüyoruz.
Eski Roma’da
patrisyenler, şövalyeler, plepler, köleler; ortaçağda feodal beyler, vasallar,
lonca ustaları, kalfalar, çıraklar, serfler ve bu sınıfların hemen hepsinde de
alt kademeler.
Feodal toplumun
yıkıntıları arasından yükselen modern burjuva toplumu, sınıf karşıtlıklarını
ortadan kaldırmamıştır.
Modern burjuva
toplumu, eski sınıfların yerine yeni sınıflar, eski baskı koşullarının yerine
yeni baskı koşulları, eski mücadele biçimlerinin yerine de yeni mücadele
biçimleri getirmekten öteye gitmemiştir.
Bununla birlikte,
çağımızın burjuva çağının ayırt edici bir özelliği vardır: Sınıf
karşıtlıklarını yalınlaştırmıştır.
Bütün bir toplum, her
geçen gün daha fazla, iki büyük düşman kampa, birbiriyle doğrudan doğruya karşı
karşıya gelen iki büyük sınıfa, yani burjuvazi ile proletaryaya bölünmektedir.
Ortaçağın serfleri
arasından, ilk kentlerin ayrıcalık belgesine sahip kentlileri doğdu.
Bu kentlilerin arasından da burjuvazinin ilk
unsurları gelişti.
Amerika’nın keşfi,
Ümit Burnu’nun dolaşılması, yükselen burjuvaziye yepyeni alanlar açtı.
Doğu Hindistan ve Çin
pazarları, Amerika’nın sömürgeleştirilmesi, sömürgelerle değişim, değişim
araçlarının ve genel olarak malların artması, ticarete, denizciliğe ve sanayiye
o güne kadar görülmemiş bir sıçrama sağladı ve böylelikle temelleri sarsılan
feodal toplumun bağrındaki devrimci unsurun hızla gelişmesine yol açtı.
Sanayinin o güne
kadarki feodal ya da lonca türü işletme tarzı, yeni pazarlarla artan
ihtiyaçları artık karşılayamıyordu.
Onun yerini imalat
sistemi aldı.
Lonca ustaları,
imalatçı orta sınıf tarafından sürüldü; çeşitli lonca birlikleri
arasındaki işbölümü, her bir atölyenin kendi içinde yapılan işbölümü karşısında
yok oldu.
Bu arada pazarlar
durmadan büyüyor, talep durmadan artıyordu.
İmalat sistemi de
artık yetmiyordu.
İşte o zaman, buhar
ile makine sanayii üretiminde devrim yaptı.
İmalatın yerini büyük modern sanayi; sanayici
orta sınıfın yerini ise sanayici milyonerler, sanayi ordularının şefleri,
modern burjuvalar aldı.
Büyük sanayi,
Amerika’nın keşfiyle yolu açılan dünya pazarını kurdu.
Dünya pazarı,
ticarette, denizcilikte ve kara ulaşımında muazzam bir gelişmeye yol açtı.
Bu gelişme de
sanayinin yayılmasını sağladı; sanayi, ticaret, denizcilik ve demiryolları
yayıldıkça, burjuvazi de aynı ölçüde gelişti, sermayesini artırdı ve tüm
ortaçağ artığı sınıfları bir bir sahne arkasına itti.
Yani, modern
burjuvazinin kendisinin de uzun bir gelişme sürecinin, üretim ve değişim
biçimlerinde meydana gelen bir dizi devrimin ürünü olduğunu görüyoruz.
Burjuvazinin her
gelişme basamağına ona denk düşen bir siyasal ilerleme eşlik etti.
Feodal beylerin
hâkimiyeti altında ezilen bir sınıf, komünde silahlı ve kendi kendini yöneten
bir topluluk olan, kimi yerde bağımsız bir kent cumhuriyeti, kimi yerde
krallığın vergi ödemekle yükümlü üçüncü sınıfını oluşturan, daha sonraları da
asıl imalat döneminde soyluluğa karşı bir ağırlık unsuru olarak ya yarı feodal
krallığa ya da mutlak krallığa hizmet eden ve aslında genel olarak büyük
krallıkların temel taşı olan burjuvazi, en sonunda, büyük sanayinin ve dünya
pazarının oluşmasından bu yana, modern temsili devlette siyasal hâkimiyeti tek
başına eline geçirdi.
Modern devlet erki,
bütün burjuvazinin ortak işlerini yürüten bir kuruldan başka bir şey değildir.
Burjuvazi, tarihte son
derece devrimci bir rol oynamıştır.
Burjuvazi, hâkimiyeti
ele geçirdiği her yerde, bütün feodal, ataerkil, romantik-duygusal ilişkilere
son vermiştir.
İnsanı “doğal
efendiler”ine bağlayan karmakarışık feodal bağları acımasızca kesip atmış ve
insanla insan arasında katıksız çıkardan, duygusuz “nakit ödeme”den başka bir
bağ bırakmamıştır.
Dinsel tutkunun,
şövalye ruhunun, küçük burjuva duygusallığının en yüce coşkularını bencil
hesabın buzlu surlarında boğmuştur.
Kişisel değeri değişim değerine dönüştürmüş ve
belgelenmiş, kazanılmış hak olan sayısız özgürlüğün yerine, o tek,
vicdansız ticaret özgürlüğünü geçirmiştir.
Tek kelimeyle, dinsel
ve siyasal aldatmacaların ardına gizlenen sömürünün yerine apaçık, utanmaz,
dolaysız, kaba sömürüyü geçirmiştir.
Burjuvazi onca
zamandır saygı duyulan, dinsel bir çekingenlikle yaklaşılan meslekleri
çevreleyen kutsal haleyi söküp atmıştır.
Hekimi de, avukatı da,
rahibi de, ozanı da, bilim adamını da kendi ücretli emekçisi yapıp çıkmıştır.
Burjuvazi, aile
ilişkisinin dokunaklı-duygusal örgüsünü yırtıp atmış, onu basit bir para
ilişkisine indirgemiştir.
Burjuvazi, Orta Çağda
gericiliğin o kadar hayran olduğu kaba kuvvet gösterisinin miskin bir
tembellikle nasıl da bütünleştiğini açığa çıkarmıştır.
İnsan faaliyetinin neler yaratabildiğini ilk
ortaya koyan, burjuvazi olmuştur.
Mısır piramitlerinden,
Roma’nın su kemerlerinden ve gotik katedrallerden kat kat üstün harikalar
yaratmıştır burjuvazi; bütün eski kavim göçleri ve Haçlı Seferleri’nden çok
farklı seferler gerçekleştirmiştir.
Burjuvazi, üretim
araçlarını, dolayısıyla üretim ilişkilerini ve bunlarla birlikte toplumun bütün
ilişkilerini sürekli devrimselleştirmeksizin var olamaz.
Oysa eski üretim biçimlerinin olduğu gibi
korunması, daha önceki bütün sanayici sınıfların ilk varlık koşuluydu.
Üretimin durmadan
altüst olması, bütün toplumsal koşulların aralıksız sarsılması ve sonu gelmez
bir belirsizlik ve hareketlilik, burjuva çağını daha önceki bütün çağlardan
ayırır.
Bütün kemikleşmiş,
donmuş ilişkiler, arkaları sıra gelen eski ve saygıdeğer düşünce ve görüşlerle
birlikte silinip gidiyor, yeni oluşanlarsa daha kemikleşmeye fırsat bulamadan
eskiyor.
Yerleşmiş,
kurumsallaşmış ne varsa buharlaşıyor, kutsal olan her şey ayaklar altına
alınıyor ve sonunda insanlar, sosyal durumlarına ve karşılıklı ilişkilerine,
soğukkanlılıkla ve mantıkla bakmak zorunda kalıyorlar.
Ürünleri için durmadan
genişleyen bir pazara duyduğu ihtiyaç, burjuvaziyi yeryüzünün dört bir bucağına
koşturuyor.
Burjuvazi, her yerde
yuvalanmak, her yere yerleşmek, her yerle bağlantılar kurmak zorundadır.
Burjuvazi, dünya
pazarını sömürerek, bütün ülkelerdeki üretim ve tüketime kozmopolit bir nitelik
kazandırmıştır.
Burjuvazi, gericileri
büyük bir yasa boğarak, sanayinin ayakları altından, üzerinde durduğu ulusal
zemini çekip almıştır.
Nicedir süregelen
bütün eski ulusal sanayiler yıkılmıştır ve her gün yıkılmaktadır.
Bunların yerini,
kurulmaları bütün uygar uluslar için bir ölüm kalım sorunu haline gelen yeni
sanayiler; artık yerli hammaddeleri değil de, en uzak yerlerden getirilen
hammaddeleri işleyen sanayiler; ürünleri yalnızca ülke içinde değil, aynı
zamanda dünyanın dört bir yanında tüketilen sanayiler almaktadır.
Ülke içinde üretilen
mallarla karşılanan eski ihtiyaçların yerini, uzak ülke ve iklimlerin
ürünlerini zorunlu kılan yeni ihtiyaçlar alıyor.
Eski yerel ve ulusal
içe kapalılığın ve kendi kendine yeterliliğin yerine, ulusların çok yönlü
ilişkileri ve çok yönlü karşılıklı bağımlılığı geçiyor; üstelik yalnızca maddi
üretimde değil, düşünsel üretimde de.
Tek tek ulusların
yarattığı düşünsel ürünler herkesin ortak malı olmaktadır.
Ulusal tek yanlılık ve
dar kafalılık, her geçen gün biraz daha olanaksızlaşmakta ve çeşitli ulusal ve
yerel edebiyatlardan bir dünya edebiyatı doğmaktadır.
Burjuvazi, bütün
üretim araçlarının hızla gelişmesi ve son derece kolaylaşmış iletişim ile bütün
ulusları, hatta en barbarlarını bile uygarlığın içine çekiyor.
Mallarının ucuz
fiyatları, burjuvazinin, bütün Çin Setlerini yerle bir ettiği, barbarların
yabancılara duyduğu en inatçı nefreti dize getirdiği ağır toplardır.
Bütün ulusları, eğer
yok olup gitmek istemiyorlarsa, burjuva üretim biçimini benimsemeye zorluyor;
bütün ulusları, kendisinin uygarlık dediği şeyi kabullenmek, yani burjuvalaşmak
zorunda bırakıyor.
Tek kelimeyle,
burjuvazi, kendi suretinde bir dünya yaratıyor.
Burjuvazi, kırı kentin
hâkimiyeti altına soktu.
Koca koca kentler
yarattı, kırsal nüfusa oranla kent nüfusunu büyük ölçüde artırdı ve böylece
nüfusun hatırı sayılır bir kesimini kırsal hayatın miskinliğinden kurtardı.
Tıpkı kırı kente
bağımlı kıldığı gibi, barbar ve yarı barbar ülkeleri uygar ülkelere, köylü
ulusları burjuva uluslara, Doğu’yu Batı’ya bağımlı kıldı.
Burjuvazi, nüfusun,
üretim araçlarının ve mülkiyetin parçalanmasına her geçen gün biraz daha son
veriyor.
Burjuvazi, nüfusu bir
araya topladı, üretim araçlarını merkezileştirdi ve mülkiyeti birkaç elde
topladı.
Bunun zorunlu sonucu,
siyasal merkezileşme oldu.
Farklı çıkarları,
yasaları, yönetimleri ve gümrükleri bulunan, hemen hemen sadece müttefik olan
bağımsız eyaletler, tek bir yönetimi, tek bir hukuk
sistemi, tek bir ulusal sınıf çıkarı, tek bir sınırı
ve tek bir gümrük tarifesi bulunan tek bir ulusta
bütünleşmeye zorlandılar.
Burjuvazi, henüz
yüzyılı bulmayan sınıf hâkimiyeti süresince, daha önceki kuşakların hepsinden
daha kitlesel ve daha muazzam üretici güçler yarattı.
Doğa güçlerinin boyunduruk altına alınması,
makineler, kimyanın sanayi ve tarıma uygulanması, buharlı gemiler,
demiryolları, telgraf, koskoca kıtaların tarıma elverişli kılınması, ırmakların
ulaşıma açılması, nüfusun yerden mantar biter gibi çoğalması; toplumsal emeğin
bağrında böylesine üretici güçlerin yattığını daha önce hangi yüzyıl sezmişti
ki?
Demek ki şunu gördük:
Burjuvazinin üzerinde yükseldiği temeli meydana getiren üretim ve değişim
araçları, feodal toplumun bağrında oluşmuştu.
Bu üretim ve değişim
araçlarının belli bir gelişme aşamasında, feodal toplumun üretim ve değişim
koşulları, tarımın ve imalat sanayisinin feodal örgütlenmesi, kısacası, feodal
mülkiyet ilişkileri, gelişmiş bulunan üretici güçlere artık ayak uyduramaz
olmuştu.
Bunlar üretimi
özendirecek yerde köstekliyorlardı.
İyice ayak bağı
olmuşlardı.
Sökülüp atılmaları
gerekiyordu; sökülüp atıldılar.
Bunların yerini,
kendisine uygun düşen bir toplumsal ve siyasal yapı ve burjuva sınıfının
ekonomik ve siyasal hâkimiyetiyle birlikte serbest rekabet aldı.
Bugün de gözlerimizin
önünde buna benzer bir süreç yaşanıyor.
Üretim, değişim ve
mülkiyet ilişkileriyle modern burjuva toplumu, o dev üretim ve değişim
araçlarını yaratmış olan bu toplum, büyüler yaparak çağırdığı cehennem
zebanilerine artık söz geçiremeyen büyücünün durumuna düşmüş bulunuyor.
On yıllardır, sanayinin
ve ticaretin tarihi, modern üretici güçlerin modern üretim koşullarına karşı,
burjuvazinin ve onun hâkimiyetinin varlık koşulu olan mülkiyet ilişkilerine
karşı isyanının tarihinden başka bir şey değildir.
Dönem dönem tekrarlanarak her seferinde bütün
burjuva toplumunun varlığını daha da tehditkâr bir biçimde tehlikeye sokan
krizleri belirtmek yeter.
Bu ticari krizler
sırasında, yalnızca eldeki ürünlerin büyük bir bölümü değil, aynı zamanda daha
önce yaratılmış üretici güçlerin büyük bir bölümü de düzenli olarak yok edilir.
Bu krizler sırasında,
daha önceki bütün çağlarda olsa olsa bir saçmalık olarak görülebilecek bir
salgın; aşırı üretim salgını baş gösterir.
Toplum, kendini
birdenbire anlık bir barbarlık durumuna geri götürülmüş bulur; sanki bir kıtlık,
genel bir yıkım savaşı bütün gıda maddelerinin kökünü kurutmuş, sanki sanayi ve
ticaret yok edilmiştir.
Peki, neden?
Çünkü toplumda çok
fazla uygarlık, çok fazla gıda maddesi, çok fazla sanayi, çok fazla ticaret
vardır.
Toplumun elindeki
üretici güçler, artık burjuva uygarlığının ve burjuva mülkiyet ilişkilerinin
gelişmesine hizmet etmemektedirler; tam tersine, artık kendilerini köstekleyen
bu ilişkilere göre çok fazla güçlenmişlerdir.
Ve bu ayak bağlarından
kurtulur kurtulmaz bütün burjuva toplumunu altüst eder, burjuva mülkiyetinin
varlığını tehlikeye sokarlar.
Burjuva ilişkileri, bunların yarattığı
zenginliği kucaklayamayacak kadar daralmıştır.
Peki, burjuvazi bu
krizlerin nasıl üstesinden gelir?
Bir yandan üretici
güçleri kitlesel olarak zorla yok ederek, öte yandan yeni pazarlar ele
geçirerek ve eski pazarları daha da fazla sömürerek.
Yani nasıl?
Daha çoky önlü ve daha şiddetli krizlerin
yolunu açarak ve bu krizleri önleyebilecek yolları gittikçe kapayarak.
Burjuvazinin
feodalizmi yere çalarken kullandığı silahlar, şimdi burjuvazinin kendisine
çevrilmiştir.
Ama burjuvazi,
kendisine ölüm getiren silahları geliştirmekle kalmamış, aynı zamanda bu
silahları kullanacak insanları; modern işçileri, proleterleri de yaratmıştır.
Burjuvazi, yani
sermaye geliştikçe, ancak iş buldukları sürece yaşayabilen ve ancak emekleri
sermayeyi artırdığı sürece iş bulabilen proletarya, yani modern işçi sınıfı da
aynı ölçüde gelişir.
Kendilerini parça
parça satmak zorunda olan bu işçiler, alınıp satılan bütün öteki mallar gibi bir
metadırlar ve bu yüzden de rekabetin yol açtığı bütün karışıklıkların,
piyasadaki bütün dalgalanmaların etkisine açıktırlar.
Proleterlerin yaptığı
iş, makinelerin yaygın bir biçimde kullanılması ve işbölümü nedeniyle, bütün
özgün niteliğini ve bunun sonucunda da işçiler için bütün çekiciliğini
yitirmiştir.
İşçi, makinenin bir
uzantısı olmaktadır; artık ondan istenen, yalnızca en basit, en tekdüze ve en
kolay edinilen beceridir.
Bu nedenle, bir
işçinin yol açtığı giderler, neredeyse bütünüyle hayatta kalabilmesi ve soyunu
sürdürebilmesi için gerekli temel ihtiyaç maddeleriyle sınırlıdır.
Ama bir metanın,
dolayısıyla emeğin de fiyatı, onun üretim maliyetine eşittir.
Dolayısıyla, işin
çekilmezliği arttıkça, ücret de aynı oranda azalır.
Üstelik makine
kullanımı ve işbölümü arttıkça, ister çalışma saatlerinin uzatılması, ister
belli bir süre içinde yapılması gereken işin artırılması ve ister makinelerin
hızlandırılması vb. sonucunda olsun, işin yükü de aynı ölçüde artar.
Modern sanayi,
ataerkil ustanın küçük atölyesini sanayici kapitalistin büyük fabrikasına
dönüştürmüştür.
Fabrikaya tıkılan işçi
kitleleri, askerler gibi örgütlenir.
Onlar, sanayi ordusunun erleri olarak, tam bir
subaylar ve çavuşlar hiyerarşisinin komutası altına sokulmuşlardır.
Onlar, yalnızca
burjuva sınıfının ve burjuva devletinin köleleri olmakla kalmazlar; her gün,
her saat, makineler tarafından, denetçi tarafından ve en çok da bizzat burjuva
fabrikatör tarafından köleleştirilirler.
Bu despotluk, biricik
amacın kâr olduğunu ne kadar açık bir biçimde ortaya koyarsa, o kadar aşağılık,
o kadar nefret uyandırıcı ve o kadar çileden çıkarıcı olur.
Kol emeği ile yapılan
işlerde becerinin ve gücün gerekliliği ne kadar azalırsa, başka bir deyişle,
modern sanayi ne kadar gelişirse, erkek emeğinin yerini o ölçüde kadın ve çocuk
emeği alır.
Artık yaş ve cinsiyet
farklılıklarının işçi sınıfı için herhangi bir toplumsal geçerliliği
kalmamıştır.
Artık sadece, yaş ve
cinsiyetlerine göre farklı maliyetleri olan iş araçları vardır.
İşçinin fabrikatör
tarafından sömürülmesi, ücretini nakit olarak almasıyla o an için sona erer
ermez, bu kez de burjuvazinin öteki kesimleri; ev sahibi, bakkalı, tefecisi vb.
çöker tepesine.
Şimdiye kadarki orta
sınıfın alt tabakaları, yani küçük sanayici, esnaf ve rantiyeler, zanaatkârlar
ve köylüler; bütün bu sınıflar, kısmen kendi küçük sermayeleri büyük sanayinin
işletilmesine yetmediği ve büyük kapitalistlerle rekabet içinde batıp gittiği
için, kısmen yeni üretim yöntemleri onların özel becerilerini ıskartaya
çıkardığı için yavaş yavaş proletaryanın katına inerler.
Böylece nüfusun bütün
sınıflarından proletaryaya katılmalar olur.
Proletarya çeşitli
gelişme aşamalarından geçer.
Daha doğar doğmaz
burjuvaziye karşı mücadelesi başlar.
Başlangıçta tek tek
işçiler, sonra bir fabrikanın işçileri, daha sonra bir bölgede aynı işkolunda
çalışan işçiler, onları doğrudan sömüren tek tek burjuvalara karşı mücadele
ederler.
Saldırılarını yalnızca
burjuva üretim ilişkilerine değil, bizzat üretim araçlarına da yöneltirler.
Kendi emeklerine rakip
çıkan ithal malları kırıp döker, makineleri parçalar, fabrikaları ateşe verir,
ortaçağ işçilerinin yitip gitmiş konumunu zorla geri getirmeye çalışırlar.
Bu aşamada, işçiler
henüz ülkenin dört bir yanına dağılmış ve rekabetten dolayı parçalanmış bir
yığın durumundadırlar.
İşçilerin kitlesel
olarak bir arada durması, henüz onların kendi birliklerinin bir sonucu değil,
tersine, siyasal amaçlarını gerçekleştirmek için bütün proletaryayı harekete
geçirmek zorunda olan, üstelik bir süre bunu başarabilen burjuvazinin
birliğinin bir sonucudur.
Demek ki proleterler,
bu aşamada kendi düşmanlarına karşı değil, düşmanlarının düşmanlarına karşı;
mutlak krallığın kalıntılarına, toprak sahiplerine, sanayici olmayan
burjuvalara ve küçük burjuvaziye karşı savaşırlar.
Böylece bütün tarihi
hareket burjuvazinin elinde toplanır; böyle elde edilen her zafer de
burjuvazinin zaferidir.
Ama sanayinin
gelişmesiyle birlikte proletarya yalnızca sayıca artmakla kalmaz, daha büyük
kitleler halinde bir araya gelir, güçlenir ve bu gücü daha fazla hisseder.
Makineler emek
farklılıklarını sildikçe ve ücretleri hemen her yerde aynı düşük düzeye
indirdikçe proletaryanın saflarındaki çıkarlar ve yaşam koşulları da gitgide
eşitlenir.
Burjuvazinin kendi
içinde büyüyen rekabet ve bunun sonucunda ortaya çıkan ticari krizler işçi
ücretlerini durmadan daha çok dalgalandırır.
Makinelerde sürekli
daha hızlı gelişme, sonu gelmez iyileşme, işçilerin sosyal konumlarını gittikçe
daha da güvensiz kılar; tek tek işçiler ile tek tek burjuvalar arasındaki
çatışmalar giderek iki sınıf arasındaki çatışmalar niteliğini alır.
Bunun üzerine işçiler, burjuvalara karşı
birlikler kurmaya başlarlar; ücretlerini savunmak için omuz omuza verirler.
Zaman zaman meydana
gelen bu isyanlara önceden hazırlanabilmek için kalıcı örgütlenmelere giderler.
Bu mücadele yer yer
ayaklanmalara dönüşür.
Zaman zaman işçiler
galip gelir ama yalnızca geçici olarak.
İşçilerin
mücadelelerinin gerçek sonucu, hemen o anda elde edilen başarı değil, işçilerin
durmadan genişleyen birliğidir.
Büyük sanayi
tarafından yaratılan ve farklı bölgelerdeki işçilerin birbirleriyle ilişki
kurmalarını sağlayan gelişmiş iletişim araçları, bu birliğe yardımcı olur.
Hepsi de aynı niteliği
taşıyan sayısız yerel mücadeleyi ülke çapında tek bir sınıf mücadelesinde
merkezileştirmek için gerekli olan da işte bu ilişkidir.
Ama her sınıf
mücadelesi, siyasal bir mücadeledir.
Ve ortaçağ
kentlilerinin o berbat karayollarıyla ancak birkaç yüzyılda ulaşabildikleri bu
birliğe, modern proleterler demiryollarıyla birkaç yılda ulaşırlar.
Proleterlerin bir
sınıf olarak ve bunun sonucunda da bir siyasal parti olarak örgütlenmeleri,
işçilerin kendi aralarındaki rekabet yüzünden sürekli dinamitlenir.
Ama her seferinde daha güçlü, daha sağlam ve
daha görkemli olarak doğrulup ayağa kalkar.
Burjuvazinin kendi
içindeki bölünmelerden yaralanarak işçilerin belli çıkarlarının yasal olarak
tanınmasını sağlar.
İngiltere’de 10 saatlik işgünü tasarısı böyle
yasalaşmıştır.
Bir bütün olarak
bakıldığında, eski toplumun sınıfları arasındaki çatışmalar, proletaryanın
gelişme sürecini birçok bakımdan hızlandırır.
Burjuvazi sürekli
olarak bir savaşın içindedir: Başlangıçta aristokrasiyle, daha sonra
burjuvazinin, çıkarları sanayinin gelişmesiyle alabildiğine çelişen kesimleriyle
ve her zaman da bütün yabancı ülkelerin burjuvazileriyle.
Burjuvazi, bütün bu
savaşlarda proletaryaya başvurmak, proletaryadan yardım istemek ve dolayısıyla
proletaryayı siyaset sahnesine çekmek zorunda kalır.
Dolayısıyla burjuvazi,
eğitim unsurlarını, yani kendine karşı silahları proletaryaya bizzat kendi
eliyle sağlar.
Ayrıca, daha önce
gördüğümüz gibi, sanayinin gelişmesiyle, hâkim sınıfların bazı kesimleri
tümüyle proletaryanın saflarına itilir ya da en azından varlık koşulları
tehlikeye girer.
Bunlar da proletaryaya
bir yığın eğitim unsuru sağlarlar.
En sonunda, sınıf
mücadelesinin belirleyici anının yaklaştığı zamanlarda, çözülme süreci, hâkim
sınıf içinde, bütün eski toplum içinde öylesine keskin ve çarpıcı bir nitelik
alır ki, hâkim sınıfın küçük bir kesimi kendini o sınıftan koparır ve devrimci
sınıfa, geleceği elinde tutan sınıfa katılır.
İşte bu yüzden, eskiden nasıl aristokrasinin
bir kesimi burjuvazinin safına geçtiyse, şimdi de burjuvazinin bir kesimi
özellikle de burjuva ideologlarının bütün tarihi hareketi teorik bakımdan
kavrama düzeyine erişmiş bir kesimi, proletaryanın safına geçmektedir.
Bugün burjuvaziyle
karşı karşıya gelen bütün sınıflar arasında gerçekten devrimci olan biricik
sınıf proletaryadır.
Öteki sınıflar modern
sanayi karşında zayıflar ve sonunda yok olurlar; proletarya ise modern
sanayinin kendi ürünüdür.
Orta tabakalar, küçük
sanayici, küçük tüccar, zanaatkâr, köylü; hepsi orta tabakalar olarak
varlıklarını sürdürebilmek için burjuvaziye karşı mücadele ederler.
Bunlar devrimci değil,
tutucudurlar.
Dahası, gericidirler, çünkü tarihin
tekerleğini geriye doğru çevirmeye çalışırlar.
Eğer devrimci bir
yönleri varsa, sırf proletaryaya geçmek üzere oldukları için vardır; yani bu
yönleriyle o andaki çıkarlarını değil, gelecekteki çıkarlarını savunurlar;
proletaryanın bakış açısını edinmek için kendi bakış açılarını terk ederler.
Lümpen proletarya eski
toplumun en alt tabakalarının bu edilgen çürümüş kesimi, bir proletarya,
devrimi ile yer yer hareketin içine sürüklenebilir; ne var ki, içinde bulunduğu
yaşam koşulları gereği gerici entrikalarla satın alınmaya daha hazırdırlar.
Eski toplumun yaşam
koşulları proletaryanın yaşam koşulları içinde yok edilmiştir bile.
Proleter mülksüzdür;
karısı ve çocuklarıyla olan ilişkisinin burjuva aile ilişkileriyle hiçbir ortak
yanı kalmamıştır.
İngiltere’de ve
Fransa’da, Amerika’da ve Almanya’da olduğu gibi modern sanayi emeği, modern
sermaye boyunduruğu proleterin ulusal karakterini bütünüyle silmiştir.
Proleterin gözünde hukuk da, ahlak da, din de
ardında bir yığın burjuva çıkarının saklandığı, bir yığın burjuva önyargısıdır.
Hâkimiyeti ele geçiren
bundan önceki bütün sınıflar, bütün toplumu kendi mülk edinme koşullarına boyun
eğdirerek, zaten elde etmiş oldukları konumu sağlamlaştırmaya çalışmışlardır.
Buna karşılık,
proleterler ancak daha önceki kendi mülk edinme biçimlerini ve böylece daha
önceki bütün öteki mülk edinme biçimlerini ortadan kaldırarak toplumsal üretici
güçleri fethedebilirler.
Proleterlerin güvenlik
altına alınacak ve sağlamlaştırılacak hiçbir şeyleri yoktur; şimdiye kadarki
bütün özel güvenceleri ve özel sigortaları yok etmelidirler.
Bugüne kadarki bütün
hareketler azınlık hareketleri ya da azınlıkların çıkarına hareketlerdi.
Proletarya hareketi
ise, ezici çoğunluğun gene ezici çoğunluk çıkarına bağımsız hareketidir.
Günümüz toplumunun en
alt tabakası olan proletarya, resmi toplumu oluşturan tabakaların bütün
üstyapısı havaya uçurulmadan silkinip ayağa kalkamaz.
Özde olmasa bile
biçimde, proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesi öncelikle ulusal bir
mücadeledir.
Hiç kuşkusuz her
ülkenin proletaryası her şeyden önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmak
zorundadır.
Proletaryanın
gelişmesinin en genel aşamalarını belirtirken günümüz toplumunda sürdürülen,
üstü az ya da çok örtülü iç savaşı, bu savaşın açık bir devrime dönüştüğü ve
burjuvazinin zorla alaşağı edilmesiyle proletaryanın kendi hâkimiyetinin
temelini attığı noktaya kadar izledik.
Gördüğümüz gibi,
bugüne kadarki bütün toplum biçimleri, ezen sınıf ile ezilen sınıf arasındaki karşıtlığa
dayanmıştır.
Ama bir sınıfı
ezebilmek için, ona hiç değilse kölece varlığını sürdürebileceği belli
koşulları sağlamak gerekir.
Serflik döneminde,
serf kendini komün üyesi durumuna yükseltmiştir.
Tıpkı küçük burjuvanın
feodal mutlakiyetin boyunduruğu altında bir burjuva durumuna gelmesi gibi.
Oysa modern işçi,
sanayinin gelişmesiyle birlikte yükseleceği yerde her geçen gün kendi sınıfının
koşullarının daha da altına düşüyor.
Modern işçi ele güne
avuç açacak kadar yoksullaşıyor ve bu yoksulluk nüfustan da, servetten de daha
hızlı gelişiyor.
İşte bu noktada
burjuvazinin artık toplumun hâkim sınıfı olarak kalamayacağı ve kendi sınıfının
koşullarını düzenleyici bir yasa gibi topluma zorla dayatamayacağı apaçık
ortaya çıkıyor.
Burjuvazi, hâkim
olmaktan acizdir çünkü kölesinin varlığını kölelik çerçevesinde bile güvence
altına almaktan acizdir çünkü kölesinin öyle bir duruma düşmesine yol açar ki,
sonunda kölesi onu besleyeceği yerde, o kölesini beslemek zorunda kalır.
Toplum artık bu
burjuvazinin hâkimiyeti altında yaşayamaz; başka bir deyişle, artık onun
varlığı toplumla bağdaşmaz.
Burjuva sınıfının
varlık ve hâkimiyetinin temel koşulu, servetin özel kişilerin elinde birikmesi,
sermayenin oluşması ve büyümesidir.
Sermayenin koşulu ise, ücretli emektir.
Ücretli emek, sadece
ve sadece işçiler arasındaki rekabete dayanır.
Burjuvazinin ister
istemez destek olduğu sanayinin gelişmesi, işçilerin rekabetten kaynaklanan
yalıtılmışlığının yerine, örgütlenmeden kaynaklanan devrimci birliğini geçirir.
İşte bu nedenledir ki
modern sanayinin gelişmesi, burjuvazinin üretim yaptığı ve ürünlere el koyduğu
temeli onun ayaklarının altından çeker alır.
Dolayısıyla, burjuvazi en başta kendi mezar
kazıcılarını üretir.
Burjuvazinin yıkılışı ve proletaryanın zaferi
aynı ölçüde kaçınılmazdır.
II. Proleterler ve Komünistler
Komünistler, genel olarak
proleterlerle nasıl bir ilişki içindedir?
Komünistler öteki işçi
sınıfı partileri karşısında özel bir parti değildir.
Komünistlerin bütün
proletaryanın çıkarlarından farklı çıkarları yoktur.
Komünistler,
proletarya hareketini biçimlendirmek ve kalıba dökmek üzere kendilerine özgü
hiçbir özel ilke koymaz.
Komünistler öteki
proletarya partilerinden yalnızca şu noktalarda ayrılır: Bir yandan,
proleterlerin çeşitli ulusal mücadelelerinde, bütün proletaryanın milliyetten
bağımsız ortak çıkarlarını vurgular ve öne çıkarırlar.
Diğer yandan işçi
sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesinin geçtiği çeşitli aşamalarda her zaman
bütün hareketin çıkarını temsil ederler.
Dolayısıyla
komünistler, pratik olarak bütün ülkelerin işçi partilerinin en kararlı, daima
en ilerletici kesimini oluştururlar; teorik bakımdan, proletaryanın büyük
çoğunluğu karşısında, proletarya hareketinin koşullarını, hattını ve genel
sonuçlarını kavrama konusunda proletarya kitlesinden daha üstündürler.
Komünistlerin en yakın
hedefi, bütün öteki proletarya partilerininkiyle aynıdır: Proletaryanın bir
sınıf olarak oluşması, burjuvazinin hâkimiyetinin yıkılması, siyasal iktidarın
proletarya tarafından ele geçirilmesi.
Komünistlerin teorik
fikirleri, asla şu ya da bu dünya reformcusu tarafından icat edilmiş ya da
keşfedilmiş düşünce ve ilkelere dayanmaz.
Bunlar sadece, var
olan sınıf mücadelesinden, gözlerimizin önünde cereyan eden tarihi hareketten
kaynaklanan somut ilişkilerin genel ifadesidir.
O zamana kadarki
mülkiyet ilişkilerini kaldırmak hiçbir zaman komünizmin ayırt edici bir
özelliği değildir.
Bütün mülkiyet
ilişkileri, sürekli tarihi dönüşüme, sürekli tarihi değişime uğramışlardır.
Örneğin Fransız
Devrimi, burjuva mülkiyetinin lehine olmak üzere feodal mülkiyeti kaldırmıştır.
Komünizmin ayırt edici
özelliği, genel olarak mülkiyetin kaldırılması değil, burjuva mülkiyetine son
verilmesidir.
Ama modern burjuva
özel mülkiyeti, sınıf karşıtlıklarına ve birilerinin başkaları tarafından sömürülmesine
dayalı üretim ve ürünlere el koyma sisteminin en son ve en eksiksiz ifadesidir.
Bu anlamda
komünistler, teorilerini tek bir cümle ile özetleyebilirler: Özel mülkiyeti
kaldırmak.
Biz komünistler,
kişisel olarak edinilmiş, insanın kendi emeğinin ürünü olan mülkiyeti, her
türlü kişisel özgürlük, faaliyet ve bağımsızlığın temeli olduğu ileri sürülen
mülkiyeti kaldırmak istemekle suçlanmışızdır.
İnsanın gece gündüz
çalışarak, alın teri dökerek kendi çabasıyla elde ettiği mülkiyet!
Burjuva mülkiyet
biçiminden önceki bir mülkiyet biçimi olan küçük burjuva ve küçük köylü
mülkiyetinden mi söz ediyorsunuz?
Bunu ortadan
kaldırmamıza gerek yok; sanayinin gelişmesi onu büyük ölçüde yok etti ve her
gün yok etmeye devam ediyor.
Yoksa modern burjuva
özel mülkiyetinden mi söz ediyorsunuz?
Peki, ücretli emek,
proletaryanın emeği, proletarya için herhangi bir mülkiyet yaratır mı?
Asla.
Ücretli emek, sermaye
yaratır, başka bir deyişle, ücretli emeği sömüren ve yeniden sömürülecek yeni
bir ücretli emek arzı oluşturmaksızın çoğalamayan bir mülkiyet yaratır.
Bugünkü biçimiyle
mülkiyet, sermaye ile ücretli emek arasındaki karşıtlığa dayanır.
Bu karşıtlığın iki
yönünü inceleyelim.
Kapitalist olmak,
üretimde salt kişisel değil, aynı zamanda toplumsal bir konuma da sahip olmak
demektir.
Sermaye, kolektif bir
üründür ve ancak toplumun birçok üyesinin kolektif eylemi ile dahası son
tahlilde, ancak toplumun bütün üyelerinin kolektif eylemi ile harekete
geçirilebilir.
İşte bu yüzden
sermaye, kişisel değil, toplumsal bir güçtür.
Dolayısıyla, sermaye
ortak mülkiyete, toplumun bütün üyelerinin mülkiyetine dönüştürüldüğü zaman,
kişisel mülkiyet toplumsal mülkiyete dönüştürülmüş olmaz.
Değişen, mülkiyetin
toplumsal niteliğidir yalnızca.
Mülkiyet, sınıf
karakterini yitirir.
Şimdi ücretli emeği
ele alalım.
Ücretli emeğin
ortalama fiyatı asgari ücrettir, yani işçinin bir işçi olarak hayatta
kalabilmesi için kesinlikle gerekli olan temel ihtiyaç maddelerinin tutarıdır.
Yani ücretli emekçinin
emeği ile kazandığı kuru varlığını yeniden üretmesine ancak yeter.
Biz, emek ürünleri
üzerindeki bu kişisel mülk edinmeyi, insan hayatının sürdürülmesini ve
insanların çoğalmasını sağlayan ve başkalarının emeğine hükmetmeyi mümkün
kılacak hiçbir fazlalık bırakmayan bir mülk edinmeyi asla ortadan kaldırmak
niyetinde değiliz.
Biz yalnızca, bu mülk
edinmenin, emekçinin yalnızca sermayeyi artırmak için yaşamasına olanak
tanıyan, ancak hâkim sınıfın çıkarının gerektirdiği ölçüde yaşamasına izin
veren sefil karakterini ortadan kaldırmak istiyoruz.
Burjuva toplumunda
canlı emek, yalnızca birikmiş emeği artırmak için bir araçtır.
Komünist toplumdaysa,
birikmiş emek, yalnızca işçinin hayatını daha kapsamlı kılmanın,
zenginleştirmenin ve geliştirmenin bir aracıdır.
Demek ki, burjuva
toplumunda geçmişin bugüne hükmetmesine karşılık, komünist toplumda bugün
geçmişe hükmeder.
Burjuva toplumunda
sermaye bağımsız ve kişiseldir, çalışan birey ise bağımlıdır ve kişisel
değildir.
Ve burjuvalara
bakarsanız, bu durumun ortadan kaldırılması kişiselliğin ve özgürlüğün ortadan
kaldırılmasıdır!
Doğrudur.
Hiç kuşkusuz, amaç, burjuva kişiselliğini,
burjuva bağımsızlığını ve burjuva özgürlüğünü ortadan kaldırmaktır.
Günümüz burjuva üretim
koşullarında, özgürlükle kastedilen, serbest ticaret, serbest alım satımdır.
Ama alım satım ortadan
kalkarsa, serbest alım satım da ortadan kalkar.
Serbest alım satıma
ilişkin bu sözler ve burjuvazimizin genel olarak özgürlüğe ilişkin bütün öteki
“gözüpek sözleri”, ancak ortaçağın sınırlı alım satımına ve eli kolu bağlı
tacirlerine karşı söylendikleri zaman bir anlam taşırlar; yoksa alım satımın,
burjuva üretim koşullarının ve burjuvazinin kendisinin komünizm tarafından
ortadan kaldırılmasına karşı söylendikleri zaman hiçbir anlam taşımazlar.
Özel mülkiyeti
kaldırmak istememizi dehşetle karşılıyorsunuz.
Ama sizin bugünkü
toplumunuzda, nüfusun onda dokuzu için özel mülkiyet zaten kaldırılmıştır; özel
mülkiyetin bir avuç insan için bulunmasının biricik nedeni o onda dokuzun
elinde hiç bulunmamasıdır.
Demek ki, siz bizi
ancak toplumun ezici çoğunluğu için hiçbir mülkiyetin bulunmaması koşuluyla var
olabilen bir mülkiyet biçimini ortadan kaldırmak istemekle suçluyorsunuz.
Tek kelimeyle, bizi
sizin mülkiyetinizi ortadan kaldırmak istemekle suçluyorsunuz.
Kuşkusuz, tam da bunu
istiyoruz.
Emek artık sermayeye,
paraya ya da ranta, kısacası tekelleştirilebilecek bir toplumsal güce
dönüştürülemez olduğu, yani kişisel mülkiyet artık burjuva mülkiyetine
dönüştürülemez olduğu andan itibaren bireyin de ortadan kalktığını
söylüyorsunuz.
O zaman, birey derken
burjuvadan, burjuva mülk sahibinden başkasını kastetmediğinizi itiraf
ediyorsunuz.
Gerçekten de bu birey
ortadan kaldırılmalıdır.
Komünizm, hiç kimseyi
toplumsal ürünleri mülk edinme gücünden yoksun kılmaz; komünizm sadece, insanı
böyle bir mülk edinme yoluyla başkalarının emeğini boyunduruk altına alma
gücünden yoksun kılar.
Özel mülkiyetin
kaldırılmasıyla bütün çalışmalar durur ve genel bir tembellik yayılır diye bir
itirazda bulunulmuştur.
Öyle olsaydı, burjuva
toplumunun sırf aylaklık yüzünden çoktan yıkılıp gitmiş olması gerekirdi.
Çünkü bu toplumda,
çalışanlar hiçbir şey elde edemezken, her şeyi elde edenler hiç
çalışmamaktadır.
Bütün bu itiraz şu
sözlerin gereksiz bir tekrarından başka bir şey değildir: Sermaye diye bir şey
kalmayınca ücretli emek diye bir şey de kalmaz.
Maddi ürünlerin
komünist tarzda üretilmesi ve mülk edinilmesi biçimine karşı ileri sürülen
bütün itirazlar, zihinsel ürünlerin üretilmesi ve mülk edinilmesine karşı da
yöneltilmiştir.
Burjuva, sınıf
mülkiyetinin ortadan kalkmasını nasıl bizzat üretimin ortadan kalması olarak
görürse, sınıf kültürünün ortadan kalkması da onun için bütün kültürün ortadan
kalkması anlamına gelir.
Burjuvanın yitirilecek
diye o kadar yakınıp sızlandığı o kültür, büyük çoğunluk için, bir makine gibi
davranacak biçimde eğitilmekten öte bir şey değildir.
Ama burjuva
mülkiyetinin kaldırılmasını, kendi burjuva özgürlük, kültür, hukuk vb.
anlayışlarınızın ölçütüyle değerlendirerek bizimle tartışmayın.
Bizzat bu
düşünceleriniz sizin burjuva üretiminizin ve mülkiyet ilişkilerinizin bir
ürünüdür.
Tıpkı hukukunuzun, sadece sınıfınızın yasa
düzeyine yükseltilmiş iradesinden; içeriği sizin sınıfınızın maddi yaşam
koşullarınca belirlenen iradesinden ibaret olması gibi.
Tarihi olarak, üretim
sürecinde geçici olan üretim ve mülkiyet ilişkilerinizin ebedi doğa ve akıl
yasalarına dönüştüğü yolundaki çıkarcı düşünceyi çöken bütün hâkim sınıflarla
paylaşıyorsunuz.
Antik mülkiyet söz
konusu olduğunda kavradığınız şeyi, feodal mülkiyet söz konusu olduğunda
kavradığınız şeyi kendi burjuva mülkiyet biçiminize gelince kabul edemezsiniz
tabii.
Ailenin ortadan
kaldırılması!
En köklü
değişiklikleri savunanlar bile, komünistlerin bu yüz kızartıcı amacı karşısında
galeyana geliyorlar.
Bugünkü aile, yani
burjuva ailesi hangi temele dayanıyor?
Sermayeye, özel
kazanca dayanıyor.
Bu aile tam gelişmiş
biçimi ile yalnızca burjuvazi için vardır.
Ama bu aile,
proleterlere dayatılan ailesizlik ve açık fuhuşla tamamlanıyor.
Kendisini tamamlayan
şey kaybolup gittiği zaman, doğal olarak burjuva ailesi de kaybolup gidecek ve
sermayenin ortadan kalkmasıyla birlikte her ikisi de yok olacaktır.
Siz çocukların ana
babaları tarafından sömürülmesine son vermek istemekle mi suçluyorsunuz bizi?
Bu suçu kabul ediyoruz.
Ama diyeceksiniz ki,
aile eğitiminin yerine toplumsal eğitimi geçirmekle ilişkilerin en kutsalını
yıkıyorsunuz.
Peki, sizin
eğitiminizi de toplum belirlemiyor mu?
Onu da içinde eğitim yaptığınız toplumsal
koşullar, toplumun okullar vb. aracılığıyla yaptığı dolaylı ya da dolaysız
müdahale belirlemiyor mu?
Toplumun eğitime
müdahalesini komünistler icat etmedi.
Onlar sadece bu müdahalenin niteliğini
değiştiriyor, eğitimi hâkim sınıfın etkisinden kurtarıyorlar.
Proleterler arasındaki
bütün aile bağları, modern sanayinin etkisiyle kopup parçalandıkça çocukları
alınıp satılan basit birer mal ve iş aracına dönüştükçe, aile ve eğitim üzerine
ana baba ile çocuk arasındaki kutsal ilişki üzerine burjuva gevezelikleri daha
da iğrençleşiyor.
Ama siz komünistler,
kadınların ortaklaşa kullanılmasını getireceksiniz diye bir ağızdan yaygarayı
basıyor bütün burjuvazi.
Burjuva, karısını
basit bir üretim aracı olarak görür.
Üretim araçlarının
ortaklaşa kullanılacağını duyunca pek doğal olarak, her şeyin ortak olmasının
kadınların da ortak olmasına yol açacağından başka bir sonuca varamaz.
Gerçek amacın,
kadınların salt birer üretim aracı konumuna son vermek olduğu, burjuvanın
aklının ucundan bile geçmez.
Kaldı ki,
burjuvalarımızın komünistler tarafından açıkça ve resmen kurumlaştırılacağını
ileri sürdükleri, kadınların ortaklaşa kullanılması karşısında duydukları
erdemli öfkeden daha gülünç bir şey olamaz.
Komünistlerin
kadınların ortaklaşa kullanılmasını getirmelerine hiç gerek yoktur, çünkü bu,
zaten hemen her zaman vardı.
Resmi fuhşu bir yana
bırakalım, yanlarında çalışan proleterlerin karılarını ve kızlarını el altında
bulundurmakla yetinmeyen burjuvalarımız, birbirlerinin karılarını ayartmaktan
sonsuz bir zevk alırlar.
Burjuva evliliği
gerçekte, evli kadınların ortaklaşa kullanıldığı bir sistemdir.
Bu yüzden de
komünistler, olsa olsa kadınların ortaklaşa kullanılmasını ikiyüzlülükle
gizlenen bir şey olmaktan çıkarıp resmi, aleni bir şey haline getirmek
istemekle suçlanabilirler.
Kaldı ki, bugünkü
üretim ilişkilerinin ortadan kalkmasıyla birlikte, kadınların bu sistemden
kaynaklanan ortaklaşa kullanılmasının, yani resmi ve gayri resmi fuhşun da yok
olacağı apaçıktır.
Komünistler ayrıca,
vatanı milliyeti ortadan kaldırmak istemekle de suçlanıyorlar.
İşçilerin vatanı
yoktur.
Onlardan sahip olmadıkları bir şey alınamaz.
Proletarya, her şeyden
önce siyasal hâkimiyeti fethetmek, ulusal sınıf durumuna yükselmek, kendisi
ulusu oluşturmak zorunda olduğundan zaten ulusaldır ama kesinlikle sözcüğün
burjuva anlamında değil.
Burjuvazinin
gelişmesi, ticaret özgürlüğü, dünya pazarı, sanayi üretim biçiminin ve ona denk
düşen yaşam koşullarının tekdüzeliği ulusal farklılıkların ve halklar
arasındaki karşıtlıkların her geçen gün biraz daha yok olmasına yol açıyor.
Proletaryanın
hâkimiyeti bunların daha da büyük bir hızla yok olmasını sağlayacaktır.
En azından uygar
ülkelerin ortak eylemi, proletaryanın kurtuluşunun ilk koşullarından biridir.
Bir bireyin bir
başkası tarafından sömürülmesi ortadan kaldırıldığı ölçüde, bir ulusun başka
bir ulus tarafından sömürülmesi de ortadan kaldırılmış olacaktır.
Bir ulusun kendi
içindeki sınıflar arasındaki karşıtlık yok olduğu ölçüde, o ulusun başka bir
ulusa beslediği düşmanlık da yok olacaktır.
Komünizme dini,
felsefi ve genel olarak ideolojik açıdan yöneltilen suçlamalar daha fazla
tartışmaya değmez.
İnsanın maddi
varoluşunun koşullarında, toplumsal ilişkilerinde, toplumsal hayatında meydana
gelen her değişiklikle birlikte düşüncelerinin, görüşlerinin ve anlayışlarının
tek kelimeyle bilincinin de değiştiğini anlamak için çok derin bir kavrayış mı
gerekir?
Düşünce tarihi, maddi
üretim değiştiği ölçüde zihinsel üretimin de nitelik değiştirdiğinden başka
neyi kanıtlamaktadır?
Her dönemin hâkim
düşünceleri, her zaman o dönemin hâkim sınıfının düşünceleri olmuştur.
Toplumu
devrimcileştiren düşüncelerden söz edildiği zaman, eski toplumun bağrında, yeni
bir toplumun unsurlarının oluştuğu olgusu, eski yaşam koşullarının çözülmesiyle
eski düşüncelerin çözülmesinin at başı gittiği olgusu dile getirilir.
Eski dünya ölüm döşeğine
uzandığı sırada eski dinler de Hıristiyanlık tarafından alt edilmiş
bulunuyordu.
Hıristiyan düşünceler 18. yüzyılda akılcı
düşüncelere yenik düştüğündeyse, feodal toplum o zamanın devrimci burjuvazisine
karşı bir ölüm kalım savaşı veriyordu.
Din ve vicdan
özgürlüğüne ilişkin düşünceler, serbest rekabetin vicdan alanındaki
üstünlüğünün bir yansımasından başka bir şey değildi.
“Ama,” denecektir,
“dini, ahlaki, felsefi, siyasal, hukuki düşünceler vb. tarihin gelişme süreci
içinde hiç kuşkusuz değişikliğe uğramıştır.
Ama din, ahlak,
felsefe, siyaset, hukuk bu değişikliklere karşın gene de hep ayakta
kalmışlardır.
“Üstelik her türlü
toplumda ortak olan özgürlük, adalet vb. ölümsüz doğrular vardır.
Ama komünizm ölümsüz doğruları ortadan
kaldırıyor, din ve ahlakı, yeni bir temel üzerine oturtacağına ortadan
kaldırıyor, dolayısıyla bugüne kadarki bütün tarihi gelişmeye ters düşüyor.”
Bu suçlama ne demeye
geliyor?
Bugüne kadarki bütün
toplumların tarihi, farklı çağlarda farklı biçimler almış sınıf karşıtlıklarının
gelişmesinden ibarettir.
Ama bu karşıtlıklar
hangi biçime bürünmüş olurlarsa olsunlar, toplumun bir bölümünün öteki bölüm
tarafından sömürüldüğü, bütün geçmiş yüzyılların ortak olgusudur.
Öyleyse, gösterdiği
olanca farklılığa ve çeşitliliğe karşın geçmiş yüzyılların toplumsal
bilincinin, ancak sınıf karşıtlıkları tümüyle ortadan kalkınca tümüyle yok
olacak belli ortak biçimler ya da bilinç biçimleri içinde hareket etmesinde
şaşılacak bir şey yoktur.
Komünist devrim,
geleneksel mülkiyet ilişkilerinden en köklü kopuştur.
Onun gelişme sürecinde geleneksel
düşüncelerden de en radikal kopuşun yaşanmasında şaşılacak bir şey yoktur.
Ama burjuvaların
komünizme olan itirazlarını bir yana bırakalım artık.
Yukarıda gördüğümüz
gibi, işçi devriminde atılacak ilk atım, proletaryayı hâkim sınıf durumuna
yükseltmek, demokrasi savaşını kazanmaktır.
Proletarya, siyasal
hâkimiyetini, bütün sermayeyi burjuvazinin elinden adım adım söküp almak, bütün
üretim araçlarını devletin, yani hâkim sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde
toplamak ve üretici güçler kitlesini elden geldiğince hızlı bir biçimde
artırmak için kullanacaktır.
Bu, elbette
başlangıçta mülkiyet haklarına ve burjuva üretim ilişkilerine despotça
müdahaleler aracılığıyla, dolayısıyla ekonomik bakımdan yetersiz ve zayıf gibi
görünen ama hareketin süreci içinde kendini aşan ve bütün üretim biçimini
dönüştürmek için gerekli ve kaçınılmaz önlemlerle gerçekleştirilebilir.
Bu önlemler doğal
olarak her ülkede farklı olacaktır.
Ama gene de, aşağıdaki
önlemler, en ileri ülkelerde çok genel olarak uygulanabilecektir.
1.
Toprak
mülkiyetinin kamulaştırılması ve toprak rantının devlet harcamaları için
kullanılması.
2.
Ağır
bir müterakki vergi konulması.
3.
Miras
hakkının kaldırılması.
4.
Ülkeden
ayrılıp başka ülkelere göç edenlerin ve asilerin mülküne el konulması.
5.
Devlet
sermayesi ile işletilen ve tam bir tekel uygulayan bir ulusal banka
aracılığıyla, kredilerin devlet elinde merkezileştirilmesi.
6.
Ulaşımın
devlet elinde merkezileştirilmesi.
7.
Ulusal
fabrikaların ve üretim araçlarının çoğaltılması, kolektif bir plan uyarınca
toprakların ekime açılması ve ıslah edilmesi.
8.
Herkes
için eşit çalışma yükümlülüğü.
Özellikle tarım alanında sanayi ordularının kurulması.
9.
Tarım
ile sanayi işletmesinin birleştirilmesi, kent ile köy arasındaki karşıtlığın
giderek ortadan kaldırılması.
10.
Bütün
çocuklar için devlet okullarında parasız eğitim.
Bugünkü biçimiyle çocukların fabrikada çalışmasına son
verilmesi.
Eğitimin maddi üretimle birleştirilmesi vb.
Gelişmenin süreci
içinde, sınıf farklılıkları ortadan kalktığı ve bütün üretim birleşmiş
bireylerin elinde toplandığı zaman devlet iktidarı siyasal karakterini
yitirecektir.
Gerçek anlamıyla
siyasal iktidar, bir sınıfın başka bir sınıfı ezmek için kullandığı örgütlü
gücüdür.
Eğer proletarya
burjuvaziye karşı mücadelede zorunlu olarak kendisini bir sınıf olarak
birleştiriyorsa, eğer bir devrimle kendisini hâkim sınıf durumuna getiriyor ve
hâkim sınıf olarak eski üretim ilişkilerini zor yoluyla ortadan kaldırıyorsa, o
zaman bu üretim ilişkileriyle birlikte sınıf karşıtlıklarının ve esasen
sınıfların varlık koşullarını da ortadan kaldırmış olacaktır ve böylelikle bir
sınıf olarak kendi hâkimiyetini de.
O zaman, sınıfları ve
sınıf karşıtlıklarıyla eski burjuva toplumunun yerini, bir bireyin özgürce
gelişmesinin herkesin özgürce gelişmesinin koşulu olduğu bir birlik alacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder