4 Aralık 2022 Pazar

 MODERN DÜNYA SİSTEMİ - 3

 

 Fransa 1786’da İngiliz mamul maddelerinin etkisini küçümseyerek İngiltere’yi bir serbest ticaret antlaşması yapmaya ikna etmişti.

 Fransızlar şarap gibi tarım ürünleri, lüks kumaşlar, ipek, cam eşya ihraç edecek, buna karşı İngilizler kaba İngiliz pamuklusu, çanak çömlek satacaktı.

 Durum Fransızların beklediği gibi olmamış, İngilizler bir miktar daha fazla şarap almış ancak bu hiçbir zaman çok fazla olmamıştı.

 Ancak Fransız pazarı halkın çoğunun kullandığı İngiliz pamukluları ile dolmuş, Fransa’da yüzbinlerce işçi işiz kalmıştır.

 1789’a kadar fiyatlarındaki düşüşler sonucu şarap üreticileri alım güçlerinin yüzde kırkını yitirmişlerdi.

 Bunun yanında tahıl ve ekmek fiyatlarında oluşan yüksek fiyatlar da Wallerstein’e göre ihtilâli ateşleyen nedenlerden biri olmuştur.

 1786 antlaşması 1793 de Konvansiyon tarafından resmen reddedilmiştir.

 Wallerstein, Fransız ihtilâlinin bir “burjuva devrimi” olduğu konusundaki yorumlara eleştiri getiren A. Mathiez’e gönderme yapar.

 Mathiez, çalışmasında, 1789’da mutlak monarşinin gücünün zaten sınırlı olduğunu, senyörlerin kamusal bütün güçlerini devlete kaptırmış durumda olduklarını, serfliğin fiili olarak ortadan kalktığını, ticaret ve endüstri onsekizinci yüzyıl boyunca geliştiği için burjuvazinin de bildiğimizden daha az muhalif olduğunu savunmaktadır.

 Wallerstein bunun üzerine şu soruyu sorar; “o zaman Fransız Devrimi nedir?”.

  İhtilal üç şeydir ona göre.

 Bir tanesi; İngiliz devletinin ekonomik hegemonyasına karşı Fransız devletini reformlara zorlamak için yapılan bilinçli bir girişimdir.

 Ancak bu reformlar hedefine ulaşamamış ve İngiliz liderliği artarak devam etmiştir.

 İkincisi; ihtilal modern dünya sistemi tarihinde ilk kez kamu düzeninin çökmesine yol açan sistem karşıtı (anti-kapitalist) koşulları ortaya çıkarmıştır.

  Ve daha sonraki sistem karşıtı hareketlerin manevi temeli olmuştur: Ancak bu, ihtilalin burjuva devrimi olduğunu değil, olmadığını gösterir.

 Üçüncü olarak; ihtilalin bir sonucu da feodal ideolojinin hala devam ettiği bir kapitalist dünya ekonomisinin feodalizm ile bağlarını koparması olmuştur.

  Ancak bu da, bir burjuva kapitalist devriminin başlangıcına değil, onun tam olarak olgunlaşmasına işaret eder.

  İhtilalin ardından kilise mallarının kamulaştırılması kilise mülkü olan binaların fabrikalara dönüştürülmesine yaradığı için Fransa’nın endüstrileşmesine katkıda bulunmuştur .

 Napolyon dönemi, ihtilalin ardından başlamış olan korumacılık yasalarının korunduğu ve bunlara yenilerinin eklendiği bir dönemdir.

 Fransa’nın bu dönemdeki en büyük hedefi İngiltere’nin dünya hegemonyasını önlemek olmuştur.

Bunu sağlamak için Avrupa’daki mamul malların çıkış noktalarını kapatmak ve İngiltere’nin hammadde ithalatını engellemek amaçlanmıştır.

 Ancak Napolyon Savaşlarının sona ermesi ile Fransa’nın planladığının aksine, İngiltere’nin dünya sistemi hegemonyasını ele aldığı görülmüştür.

İngiltere 1783-1816 yılları arasında, Yeni Zelanda, Malta, Seylan.

Mauritius adaları dâhil bilhassa Pasifik Okyanusu’nda birçok adayı ele geçirerek dünya gücünü pekiştirmiştir.

Üçüncü bölüm dünya ekonomisinin periferisinde ve dış alanında bulunan Rusya (Avrupa bölgesi), Osmanlı İmparatorluğu (Rumeli, Anadolu, Suriye ve Mısır), Hindistan alt kıtası ve Batı Afrika’nın (kıyı bölgeleri) kapitalist dünya ekonomisinin üretim süreçlerine katılımı ile ilgilidir.

  İngiliz yönetimi altında Hindistan ondokuzuncu yüzyılın birinci yarısında indigo, ham ipek, pamuk ve afyon ihraç ediyordu.

  İlk iki ürün Avrupa’ya giderken, pamuk ve afyon Çin’e gidiyordu.

  Osmanlı İmparatorluğu ise 1750 dolaylarında dünya ekonomisi ile bütünleşmeye başlamıştır.

  Onsekizinci yüzyılın sonuna doğru Balkanlar Fransız pamuk endüstrisinin temel tedarikçisi durumuna gelmiş, ondokuzuncu yüzyılda Fransızların yerini İngiliz ve Avusturyalılar almaya başlamıştır.

 Ancak Amerikan ve Mısır pamuğunun rekabeti ile karşılaşan Anadolu pamuğunun rolü azalmaya başlamıştır.

 Rusya’nın Avrupa ile ticareti 1750-1850 yılları arasında çarpıcı bir yükseliş yaşamıştır.

 Genel hammadde ihracatçısı olan Rusya’nın ihraç malları Fransa tekstil sanayi için kendir ve ketendi. İngiliz teknolojisi çökertene kadar demir endüstrisi de önemli ihraç malları arasında yer almıştır.

 Daha sonra demirin yerini buğday alacaktır.

1761’de Fransızların Osmanlı İmparatorluğu’ndan ithal edilen pamuk ipliğine yüksek bir gümrük duvarı koyması Osmanlı genç sanayisi için sonun başlangıcı olmuştur.

1838 İngiliz Ticaret Antlaşmasının etkisi ile 1862’de Osmanlı artık bir imalat ülkesi değildir.

 Suriye’de ise imalat sanayinin çöküşü 1820’lerde başlamış ve 1840’larda Halep ve Şam’da süreç tamamlanmıştır.

  İngiliz antlaşması şartlarının dayatılması sonucu 1841’de Mısır’da fabrikalar çürümeye terk edilmiştir.

 Onsekizinci yüzyılda Batı Afrika sanıldığının aksine endüstriden yoksun değildi.

  1750’den önce Gine’de yerel pamuklu kumaşlar İngiliz mamullerinin rekabetine direnebiliyordu.

 Batı Afrika’da tekstil yanında, demircilik ve demir dökümü on dokuzuncu yüzyılda Avrupa’dan gelen ithal ucuz ürünlerle yok edilmiştir.

 İngiltere’nin dünya sistemi üzerinde hegemonya kurmasında kullandığı araçların anlaşılabilmesi açısından Çin ile yaptığı çay-pamuk-afyon ticareti (veya Hindistan-Çin-Britanya) üçgeninin incelenmesi önemlidir.

İngiliz Doğu Hindistan Şirketi Çin’den çay alıyor ve bunu gümüş ile ödüyordu.

 Bu alımlar bir ara o kadar arttı ki gümüş yetiştiremez oldu.

İngilizler Avrupa’ya gönderilmesi çok ekonomik olmayan Hint pamuğunu Çin’e ihraç edip çay paralarını bu yolla ödeme yolunu buldular.

 Anacak Çin’in pamuk talebi daralınca İngilizler pamuğun yerine geçecek yeni bir ürün keşfettiler.

 Bengal’de yetişen Hint afyonu.

Bir süre sonra Çin’in afyon ithalatı o kadar arttı ki İngilizlerin çay için ödediklerinin çok fazlası İngilizlere geri akmaya başladı.

Bunun sonucu afyon savaşlarıdır.

 Wallerstein bu bölümde ayrıca İslam dünyasında onsekizinci yüzyılda Sufi tarikatların dirilmesini de ele almaktadır.

  Bu dirilişin sebebi ona göre, Hıristiyan Avrupa yayılmacılığının neden olduğu tehdit hissi ile Moğol, Safevi ve Osmanlı İmparatorluklarının çöküş sürecidir .

Bölüm sonunda Osmanlı İmparatorluğunun reform hareketlerine rağmen çöküş süreci ile, Çar Peter (Petro) ve Çariçe II. Catherine (Katerina) dönemindeki Rus modernleşmesi analiz edilmektedir.

 Üçüncü cildin “Yerleşimcilerin Amerika Kıtasındaki Sömürgelerden Çekilmesi” adını taşıyan son bölümü, İspanya, İngiltere, Portekiz ve Fransa’nın Amerika kıtasından çekilmelerinin öyküsüdür.

 Ondokuzuncu yüzyılın ortasında Amerika’nın yarısı Avrupa sömürgeleri, diğer yarısı ise kapitalist dünya-ekonomisinin dışında kalan bölgelerdir.

 Süreç içinde Amerika kıtasının dekolonizasyonu Avrupalı yerleşimcilerin himayesinde gerçekleşmiştir. Yine bu süreçte, sömürgeler bağımsız egemen devletlere dönüşmüş ve devletlerarası sistem yeniden şekillenmiştir.

  Bu dönüşümde Amerikalı yerliler ve siyahlar yeni egemen devletlerin çoğunda nüfusun büyük kısmını oluşturmalarına rağmen –Haiti hariç- dışarıda bırakılmışlardır.

 Modern Dünya Sistemi kitaplarının bu incelediğimiz üçüncü cildinde İngiltere’de başlayan sanayi devrimi, Fransız İhtilâli ve İngiltere’nin hegemonya kurma süreci incelenmiştir.

 Wallerstein’ın de dediği gibi, onsekizinci yüzyılda ne sanayi devrimi, ne Fransız İhtilâli, ne de Amerika’daki bağımsızlık savaşı dünya kapitalist sistemine önemli meydan okumalar değildi.

 Aksine bunlar sistemin daha da güçlenmesini temsil ediyorlardı.

Halk güçleri baskı altına alınmış ve siyasi güçleri kısıtlanmıştı.

 On dokuzuncu yüzyılda bu güçlerin halefleri hatalarından ders çıkararak daha düzenli ve sistematik, tamamıyla yeni bir mücadele stratejisi oluşturacaklardır.

Okumaya başladığımız dördüncü cilt 1789-1914 arasında bu mücadeleleri anlatmaktadır.

 Immanuel Wallerstein’in modern dünya sistemi serisinin incelediğimiz bu dördüncü cildinin ana teması liberalizmin Batı Avrupa’daki zaferi üzerinedir.

 1789 Fransız Devriminin merkez ülkelerdeki etkileri, yurttaş kavramı, üç modern ideoloji olan muhafazakârlık, liberalizm ve sosyalizmin ortaya çıkması, Büyük Britanya ile Fransa’da liberal devletin ve sosyal

bilimlerin oluşumu bu cildin diğer konuları arasındadır.

Batıda 19. yüzyılda genel oy vekadınların hakları için verilen mücadele de kitapta ayrıca incelenmiştir.

 Bu kitabın hikâyesi 1789 ile 1873/1914 yılları arasını kapsamaktadır.

 Daha önce incelenen üç ciltte1 16. yüzyıldan başlayarak modern dünya sisteminin temel ekonomik ve siyasal kurumlarının oluşması, kapitalizme geçiş ve kapitalizmin yaşadığı sıkıntılar bütünleşen dünya kapitalizminin bu sorunlara verdiği cevaplar araştırılmaktaydı.

 Yine bu kitaplarda sanayi devrimi, İngiltere’nin sanayi gücü ve donanması ile kurduğu hegemonya ile Fransız Devrimi analiz edilmişti.

 Ayrıca Rusya, Hindistan ve Osmanlı imparatorluğu gibi ülkelerin modern dünya ekonomisine katılmaları konu edilmişti.

 Bu cilt, Fransız devrimi ertesinde oluşan ideolojileri incelendiği bir bölümle başlamaktadır.

 İncelenen ilk ideoloji Fransız devrimine, dolayısı ile moderniteye bir tepki olarak doğan muhafazakârlıktır.

 Muhafazakârlığa göre, Fransız Devrimi “doğal” sosyal güçlerin yavaş

ilerleyen evrimini aksatan bilinçli siyasi değişim türünün bir örneğini oluşturmaktadır.

 Muhafazakârlar, devrim taraftarlarının kargaşa yarattığına ve yıların bilgeliğini yok ettiğine inandılar .

 Liberalizm ise ideolojik hayatına solda veya en azından merkez solda başladı ve 1815’den sonra kendini muhafazakârlığın karşısında tanımladı.

 Böylece muhafazakarlar tarafından “jakoben” olarak değerlendirildi.

 Liberalizm gelişirken sol kimliği zayıfladı, bazı açılardan sağ bir kimlik bile kazandı.

 Sonunda merkeze yerleşti.

 Sosyalizm bu üç ideolojinin sonuncusuydu, kendini liberalizme karşı konumladı ve ancak 1848’den sonra ayrı bir ideoloji olarak görülmeye başlandı.

 Sosyalizmi liberalizmden ayıran ise, ilerleme için reformların yeterli olmadığı ve tarihin seyrini ona güçlü şekilde direnen güçlerle şiddetle mücadele ederek hızlandırma gereğine olan inançtı .

 İdeolojiler moderniteyle ilgilenen siyasi programlar olduğu için, her birinin bir özneye ya da temel bir siyasi aktöre ihtiyacı vardı.

 Modern dünyanın terminolojisinde bu egemenlik sorununa tekabül ediyordu.

 Fransız Devrimi bu konuda mutlak monarkın egemenliğine karşı,

“halkın” egemenliğini ilan etmişti .

Ancak “halkın” kim olduğuna dair bir görüş birliği yoktu. Liberaller için bu, “özgür birey”, muhafazakârlar için, “geleneksel gruplar” ve sosyalistler için “toplumun” tüm üyeleriydi.

“Özne” olarak halkın öncelikli “nesnesi” ise devletti.

 Her bir ideolojinin devletçiliklerini açıklamak için gerekçeleri farklıydı.

 Sosyalistler için devlet, genel iradeyi uyguluyordu.

 Muhafazakârlar için devlet, genel iradeye karşı geleneksel hakları koruyordu.

  Liberaller için devlet, bireyin gelişmesine izin veren koşulları oluşturuyordu.

Her durumda sonuç, devletin toplum karşısında güçlendiriliyor olmasıydı .

 Bu üç ideoloji sonuçta iki ideolojiye indi.

 1848 Devrimi öncesi bölünme Fransız Devrimi karşıtları ve taraftarları arasındaydı.

 Bu anlamda siyasi mücadele liberaller ve muhafazakârlar arasındaydı.

Sosyalistler ise liberallerin daha militan bir çeşidi olarak kabul edildi.

 Ancak 1830’dan sonra liberaller ile sosyalistler arasında ortaya çıkan ayrım, 1848’den sonra oldukça derinleşti.

 1848 aynı zamanda liberaller ile muhafazakârların arasındaki barışmanın başlangıcını da oluşturur.

 Süreç içinde muhafazakârlar mülkü korumanın önemi konusunda liberaller ile olan yakınlıklarını fark ettiler.

 Belirtilmesi gereken başka bir şey de 1848’den sonra sosyalistlerin Saint-Simon’a göndermede bulunmaktan vazgeçtiğidir.

 Sosyalist hareket kendini Marksist fikirler etrafında örgütlemeye başladı.

  Saint-Simoncu sosyalistler de anti bireyci tepkiler etrafında muhafazakârlara yaklaşmaya başladılar.

Liberal sosyalist ittifaklar yanında sosyalist muhafazakâr ittifaklar da ortaya çıkmaya başladı.

 Ancak sonuçta renklerini her üç ideolojide de gösteren liberalizm 1848’den sonra dünya sisteminin kültürel hegemonyasını ele geçirerek on dokuzuncu yüzyıldaki zaferini ilan etmiştir.

 Büyük Britanya ve Fransa 1651’den 1815’e kadar kapitalist dünya ekonomisi içerisinde uzun bir hegemonya savaşı yaptılar.

 Büyük Britanya kesin zaferi 1815’de kazandı.

  Ancak bu tarihten sonra iki ülke yeni bir siyasi modeli kurumsallaştırmak için muazzam bir ittifak içine girdi.

 Bu her iki ülkede liberal devletin kurulması içindi.

 Ancak Büyük Britanya ve Fransa 1815’de kendilerini aynı ekonomik durumda bulmadılar.

 Napolyon savaşlarının sonunda Britanya istiladan korunmuş, üretkenliği, teknik becerisi ve mali gücü gelişmiş, dünyadaki tek borç veren ülke olmuştu.

 Fransa’nın ise deniz aşırı dünya ile ilişkileri kesilmiş ve güçsüzleşmişti.

Bir örnek vermek gerekirse, 1789’dan önce iki bin Fransız gemisi

olmasına rağmen, 1799 itibari ile açık denizlerde hiçbir ticaret gemisinde Fransız bayrağı dalgalanmıyordu.

 Öte yandan Büyük Britanya’nın filosu, aktif savaş hali boyunca bile on beş binden, on sekiz bine yükseldi.

 Hegemonyasını oluşturan Büyük Britanya bağımsızlık hareketlerinin sınırlı destekçisi rolünü Yunanistan örneğinde, Balkanlar/Osmanlı İmparatorluğu’na kadar genişletti.

Yunan İsyanı Batıda liberaller başta olmak üzere birçok sol gruptan da destek aldı.

 Yunanistan uluslararası liberalizmin ilham kaynağı haline geldi ve Yunanlılar için örgütlü desteği ve çok sayıda gönüllü savaşçının hareket noktasını içeren “Yunan Hayranlığı” 1820’lerde Avrupa sol kanadını harekete geçirmede daha sonra 1930’larda İspanyol Cumhuriyetine desteğin oynadığına benzer bir rol oynadı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KRİZİ ‘ÇOKLUK’ KAVRAMIYLA ANLAMAK: BİYOPOLİTİKA, GÜÇ VE İÇKİNLİK   Başlangıç olarak , sözlükteki karşılıklarına bakılırsa,  halk ’ın söz...