İnsan Fenomeni
Yirminci yüzyıl
filozoflarının hepsi karamsar değildir.
İnsan Fenomeni isimli
eserde, (Fransa’da 1955 yılında yazarın ölümünden sonra yayınlanmıştır)
Teilhard De Chardin, evrimin uzun dönem perspektifinde tarihi incelemektedir ve
kesinlikle iyimser sonuçlara varmaktadır.
Teilhard (1881-1955),
Cizvit papazı ve tanınmış fosil bilimci olarak, Paris Katolik Enstitüsü’nde
jeoloji profesörüdür, Bilim Akademisinin yazışmaları yürüten üyesidir ve uzun
yıllar boyunca Çin Jeoloji araştırmalarına bilim danışmanlığı yapmıştır.
Evrimin
Yeni Bir Safhası
Bizler, tam şu anda, bir geçiş çağından
geçmekteyiz.
Bizlere, kısa ömrümüz süresince, insanın düşünce
alanındaki kritik bir değişikliğe tesadüf etmek onuru ve talihi düşmektedir.
Şimdinin karışıklıklarla dolu bir dünyadaki gelecekle
harmanlandığı bu düzensiz ve huzursuz bölgelerde bizler, insan fenomeninin
bütün ihtişamıyla, emsalsiz olan ihtişamıyla, yüz yüze durmaktayız.
Seleflerimizin herhangi birinden daha kanunlara uygun
bir şekilde, insanlaşma sürecinin önemini saptayıp ve yönünü
belirleyebileceğimizi düşünme hakkına, artık hiçbir yerde, belki de hiç sahip
değiliz.
Dikkatlice bakalım ve anlamaya çalışalım.
Ve bunu yaparken, yüzeyin altına inelim ve bugün
yeryüzünün rahminde dünyaya gelen aklın kendine özgü biçimini çözmeye
çalışalım.
Son bir buçuk yüzyılda, zihinlerimizde tefekkürün
başlangıcından yana, tarihin kaydettiği en olağanüstü olay, belki de yeni boyutların
bir ölçeğine ilişkin bilinçliliğe kesin erişimdir ve bunun sonucu olarak,
özelliğinde ve çizgisinde, cevherindeki basit bir dönüşümün sebep olduğu
herhangi bir değişiklik olmaksızın, tamamen yenilenmiş bir evrenin doğuşudur.
O zamana kadar dünya, geometrisinin üç ekseni üzerine
dayalı, statik ve parçalarına ayrılabilir gibi görünüyordu.
Artık tek bir kalıptan olan dökümdür.
Modern bir insanı var eden ve sınıflandıran şey,
sadece zaman ve mekân değil aynı zamanda süre veya –aynı hesaba gelmekle
birlikte- biyolojik uzay zamanı bakımından da görülebilir hale gelmektir- ve
bütün bunların ötesinde, aksi bir durumda, hiçbir şeyi görememektir- hiçbir
şeyi- kendisini bile.
Julian
Huxley’in özlü sözüyle ifade edecek olursak, insan keşfeder ki, o, kendi
bilincine varan evrimden başka bir şey değildir.
Bana öyle geliyor ki, modern zihinlerimiz, bu bakış
açısını benimseyene kadar hiç huzur bulmayacaktır.
Bu zirvede ve sadece bu zirvede, huzur ve aydınlanma
bizi beklemektedir.
Evrim,
derinliklerimizde kendinin farkına vararak, kendi derinliklerinde kendini idrak
etmek ve çözmek için sadece aynaya bakmalıdır.
Ayrıca, o
kendini bertaraf etmede özgürleşmiştir – kendini verebilir veya reddedebilir.
En küçük eylemlerimizde, sadece onun ilerlemesinin
sırrını okumakla kalmadık, aynı zamanda, başlangıçta onu ellerimizde
tuttuk, geçmişinden geleceğine kadar sorumlu olduk.
Bu güçlülük müdür yoksa kölelik mi?
Eylemin bütün
sorunu, işte tam da burada yatmaktadır.
Üstesinden
Gelinmesi Gereken Bir Duygu: Cesaretsizlik
‘Aydınlanmış’ insanlar arasında bugün moda olan,
insanoğlunu ilgilendiren şüpheciliğin arkasındaki sebepler, sadece temsili bir
düzende değildir.
Aklın, uzay-zamanı hayalinde canlandırma ve kolektif
olanı anlamaktaki entelektüel zorlukları bile aşıldığında, bugün insanın
dünyası tarafından sunulan anlamsız bir görüşle bağlı olan tereddüdün bir başka
şekliyle, belki de daha ciddi olanıyla kalakalırız.
On Dokuzuncu yüzyıl, vaat edilmiş bir ülkenin gözü önünde
yaşamıştı.
Bilim tarafından aydınlatılan ve düzene koyulan,
kardeşlik tarafından ısıtılan bir Altın Çağın eşiğinde olduğumuz
düşünülmekteydi.
Bunun yerine, kendimizi yayılan ve giderek daha
trajikleşen ihtilafların dünyasına geri dönmüş halde bulduk.
Teoride mümkün olsa da, hatta belki makul de olsa,
yeryüzünün ruhu fikri, deneyim testine dayanamaz.
Hayır, insan, hiçbir zaman kendisiyle birlik olarak
insanın ötesine geçmede başarılı olamayacak.
Bu Ütopya, mümkün olduğunca çabuk terk edilmelidir ve
bundan başka söylenecek bir şey yoktur.
Eğer gerçekse, sadece çok güzel bir rüyayı dağıtmakla
kalmayan, aynı zamanda kökten bir evren saçmalığını değerlendirmek için bizi
cesaretlendirecek olan yenilginin görünüşlerini açıklamak veya silmek adına ilk
etapta ifade etmek isterim ki, böylesi bir bağlantıda deneyimlerden –
deneyimlerin sonuçlarından- bahsetmek için erkendir.
Pre-hominidis’ten modern insana geçiş için zaten yarım
milyon yıl, belki de bir milyon yıl zaman gerekmiştir.
İki yüzyıldan
az bir süredir daha yüksek bir statüyü gördükten sonra, modern insan, hâlâ
kendisiyle kavgalı diye şimdi ellerimizi ovuşturmaya başlamalı mıyız?
Bir kez daha dikkatimizden kaçan şeyler var.
Çevremizdeki,
arkamızdaki ve yakınımızdaki uçsuz bucaksızlığı anlamış olabilmek zaten ilk
adımdır.
Ama eğer bu derinlik anlayışına başka bir anlayış,
yavaşlık anlayışı, eklenmezse, değerlerin aktarımının eksik kalacağını ve bunun
bizim bakışımız için imkânsız bir dünyadan başka hiçbir şeye sebep
olamayacağını anlamak zorundayız.
Her boyutun kendine has bir ritmi vardır.
Gezegenlerin
hareketinde, yine onlara ilişkin bir görkem vardır.
Eğer, tarihinin arkasında kendi tarihöncesinin sonsuz
uzayışı olmasaydı, insanlık bize durağan görünmez miydi?
Benzer şekilde -ve noogenesis’in (aklın doğuşu) bizim
seviyemizde neredeyse patlayıcı ivmesine rağmen– yeryüzünün gözlerimiz önünde,
bir neslin boşluğunda kendini dönüştürmesini bekleyemeyiz.
Sakin olalım ve yüreklenelim.
Aksi yöndeki tüm kanıtlara rağmen, insanoğlu şu anda
hepimizin çevresinde son derece iyi şekilde gelişecektir.
Gerçekten de bizlerin mantıken gelişmekte olduğunu
tahmin edebilmemiz için birçok işaret vardır.
Ancak eğer gelişmekteyse de, bunu neredeyse fark
edilmez bir şekilde –çok büyük şeylerde olduğu gibi- yapıyor olmalıdır.
Enerji
Olarak Aşk
Bizler aşkın sadece duygusal yüzünü, onun yüzünden
yaşadığımız mutlulukları ve ıstırapları düşünmeye alışkınız.
Benim burada, insan fenomeninin nihai evrelerini
belirleyecek bir bakışla ele almam gereken şey, onun kendi doğal dinamizmi ve
evrimsel anlamıdır.
Bütün biyolojik gerçekliği içerisinde düşünüldüğünde,
aşk – yani varlığın varlıkla çekimi denebilir- insana özgü değildir.
O, bütün hayatın genel bir mülkiyetidir ve öyle ki,
farklılıkları ve dereceleri içerisinde, düzenli maddeler tarafından başarıyla
alınmış bütün biçimleri kapsar.
Bizlere çok yakın olan memelilerde, bu durum, farklı
şekillerde kolaylıkla anlaşılmıştır: seksüel tutku, ana babaya ait içgüdü,
toplumsal birlik vs.
Daha uzakta, yani yaşam ağacının aşağılarında, fark
edilmez bir derecede silik hale gelene kadar benzerlikler daha muğlaktır.
Ama burada “şeyleri” tartışırken, daha önceden
söylediğimi tekrarlamalıyım.
Eğer birleşmek için içten gelen doğal bir istek
olmasaydı, -hatta molekülün kendisinde bile- muazzam bir temel seviyede
birleşme isteği olmasaydı, insani biçimde, bizler arasında aşkın görünmesi
fiziksel olarak imkânsız olurdu.
Haklı olarak, bizlerdeki mevcudiyetinden emin olmak
için, onun mevcudiyetini, var olan her şeyde gelişmemiş bir biçimde de olsa,
kabul etmeliyiz.
Ve aslında bilincin birleşen yükselişinde çevremize
bakarsak, onun hiçbir yerde eksik olmadığını görürüz.
İnsanoğlu, yeryüzünün ruhu, canlıların ve insanların
sentezi, elementin bütünle paradoksal uzlaşısı ve yığınların birleşmesi-
bunların tümü Ütopya olarak adlandırılır ve bunlar, biyolojik olarak henüz
gereklidir.
Ve onların yeryüzünde somutlaşması için ihtiyaç
duyduğumuz şey, bütün insanları ve yeryüzünü kapsayana kadar gelişmeyi sevme
gücümüze hayal etmektir.
Nihai
Yeryüzü
Söylenenlere göre, şu anda sormamız gereken: ilerlemenin
hangi çizgileri boyunca -akıl kapsamının bugünkü durumunu yargılayarak-
diğerlerinin arasından bizler, yaklaşmakta olduğumuz psişik özetin ve evrimci
dalganın temel seviyesinden ilerleyeceğiz?
İnsancılık ve bilim düşüncelerinin analizleriyle zaten
ulaştığımız kehanetleri tekrar göreceğimiz başlıca üç tanesini seçebilirim.
Bunlar: araştırma organizasyonu, insan konusundaki
araştırmanın yoğunlaşması ve din ile bilimin birleşmesi.
Bunlar tek ve aynı ilerlemenin üç doğal kavramıdır.
Mütemadiyen artan boş zamanı ve yükselen ilgisi
sayesinde her şeyin derinine inmekte, her şeyi, denemedeki, genişletmekteki
hayati sorununu bulacak olan bir dünyayı göz önüne getirebiliriz.
Bir dünya ki orada, devasa teleskoplar ve atom
ezicileri, bütün bombaların ve topların bir araya getirilmesinden daha fazla
para emeceği ve kendiliğinden bir beğeni uyandıracaktır.
Öyle bir dünya ki burada, sadece parası ödenmiş
araştırmacıların yasaklanmış çetesi için değil, ama aynı zamanda sokaktaki adam
için de günün ideali, cisimciklerden, yıldızlardan veya düzenli maddelerden
başka bir sırrın veya gücün zorla koparılmasıdır.
Öyle bir dünya ki, orada zaten olduğu üzere, biri bir
diğerinin hayatını verir ve bunu var olmak ve bilmek için yapar, sahip olmak
için değil.
Angaje güçlerin hesabına göre bu, hepimizin çevresinde
acımasızca hazırlanan şeydir.
Daha düşük bazı organizmalarda retina, eskiden olduğu
gibi, bütün vücut yüzeyine yayılmıştır.
Bir şekilde insanın görüşü, işlevinde, halen aynı
şekilde ayrıntılıdır, buna, sanayi faaliyetler ve savaş da karışmıştır.
Biyolojik anlamda kendini bağımsız olarak
bireyselleştirmelidir ve bunu, kendine ait farklı organlarıyla yapmalıdır.
Noosphere’nin (aklın alanı) kendi gözlerini bulmasına
çok zaman kalmamıştır.
İnsan, bilgi sahibi süje ve nihayet ‘bilginin konusu’
olan insanın, bütün doğa bilimlerinin anahtarı olduğunu anlayacaktır.
Şu ana kadar yaşamımızın hesapsız kitapsız gelişimine
kesinlikle müsaade ettik; tıbbi ve ahlaki faktörlerin doğal seçimin somut
güçleriyle yer değiştirmek zorunda olduğu şeyi sindirmemiz gerektiğine dair
soruya çok az kafa yorduk.
Gelecek yüzyıllarda, kişiliklerimize standart
değerlerde uygun olarak, soy geliştirme biliminin asil bir insan biçimi
keşfedilmeli ve geliştirilmelidir.
Bireylere uygulanan soy geliştirme bilimi, topluma
uygulanan bir soy geliştirme bilimine götürür.
Dahil olan noktalar: dünyanın kaynaklarının dağılımı;
meskûn olmayan bölgelere yapılacak yolculukların kontrolü; makineleşme
tarafından serbest kalan güçlerin uygun değer kullanımı; milletlerin ve
ırkların psikolojisi; jeo-ekonomi; jeo-politika; jeo-demografi; araştırma
organizasyonunun mantıklı bir dünya organizasyonuna doğru gelişimi.
Beğensek de beğenmesek de tüm işaretler ve tüm
ihtiyaçlarımız aynı yönde birleşir.
İhtiyacımız var ve karşı konulmaz biçimde tüm fizik
bilimlerinin ötesinde, tüm biyoloji ve tüm psikoloji biliminin de ötesinde
insan enerjisi bilimi yaratmaya yönelmekteyiz.
Bu yaratmanın akışında, muğlak da olsa zaten başlamış
olan bu bilim dalı, insana odaklanarak, kendini günden güne artacak şekilde
dinle yüz yüze bulacaktır.
Dışarıdan bakıldığında, modern dünya, din karşıtı bir
hareketle doğmuştur: insan kendi kendine yetmeye başlamış, inancın yerini sebep
almıştır.
Bizim neslimiz ve bizden önceki iki nesil az duymuş
olsa da bilim ve inanç arasındaki ihtilaf hakkında konuşmuşlardır; gerçekten de
bir an için apaçık belli olan, öncekinin sonrakinin yerini almaya yönelmiş
olmasıdır.
Ancak mademki gerilim uzadı, ihtilaf, açıkça tamamen
farklı bir denge durumunun koşullarında çözülme ihtiyacında gibi görünmektedir:
tasfiye veya ikilik değil ama sentezle.
İki yüzyıl süren ihtiraslı kavgalardan sonra, ne bilim
ne de inanç, rakibinin itibarını zedelemeyi başaramadı.
Tam aksine, her
ikisinin de diğeri olmaksızın gelişemeyeceği açıklık kazandı.
Ve bunun sebebi
basittir: aynı yaşan, ikisine de hayat vermektedir.
Bilim ne hızında ne de başarısında mistisizmle
karışmadıkça ve inançla dolu olmadıkça sınırlarını zorlayamaz.
Öncelikle hızında.
Eylem sorunuyla uğraşırken bu noktaya değinilmişti.
Tutkulu bir ilgiyle hareket ettiği sürece insan,
çalışmaya ve araştırmaya devam eder.
Şimdi bu ilgi tamamen, evrenin bir yönünün olduğuna
dair ve eğer inançlıysak, bunun gerçekten de değiştirilemez bir biçimde
sonuçlanacağına dair olan kanaate bağlıdır.
Bu nedenle,
inanç ilerlemeyle gelir.
Kısaca, bilim aşağı ve alt aşamalarını oluşturan
analitik araştırmalardan kurtulunca ve sentezlere geçince- daha üstün bir
insanlık durumunun gerçekleşmesini doğal olarak sağlayan sentezler- hemen
öngörür ve destek alacağı şeyleri geleceğe ve her şeye bağlar.
Ve bununla kendini geçer, hayranlık ve seçenek’e dayanarak
ortaya çıkar.
Bu sebeple Renan ve On Dokuzuncu yüzyıl, bir Bilimin
Dini’nden bahsetmekle hata etmiş olmazlar.
Onların hatası, yeniden bütünleşme anlamındaki
insanlık kültünün, onların kurtulmak iddiasında oldukları ruhani güçlerin yeni
bir biçimi olduğunu görememekti.
Az önce
gösterdiğimiz şekilde sürekli olarak üç yönde ileriye doğru itildiğinden ve
ayrıca hayatta kalmak için hâlen sahip olduğu o hudutsuz sürenin
avantajlarından faydalandığından dolayı, insanoğlunun onun karşısında muazzam
imkânları vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder