MODERN DÜNYA SİSTEMİ - 3
Fransa 1786’da İngiliz mamul maddelerinin
etkisini küçümseyerek İngiltere’yi bir serbest ticaret antlaşması yapmaya ikna
etmişti.
Fransızlar şarap gibi tarım ürünleri, lüks
kumaşlar, ipek, cam eşya ihraç edecek, buna karşı İngilizler kaba İngiliz
pamuklusu, çanak çömlek satacaktı.
Durum Fransızların beklediği gibi olmamış,
İngilizler bir miktar daha fazla şarap almış ancak bu hiçbir zaman çok fazla
olmamıştı.
Ancak Fransız pazarı halkın çoğunun kullandığı
İngiliz pamukluları ile dolmuş, Fransa’da yüzbinlerce işçi işiz kalmıştır.
1789’a kadar fiyatlarındaki düşüşler sonucu
şarap üreticileri alım güçlerinin yüzde kırkını yitirmişlerdi.
Bunun yanında tahıl ve ekmek fiyatlarında oluşan
yüksek fiyatlar da Wallerstein’e göre ihtilâli ateşleyen nedenlerden biri
olmuştur.
1786 antlaşması 1793 de Konvansiyon tarafından
resmen reddedilmiştir.
Wallerstein, Fransız ihtilâlinin bir “burjuva
devrimi” olduğu konusundaki yorumlara eleştiri getiren A. Mathiez’e gönderme
yapar.
Mathiez, çalışmasında, 1789’da mutlak monarşinin
gücünün zaten sınırlı olduğunu, senyörlerin kamusal bütün güçlerini devlete
kaptırmış durumda olduklarını, serfliğin fiili olarak ortadan kalktığını,
ticaret ve endüstri onsekizinci yüzyıl boyunca geliştiği için burjuvazinin de
bildiğimizden daha az muhalif olduğunu savunmaktadır.
Wallerstein bunun üzerine şu soruyu sorar; “o
zaman Fransız Devrimi nedir?”.
İhtilal üç şeydir ona göre.
Bir tanesi; İngiliz devletinin ekonomik
hegemonyasına karşı Fransız devletini reformlara zorlamak için yapılan bilinçli
bir girişimdir.
Ancak bu reformlar hedefine ulaşamamış ve
İngiliz liderliği artarak devam etmiştir.
İkincisi; ihtilal modern dünya sistemi tarihinde
ilk kez kamu düzeninin çökmesine yol açan sistem karşıtı (anti-kapitalist)
koşulları ortaya çıkarmıştır.
Ve daha sonraki sistem karşıtı
hareketlerin manevi temeli olmuştur: Ancak bu, ihtilalin burjuva devrimi
olduğunu değil, olmadığını gösterir.
Üçüncü olarak; ihtilalin bir sonucu da feodal
ideolojinin hala devam ettiği bir kapitalist dünya ekonomisinin feodalizm ile
bağlarını koparması olmuştur.
Ancak bu da, bir burjuva kapitalist
devriminin başlangıcına değil, onun tam olarak olgunlaşmasına işaret eder.
İhtilalin ardından kilise mallarının
kamulaştırılması kilise mülkü olan binaların fabrikalara dönüştürülmesine
yaradığı için Fransa’nın endüstrileşmesine katkıda bulunmuştur .
Napolyon dönemi, ihtilalin ardından başlamış
olan korumacılık yasalarının korunduğu ve bunlara yenilerinin eklendiği bir
dönemdir.
Fransa’nın bu dönemdeki en büyük hedefi İngiltere’nin
dünya hegemonyasını önlemek olmuştur.
Bunu sağlamak için Avrupa’daki mamul malların çıkış
noktalarını kapatmak ve İngiltere’nin hammadde ithalatını engellemek
amaçlanmıştır.
Ancak Napolyon Savaşlarının sona ermesi ile
Fransa’nın planladığının aksine, İngiltere’nin dünya sistemi hegemonyasını ele
aldığı görülmüştür.
İngiltere 1783-1816 yılları arasında, Yeni Zelanda,
Malta, Seylan.
Mauritius adaları dâhil bilhassa Pasifik Okyanusu’nda
birçok adayı ele geçirerek dünya gücünü pekiştirmiştir.
Üçüncü bölüm dünya ekonomisinin periferisinde ve dış
alanında bulunan Rusya (Avrupa bölgesi), Osmanlı İmparatorluğu (Rumeli,
Anadolu, Suriye ve Mısır), Hindistan alt kıtası ve Batı Afrika’nın (kıyı
bölgeleri) kapitalist dünya ekonomisinin üretim süreçlerine katılımı ile
ilgilidir.
İngiliz yönetimi altında Hindistan
ondokuzuncu yüzyılın birinci yarısında indigo, ham ipek, pamuk ve afyon ihraç
ediyordu.
İlk iki ürün Avrupa’ya giderken, pamuk ve
afyon Çin’e gidiyordu.
Osmanlı İmparatorluğu ise 1750 dolaylarında
dünya ekonomisi ile bütünleşmeye başlamıştır.
Onsekizinci yüzyılın sonuna doğru
Balkanlar Fransız pamuk endüstrisinin temel tedarikçisi durumuna gelmiş,
ondokuzuncu yüzyılda Fransızların yerini İngiliz ve Avusturyalılar almaya
başlamıştır.
Ancak Amerikan ve Mısır pamuğunun rekabeti ile
karşılaşan Anadolu pamuğunun rolü azalmaya başlamıştır.
Rusya’nın Avrupa ile ticareti 1750-1850 yılları
arasında çarpıcı bir yükseliş yaşamıştır.
Genel hammadde ihracatçısı olan Rusya’nın ihraç
malları Fransa tekstil sanayi için kendir ve ketendi. İngiliz teknolojisi
çökertene kadar demir endüstrisi de önemli ihraç malları arasında yer almıştır.
Daha sonra demirin yerini buğday alacaktır.
1761’de Fransızların Osmanlı İmparatorluğu’ndan ithal
edilen pamuk ipliğine yüksek bir gümrük duvarı koyması Osmanlı genç sanayisi
için sonun başlangıcı olmuştur.
1838 İngiliz Ticaret Antlaşmasının etkisi ile 1862’de
Osmanlı artık bir imalat ülkesi değildir.
Suriye’de ise imalat sanayinin çöküşü 1820’lerde
başlamış ve 1840’larda Halep ve Şam’da süreç tamamlanmıştır.
İngiliz antlaşması şartlarının dayatılması
sonucu 1841’de Mısır’da fabrikalar çürümeye terk edilmiştir.
Onsekizinci yüzyılda Batı Afrika sanıldığının
aksine endüstriden yoksun değildi.
1750’den önce Gine’de yerel pamuklu
kumaşlar İngiliz mamullerinin rekabetine direnebiliyordu.
Batı Afrika’da tekstil yanında, demircilik ve
demir dökümü on dokuzuncu yüzyılda Avrupa’dan gelen ithal ucuz ürünlerle yok
edilmiştir.
İngiltere’nin dünya sistemi üzerinde hegemonya
kurmasında kullandığı araçların anlaşılabilmesi açısından Çin ile yaptığı
çay-pamuk-afyon ticareti (veya Hindistan-Çin-Britanya) üçgeninin incelenmesi
önemlidir.
İngiliz Doğu Hindistan Şirketi Çin’den çay alıyor ve
bunu gümüş ile ödüyordu.
Bu alımlar bir ara o kadar arttı ki gümüş
yetiştiremez oldu.
İngilizler Avrupa’ya gönderilmesi çok ekonomik olmayan
Hint pamuğunu Çin’e ihraç edip çay paralarını bu yolla ödeme yolunu buldular.
Anacak Çin’in pamuk talebi daralınca İngilizler
pamuğun yerine geçecek yeni bir ürün keşfettiler.
Bengal’de yetişen Hint afyonu.
Bir süre sonra Çin’in afyon ithalatı o kadar arttı ki
İngilizlerin çay için ödediklerinin çok fazlası İngilizlere geri akmaya
başladı.
Bunun sonucu afyon savaşlarıdır.
Wallerstein bu bölümde ayrıca İslam dünyasında
onsekizinci yüzyılda Sufi tarikatların dirilmesini de ele almaktadır.
Bu dirilişin sebebi ona göre, Hıristiyan
Avrupa yayılmacılığının neden olduğu tehdit hissi ile Moğol, Safevi ve Osmanlı
İmparatorluklarının çöküş sürecidir .
Bölüm sonunda Osmanlı İmparatorluğunun reform
hareketlerine rağmen çöküş süreci ile, Çar Peter (Petro) ve Çariçe II.
Catherine (Katerina) dönemindeki Rus modernleşmesi analiz edilmektedir.
Üçüncü cildin “Yerleşimcilerin Amerika Kıtasındaki
Sömürgelerden Çekilmesi” adını taşıyan son bölümü, İspanya, İngiltere, Portekiz
ve Fransa’nın Amerika kıtasından çekilmelerinin öyküsüdür.
Ondokuzuncu yüzyılın ortasında Amerika’nın
yarısı Avrupa sömürgeleri, diğer yarısı ise kapitalist dünya-ekonomisinin
dışında kalan bölgelerdir.
Süreç içinde Amerika kıtasının dekolonizasyonu
Avrupalı yerleşimcilerin himayesinde gerçekleşmiştir. Yine bu süreçte,
sömürgeler bağımsız egemen devletlere dönüşmüş ve devletlerarası sistem yeniden
şekillenmiştir.
Bu dönüşümde Amerikalı yerliler ve
siyahlar yeni egemen devletlerin çoğunda nüfusun büyük kısmını oluşturmalarına
rağmen –Haiti hariç- dışarıda bırakılmışlardır.
Modern Dünya Sistemi kitaplarının bu
incelediğimiz üçüncü cildinde İngiltere’de başlayan sanayi devrimi, Fransız
İhtilâli ve İngiltere’nin hegemonya kurma süreci incelenmiştir.
Wallerstein’ın de dediği gibi, onsekizinci
yüzyılda ne sanayi devrimi, ne Fransız İhtilâli, ne de Amerika’daki bağımsızlık
savaşı dünya kapitalist sistemine önemli meydan okumalar değildi.
Aksine bunlar sistemin daha da güçlenmesini
temsil ediyorlardı.
Halk güçleri baskı altına alınmış ve siyasi güçleri
kısıtlanmıştı.
On dokuzuncu yüzyılda bu güçlerin halefleri
hatalarından ders çıkararak daha düzenli ve sistematik, tamamıyla yeni bir
mücadele stratejisi oluşturacaklardır.
Okumaya başladığımız dördüncü cilt 1789-1914 arasında
bu mücadeleleri anlatmaktadır.
Immanuel Wallerstein’in modern dünya sistemi
serisinin incelediğimiz bu dördüncü cildinin ana teması liberalizmin Batı
Avrupa’daki zaferi üzerinedir.
1789 Fransız Devriminin merkez ülkelerdeki
etkileri, yurttaş kavramı, üç modern ideoloji olan muhafazakârlık, liberalizm
ve sosyalizmin ortaya çıkması, Büyük Britanya ile Fransa’da liberal devletin ve
sosyal
bilimlerin oluşumu bu cildin diğer konuları
arasındadır.
Batıda 19. yüzyılda genel oy vekadınların hakları için
verilen mücadele de kitapta ayrıca incelenmiştir.
Bu kitabın hikâyesi 1789 ile 1873/1914 yılları
arasını kapsamaktadır.
Daha önce incelenen üç ciltte1 16. yüzyıldan
başlayarak modern dünya sisteminin temel ekonomik ve siyasal kurumlarının
oluşması, kapitalizme geçiş ve kapitalizmin yaşadığı sıkıntılar bütünleşen
dünya kapitalizminin bu sorunlara verdiği cevaplar araştırılmaktaydı.
Yine bu kitaplarda sanayi devrimi, İngiltere’nin
sanayi gücü ve donanması ile kurduğu hegemonya ile Fransız Devrimi analiz
edilmişti.
Ayrıca Rusya, Hindistan ve Osmanlı imparatorluğu
gibi ülkelerin modern dünya ekonomisine katılmaları konu edilmişti.
Bu cilt, Fransız devrimi ertesinde oluşan
ideolojileri incelendiği bir bölümle başlamaktadır.
İncelenen ilk ideoloji Fransız devrimine,
dolayısı ile moderniteye bir tepki olarak doğan muhafazakârlıktır.
Muhafazakârlığa göre, Fransız Devrimi “doğal” sosyal
güçlerin yavaş
ilerleyen evrimini aksatan bilinçli siyasi değişim
türünün bir örneğini oluşturmaktadır.
Muhafazakârlar, devrim taraftarlarının kargaşa
yarattığına ve yıların bilgeliğini yok ettiğine inandılar .
Liberalizm ise ideolojik hayatına solda veya en
azından merkez solda başladı ve 1815’den sonra kendini muhafazakârlığın
karşısında tanımladı.
Böylece muhafazakarlar tarafından “jakoben” olarak
değerlendirildi.
Liberalizm gelişirken sol kimliği zayıfladı,
bazı açılardan sağ bir kimlik bile kazandı.
Sonunda merkeze yerleşti.
Sosyalizm bu üç ideolojinin sonuncusuydu,
kendini liberalizme karşı konumladı ve ancak 1848’den sonra ayrı bir ideoloji
olarak görülmeye başlandı.
Sosyalizmi liberalizmden ayıran ise, ilerleme
için reformların yeterli olmadığı ve tarihin seyrini ona güçlü şekilde direnen
güçlerle şiddetle mücadele ederek hızlandırma gereğine olan inançtı .
İdeolojiler moderniteyle ilgilenen siyasi
programlar olduğu için, her birinin bir özneye ya da temel bir siyasi aktöre
ihtiyacı vardı.
Modern dünyanın terminolojisinde bu egemenlik
sorununa tekabül ediyordu.
Fransız Devrimi bu konuda mutlak monarkın
egemenliğine karşı,
“halkın” egemenliğini ilan etmişti .
Ancak “halkın” kim olduğuna dair bir
görüş birliği yoktu. Liberaller için bu, “özgür birey”,
muhafazakârlar için, “geleneksel gruplar” ve sosyalistler
için “toplumun” tüm üyeleriydi.
“Özne” olarak
halkın öncelikli “nesnesi” ise devletti.
Her bir ideolojinin devletçiliklerini açıklamak
için gerekçeleri farklıydı.
Sosyalistler için devlet, genel iradeyi
uyguluyordu.
Muhafazakârlar için devlet, genel iradeye karşı
geleneksel hakları koruyordu.
Liberaller için devlet, bireyin
gelişmesine izin veren koşulları oluşturuyordu.
Her durumda sonuç, devletin toplum karşısında
güçlendiriliyor olmasıydı .
Bu üç ideoloji sonuçta iki ideolojiye indi.
1848 Devrimi öncesi bölünme Fransız Devrimi
karşıtları ve taraftarları arasındaydı.
Bu anlamda siyasi mücadele liberaller ve
muhafazakârlar arasındaydı.
Sosyalistler ise liberallerin daha militan bir çeşidi
olarak kabul edildi.
Ancak 1830’dan sonra liberaller ile sosyalistler
arasında ortaya çıkan ayrım, 1848’den sonra oldukça derinleşti.
1848 aynı zamanda liberaller ile
muhafazakârların arasındaki barışmanın başlangıcını da oluşturur.
Süreç içinde muhafazakârlar mülkü korumanın
önemi konusunda liberaller ile olan yakınlıklarını fark ettiler.
Belirtilmesi gereken başka bir şey de 1848’den
sonra sosyalistlerin Saint-Simon’a göndermede bulunmaktan vazgeçtiğidir.
Sosyalist hareket kendini Marksist fikirler
etrafında örgütlemeye başladı.
Saint-Simoncu sosyalistler de anti bireyci
tepkiler etrafında muhafazakârlara yaklaşmaya başladılar.
Liberal sosyalist ittifaklar yanında sosyalist
muhafazakâr ittifaklar da ortaya çıkmaya başladı.
Ancak sonuçta renklerini her üç ideolojide de
gösteren liberalizm 1848’den sonra dünya sisteminin kültürel hegemonyasını ele
geçirerek on dokuzuncu yüzyıldaki zaferini ilan etmiştir.
Büyük Britanya ve Fransa 1651’den 1815’e kadar
kapitalist dünya ekonomisi içerisinde uzun bir hegemonya savaşı yaptılar.
Büyük Britanya kesin zaferi 1815’de kazandı.
Ancak bu tarihten sonra iki ülke yeni bir
siyasi modeli kurumsallaştırmak için muazzam bir ittifak içine girdi.
Bu her iki ülkede liberal devletin kurulması
içindi.
Ancak Büyük Britanya ve Fransa 1815’de
kendilerini aynı ekonomik durumda bulmadılar.
Napolyon savaşlarının sonunda Britanya istiladan
korunmuş, üretkenliği, teknik becerisi ve mali gücü gelişmiş, dünyadaki tek
borç veren ülke olmuştu.
Fransa’nın ise deniz aşırı dünya ile ilişkileri
kesilmiş ve güçsüzleşmişti.
Bir örnek vermek gerekirse, 1789’dan önce iki bin
Fransız gemisi
olmasına rağmen, 1799 itibari ile açık denizlerde
hiçbir ticaret gemisinde Fransız bayrağı dalgalanmıyordu.
Öte yandan Büyük Britanya’nın filosu, aktif
savaş hali boyunca bile on beş binden, on sekiz bine yükseldi.
Hegemonyasını oluşturan Büyük Britanya
bağımsızlık hareketlerinin sınırlı destekçisi rolünü Yunanistan örneğinde,
Balkanlar/Osmanlı İmparatorluğu’na kadar genişletti.
Yunan İsyanı Batıda liberaller başta olmak üzere
birçok sol gruptan da destek aldı.
Yunanistan uluslararası liberalizmin ilham
kaynağı haline geldi ve Yunanlılar için örgütlü desteği ve çok sayıda gönüllü
savaşçının hareket noktasını içeren “Yunan Hayranlığı” 1820’lerde
Avrupa sol kanadını harekete geçirmede daha sonra 1930’larda İspanyol
Cumhuriyetine desteğin oynadığına benzer bir rol oynadı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder