MODERN DÜNYA SİSTEMİ - 1
Immanuel Wallerstein tarafından 1970’lerden başlayarak
geliştirilen “Modern Dünya Sistemi” analizi dört ciltlik bir seri olarak (ilk
iki cildi Bakış ve Yarın Yayınları, son iki cildi Yarın Yayınları)
yayınlanmıştır.
1930 doğumlu Wallerstein halen beşinci cildin yazımı
ile meşguldür.
İncelediğimiz birinci cilt Wallerstein’in uzun
16.yüzyıl dediği 1450-1640 yıllarını kapsamakta ve Modern Dünya Sisteminin ve
onun ekonomik ve siyasal kurumlarının temellerinin oluşumunu incelemektedir.
İkinci cilt 1600-1750, üçüncü cilt 1730-1840,
dördüncü cilt ise 1789-1914 arasını kapsamaktadır.
Wallerstein Annales okuluna bağlıdır ve uzun
yıllar Braudel Merkezi’nin yöneticiliğini yapmıştır (1976-2005).
Wallerstein’i günümüzün önemli düşünürlerinden birisi
yapan aynı zamanda kullandığı yöntemdir.
Annnales okulundan etkilenmesine rağmen eserde
birincil kaynak yerine ikincil kaynaklara yer vermiştir.
Bağımlılık teorisi olarak ECLA2 Okulundan
da etkilenen Wallerstein bu eserinde tarihsel sosyoloji’nin yöntemlerini de
kullanmıştır.
Bu yöntemin gereği, metodolojisinde
karşılaştırmaya ağırlık verir.
İngiltere-Fransa, Rusya-Polonya,
İspanya-Hollanda gibi karşılaştırmaları incelediğimiz Modern Dünya Sistemi
kitabı haricindeki eserlerinde de sıkça rastlanır.
2 1948 yılında Birleşmiş Milletler bünyesinde
kurulan ECLA (Economic Commission for Latin America)’dan kaynaklanan ve “ECLA
okulu” diye adlandırılan bağımlılık yaklaşımı.
Wallerstein karşılıklı bağımlılıklar ile ilgilidir ve
dönüşümleri inceler.
Merkez, yarı-çevre ve çevre ülkelerin bir
biriyle bağımlılık ilişkisini titizlikle inceler.
Uzun süreli bir tarihsel perspektifle analiz
ettiği ülkelerin hukuki, idari, askeri ve siyasi yapılarını incelemektedir.
Wallerstein ülkelerin nüfus yapısındaki, tarımsal
üretim miktarlarındaki ve işçi ücretlerindeki yüzyıllar boyunca olan
değişimleri izlemekte ve bundan sonuçlar çıkarmaya çalışmaktadır.
Wallerstein Modern Dünya Sistemi’nin kökenini 16.
Yüzyılda Batı Avrupa’da yaşanan büyük değişime bağlamaktadır.
Bu uluslararası işbölümü ile karakterize edilen
bir dünya sistemidir.
Modern Dünya Sistemi’nin genel özellikleri
ona göre şunlardır;
- Wallerstein’a göre dünya merkez, yarı-çevre ve çevre
ülkelerden oluşmaktadır.
Ancak bu dünya homojen bir yapıda olmayıp, bu
yapıyı birleştiren, merkez ülkeler yararına işleyen işbölümüdür.
16. yüzyılda merkez Hollanda, yarı çevre
İspanya, İtalya ve Almanya, çevre ülkeleri ise Doğu Avrupa idi.
- Hegamon güçlerin imparatorluğa dönüşmesi
kapitalizmin aleyhinedir.
(Örnek, Fransa ve Çin).
Çünkü imparatorluklar çeşitli vergi vb. kısıtlamalar
ile burjuvazinin gelişmesine izin vermezler.
Ayrıca imparatorluklar, sınırsız sermaye
birikiminin önceliğini ihlal etme yeteneğini sahip bir siyasi yapının varolduğu
anlamına gelir.
- Kapitalist sistem ancak dünya ekonomi
çerçevesi içinde var olabilir, ekonomik üreticiler ile politik iktidarı elinde
bulunduranlar arasında özel bir ilişki vardır.
- Kapitalistler büyük bir pazara ve bir çok
devlete ve hegemonik güçlerin periyodik olarak ortaya çıkmasına ihtiyaç
duyarlar.
Böylece devletlerle birlikte çalışmanın
avantajlarından faydalanırlar.
Aynı zamanda çıkarlarına düşman devletleri
atlatabilir ve çıkarlarına dost devletlere yanaşabilirler.
Bu ihtimalin gerçekleşmesi ancak genel işbölümü içinde
pek çok devletin varolması ile mümkün olur.
(1648 den sonra ulus devletlerin oluşumu).
Hegemonya da bir tür istikrar yaratır ve
özellikle tekelci kapitalist şirketler bu istikrar içinde zenginleşirler.
- Sistem büyük yağmalara müsaittir.
Modern Dünya Sistemi ilk döneminde G.
Amerika’nın altın ve gümüşünü yağma ederek büyük sermaye birikimleri
yaratabilmiştir.
Wallerstein 1’inci cildin başlarında şu soruyu
sorar; “Eşzamanlı olarak başka dünya ekonomileri de mevcut olduğu halde niçin
sadece Avrupa diğerlerini geride bırakarak kapitalist gelişme yoluna girmiştir?
Wallerstein 14. yüzyılda tarımın ve dolayısı ile
feodalizmin çeşitli nedenlerle (100 yıl savaşlarının etkisi ile artan vergi
yükü, köylü isyanları, köylerin boşaltılması, salgınlar, toprak çitlemeleri,
iklim değişiklikleri–14.yy ve 15. yy başındaki şiddetli kışlar vb.) krize
girmesinin kapitalist ekonominin oluşmasının önünü açtığını söylemektedir.
Wallerstein’e göre; Avrupa’daki büyük değişim esasında
12. yüzyıl ortaları ile 14. yüzyıl başları arasında ortaçağda yaşanan ticari ve
tarımsal refah döneminde başlamıştır.
1150’lerde ticaretin maximum seviyeye ulaşması
ile şehirler oluşmaya başlamıştır.
Yine Wallerstein Fransa, İngiltere ve
İspanya’nın yaklaşık bugünkü sınırlarının 1212-1214 arası savaşlar sonucu
belirlendiğini savunmaktadır.
Wallerstein bu krizlere çözüm bulmak için
dünyanın coğrafi hacminin genişlemesine ihtiyaç duyulduğunu ve bu alternatifi
Portekiz’in kullandığına değinir.
Coğrafi keşiflerde Portekiz başı çekecektir.
Burada neden Portekiz? sorusunu sorar.
Burada bir çok yanıt bulduğu halde, Portekiz’de
devletin istikrarlı oluşuna ayrı bir önem verir.
Wallerstein ayrıca Portekiz ve Çin in
kıyaslamasını yaparak, Çin’de kapitalizmin niçin gelişmediğine yanıt arar.
(Feodal kısıtlamaların Çin’de olmayışı,
pre-kapitalist oluşumların kapitalizmin devrimci potansiyelini yok etmesi vb.)
Wallerstein kapitalist dünya ekonomisinin 16.
yüzyılda ortaya çıktığını iddia etmektedir.
Ona göre 16. yüzyıl dnya ekonomisinin en büyük
özelliği uzun vadeli enflasyondur.
Wallerstein bunun üzerine Amerikanın keşfi
sonucu oradan getirilen altın ve gümüş’ün fiyat artışları üzerindeki etkisini
inceler.
1503-1597 arası fiyatların sürekli arttığını
tespit eder.
Ancak kıymetli madenler bir yandan da insanları
ve kaynakları işler hale getirmiş, devlet fonu olarak da savaş masraflarını
azaltmıştı.
Faiz oranları da bir önceki yüzyıldaki
yüzde 5.5 seviyesinden yüzde 2 lere çekilmiştir.
Wallerstein ücretlerin enflasyona göre düşük
seyrederek kapitalist birikime yardımcı olduğunu göstermek üzere 1251 ve 1850
yılları arasında bir İngiliz marangozun aldığı ücretleri de incelemektedir.
İncelenen bir diğer konu da şeker kamışı üretiminin
Brezilya ve Karaiplere kayması ve bunun kölelik ile ilişkisidir.
Bunun öncesi olarak Amerika kıtasında yerli
nüfusun dramatik azalışı incelenir
(Meksika 11 milyondan 1.5 milyona düşmüş,
Brezilya’da tüm yerli nüfus yok edilmiştir).
Yeni kıtada şeker üretimi insan gücüne ihtiyacı
ortaya çıkarır ve Afrika’dan köleler getirilerek buralarda çalıştırılır.
Köle işgücüne dayanan şekerkamışı tarlalarının
kârları, sadece doğrudan Portekizlilere değil, aynı zamanda daha gelişmiş
Avrupa ekonomilerindeki başlangıç sermayesini ve pazarı temin eden kişilere
gitmeye başlar.
Wallerstein 16 yy. da İngiltere ve İspanya’da
yün ve et fiyatlarındaki artışa paralel olarak toprakların otlağa çevrilmesine
değinmektedir.
Koyun besiciliğinin artışı İngiltere ve
İspanya’da büyük arazi kapatmalarına, çitlemelere ve köy boşalmalarına yol
açmıştır.
İngiltere’de arazi kapatmaları sonucu topraktan
kopan insanlar ev işçiliğine yönelmişler veya ucuz işgücü olarak şehirlerde
yığılmışlardır.
İspanya ise kırsal işsiz kesimi
endüstriyel ilerlemede kullanmak yerine sınır dışı etmeyi tercih etmiştir.
Batı Avrupa’da geç ortaçağda nüfusun azalması
sonucu feodal vergiler para kirasına dönüşmüş, para kiracılığı ve buna bağlı
olarak ücretli işçiliğin ortaya çıkışı serflikten azat etmeye yol açmış, bu da
feodalizmin yıkılışını kolaylaştırmıştır.
Wallerstein İngiltere ile Fransa’yı karşılaştırır.
Fransa’da kapitalist sistemin İngiltere’ye oranla geç
gelişmesinin sebeplerini arar.
Fransa’da İngiltere’deki gibi merkezi hukuk
sistemimin kurulamamış olmasının Fransa’da feodal kira sisteminin daha uzun
süre hüküm sürmesine ve kapitalizmin daha geç hakim olmasını sağladığı
vurgulamaktadır .
Yine Fransa’nın imparatorluk olmasının
kapitalist sistemin geişimini engellediğini savunan Wallerstein Roma
İmparatorluğunda da bu şartların oluşmamasını örnek olarak göstermektedir.
Avrupa’da mutlak devletlerin doğuşunun Avrupa
Dünya Ekonomisinin doğuşu ile aynı zamanda olduğuna dikkat çeken Wallerstein,
modern çağ boyunca devletin gücünün arttığını, kapitalist dünya ekonomisinin
merkezileşme ve iç kontrolü bu güçlü merkezi devletler ile sağladığını
vurgulamaktadır.
Yazara göre mutlak devlet güçlenmek için,
bürokratikleşmeyi, gücün tek elde toplanmasını ve nüfusun homojen hale
getirilmesini kullanmışlardır.
Wallerstein Yahudilerin ülkelerinden
kovulmalarını nüfusun homojenleşmesine örnek göstermektedir.
İngiltere 1290’da, Fransa 14. yy. da, İspanya ise
1492’de Yahudileri ülkelerinden kovmuşlardır.
İspanya 1502 ve 1525 de Müslümanları kovduktan
sonra, 1609’da Moriscoları da ülkeden sürmüştür.
Yahudilerin ülkeden kovulmalarının bir sebebi de
İspanya kralının Yahudilerden aldığı borçların ülke bütçesini aşması ve kralın
bu borçları ödemek istememesiydi .
( Morisco: Hıristiyanlaşmış Müslüman.)
( Yahudilerin Marrano olarak ülkede kalmalarına
izin verildi.)
(Marrano: Hıristiyanlaşmış Yahudi).
( Holanda’nın ucuz gemi inşa edebilmelerinin
sebebi, kereste ticaretinin merkezi olmalarıydı. )
Hızlı gemilerine uçan gemi anlamında fluyt adı
verilmiştir.
Merkezi devletlerin oluşumu bürokrasi ve merkezi
vergilendirme yanında ordu teşkilatında yeni düzenlemeyi de getirmiştir.
Avrupa’daki nüfus artışı lümpen bir işsizler
takımı oluşturmuş, devlet bunları paralı asker olarak orduya almış ve diğer
çalışanlar üzerinde bunlarla baskı kurmuştur.
Avrupa’nın paralı askerleri içinde İsviçrelilere
özel bir önem veren Wallerstein İsviçreliler için; “dağların bu hür insanları
tiranlığın en başta gelen bekçi köpekleri oldular” demektedir.
Wallerstein, Weber’e gönderme yaparak (Protestan
Ahlakı ve Kapitalizmin doğuşu) Protestanlığın bir din olarak kapitalizme yakın
olduğunu değil, sosyolojik ve ekonomik olarak Protestanlığın ticari
kapitalizmin genişlemesini benimseyen güçlerle ve bu güçlerin egemen olduğu
ülkelerle özdeşleşir hale geldiğini belirtmektedir.
İhracata yönelik tarımın gelişmesini isteyen
güçler ise Katolikliği savunmuşlardır.
Yine yaptığı incelemelerde, G. Afrika’da fakir
beyazların Kalvinizmin içindeki yazgıcılık sebebiyle bu duruma düşüp
düşmediklerini tartışmaktadır.
Yine ona göre Katolik kilisesi ulus ötesi bir
kurum olduğundan, ulus ötesi bir ekonomik sistemin doğuşu onun gücünü tehdit
ediyor olabilirdi .
Amerika’nın keşfi ve Avrupa’ya altın-gümüş akışı
16. yy da İspanyanın ve genel olarak ticaretin gelişmesine yol açmış, ticaret
hacmi 1510 ve 1550 yılları arasında sekiz kat, 1550 ve 1610 yılları arasında da
üç kat artmıştır.
Ancak 1557 den sonra İspanya çökmeye
başlamıştır. İspanya’nın onaltıncı yüzyılda Avrupa dünya ekonomisi içerisindeki
merkezi coğrafi-ekonomik konumuna rağmen, egemen sınıfların böyle bir
ekonomiden yararlanmasını sağlayacak devlet mekanizmasını kurmaması bu çöküşün
sebeplerinden biri olarak gösterilmektedir.
Diğer bir sebep göçer koyun sürüsü
sahiplerinin örgütlü gücünün toprak sahibi çiftçilerin ortaya çıkışını
engellemesi ve burjuvazinin ticaret yerine toprağa yatırım yapmayı tercih
etmesidir .
1588 deki Donanma bozgunu da bu çöküşü
hızlandırmıştır.
16. yy’ın son elli yılı Hollanda’nın yükselişine
şahit olmuştur.
Wallerstein bunun sebeplerini araştırır.
Hollanda’nın yeni ucuz, hafif ve süratli gemi
inşa etmeleri, deniz sigortacılığını getirmeleri ve hoşgörülü siyasi yapısı,
ticarette geliştirdikleri teknikleri bunun sebebi olarak görür.
Wallerstein birinci kitabın sonuna doğru 1640-1660
İngiliz devrimini inceler.
Bu devrimin Fransa’da niçin olmadığını sorar.
Toprak sahipliği, aristokrasinin durumu ve
devlet yapısının buna izin vermediğini. Fransız burjuvazisinin buna hazır
olmadığını belirtir.
Kitap son kısımda Rusya ve Doğu Avrupa’yı
incelemekte ve merkez ile çevre ülkeler arasındaki başta ticaret olmak üzere
diğer ilişkileri analiz etmektedir.
Kitap içinde bazen yarım sayfayı bulan dipnotlar
Wallerstein’in ikincil kaynak kullanımımın çokluğu yanında, üzerindeki
Braudel’in etkisini göstermektedir.
Bu kadar çok dipnot okumayı kesintiye
uğrattığı gibi bazı okuyucularda bıkkınlığa sebep olabilir.
Bu sebeple sayfa bittiğinde dipnotları topluca
okumak bir yöntem olarak kullanılabilir.
Hele bu satırların yazarı gibi kapitalizmin
gelişimine ve karşılaştırmalı ekonomi-politiğe meraklı iseniz bir anda
kendinizi 4. Cildi okurken bulabilirsiniz.
Wallerstein’e benim eleştirim kapitalizmin
gelişiminde meta üretimine, ticarete dolayısı ile Marksist tabir ile meta
dolaşımına öncelik vermesi ancak emek-sermaye çelişkisini ve sömürüyü göz ardı
etmesidir.
Yani Wallerstein için malların üretimi ve
mübadelesi her şeyden önemli görülmektedir.
Neo-Marksist olarak da görülen Wallerstein’in bu
şekli ile Marksist teoriden uzaklaştığı söylenebilir.
16. yüzyıl sadece Avrupa’da değil Osmanlı
İmparatorluğu’nda da büyük değişimlerin yaşanmasına sebep olmuştur.
Yeni dünyanın altını sadece Avrupa’da değil
Osmanlı imparatorluğunda da büyük fiyat artışlarına sebep olmuştur.
Yüzyılın ikinci yarısından 17. yüzyıl başına
kadar süren Celali İsyanları ve büyük kaçgunların ekonomideki bu değişimlerle
ilgisi incelenmeyi beklemekte.
Türk tarihçilerinin bir Wallerstein kadar olmasa
bile bu yüzyılı Avrupa’daki değişimlerle karşılaştırmalı incelemeleri
Osmanlı’nın duraklama ve gerileme devirlerine de ışık tutacaktır.
Yine 16. yüzyılda Seydi Ali Reis’den sonra donanmanın
Hint okyanusu faaliyetlerinin duraksaması ve okyanusun Portekizlilere terk
edilmesinin ardındaki sebepler araştırılmayı beklemektedir.
Tarihsel sosyolojinin yöntemleri kullanılarak
yapılacak yeni araştırmalar keyifle okunacak yeni kitapların oluşmasını ve
geçmişin analizinde yeni hipotezlerin geliştirilmesini sağlayacaktır.
ikinci ciltte ise, 1600-1750 yılları arasında
modern dünya sisteminin kapitalizme geçişte yaşadığı sıkıntılar anlatılmakta,
bütünleşen dünya kapitalizminin bu sorunlara verdiği cevaplar
araştırılmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder