10 Ekim 2022 Pazartesi

 ÜRETİM ÖRGÜTLENMESİNDE POSTMODERNLEŞME - 1

 

Bu makalede, kültürel çalışmalarda pek üzerinde durulmamış bir soruyu ele alıyorum: çağdaş kapitalizmin yönetimindeki bir unsur olarak kültür ile, genellikle postmodernizmle ilişkilendirilen epistemolojik yaklaşımlar arasında nasıl bir ilişki olduğu sorusu.

  Bu ilişkiyi ele alırken iki amacım var.

 İlkin kültürün, kültürel çalışmalar disiplininin ilgi alanından uzak olmakla birlikte gündelik hayatı ve gündelik hayat kültürlerini şekillendirmede stratejik öneme sahip yerlerde devreye sokulmasına dikkat çekmek istiyorum – nitekim kültürel çalışmalar da kültürün bu konumunun dışavurumlarından biri.

Çağdaş yaşamda kültürü bütünlüklü bir bakışla ele alma derdinde olan hiçbir eleştirel değerlendirme, toplumun bir alanında kendini gösterdiği biçimiyle kültür sorunsalını görmezden gelemez, ki söz konusu alan, pekâlâ, bizzat kültür sorunsalının toplumsal ve entelektüel koşulunun parçası olabilir.

 Dahası, yönetimin kapitalizmin işlemlerindeki merkezîliği göz önünde bulundurulduğunda, kültür sorunuyla karşı karşıya gelme ve yapısal sorunları çözmede kültürden yararlanma biçimleri, daha genel –ve tartışmalı– bir soru hakkında somut bir anlayış geliştirmemizi sağlar: kültür ile ekonomi politiğin günümüz dünyasında nasıl bir ilişkisi olduğu sorusu.

 Ben bu soruyu ele alırken, yönetim ile iş örgütlenmesini konu alan çalışmalarda kültürün bir problem olarak ortaya çıkışına bakıyorum.   

 Kültürün edebiyat, sanat, mimarlık, hatta gündelik kültürel hayat biçimleriyle ilişkili olduğu kültürel üretim tartışmalarından farklı olarak, yönetim ile iş örgütlenmesini konu alan çalışmalarda kültür ile ekonomi politik arasındaki yakın ilişki ayan beyan ortadadır – üstelik yalnızca kültürel çalışmalarda hayli ilgi gören tüketim bağlamında değil, daha da önemlisi, postmodern kategorisi altında marjinalleştirilen üretim bağlamında da.

 Yönetim üzerine çalışmalar, şu noktayı açıkça göstermiştir: Kültürün hem bir sorun hem de yönetim faaliyetinin temel bir nesnesi olarak ortaya çıkışı, yeni doğan Küresel Kapitalizmin ve onu mümkün kılan, yönetim ile çalışma mefhumlarında “devrim yaratması” beklenen teknolojilerin neden olduğu yapısal ve kültürel sorunlarla yakından bağlantılıdır.

Bu ilişkinin söz konusu literatür içerisinde kazandığı açıklık, kültürel üretimin diğer alanındaki ilişkiyi de kavramımızı sağlar – zira bu alanda, kültürün özerkliği iddiaları, kültürün ekonomi politikle ilişkisinin üzerini kolayca örtebiliyor.

 İşin ve işin örgütlenmesinin, gündelik hayatı ve kültürünü etkilediği muhakkaktır, bunun altını bir kez daha çizmeye gerek yok; bunların gerçekleşmesi için gerekli olan yeni çalışma anlayışları ve kurumsal yeniden yapılanma, yalnızca insan topluluklarını değil bireysel ve kolektif kimlik kavramlarımızı da şekillendiriyor.

 Bu durum kültürün özerklik imkânını zorunlu olarak ortadan kaldırmaz elbette, ama her türlü özerklik iddiası, kişisel ve yerel düzeyi aşan ve bu tür bir özerkliği hayata geçirme çabalarını –çoğunlukla sermayenin yöneticilerinin kasıtlı girişimleriyle– boşa çıkaran yapısal güçleri hesaba katmak zorundadır.

Yönetimde kültür meselesinin ortaya çıkmasına neden olan ve bizzat kültür aracılığıyla çözülmeye girişilen sorunların somutluğu, postmodernist epistemolojileri günümüzün iktidar yapılanmalarıyla ilişkileri bağlamında eleştirel bir değerlendirmeden geçirmemize de olanak tanıyor – bu makaledeki ikinci amacım da bu.

Kültürel çalışmaları postmodernizmle özdeşleştirmemek gerek; öte yandan, postmodernizm kavramı ne kadar muğlak ve karmaşık olursa olsun kültürel analizin birçok yönüne –en başta, kültürün özerkliği iddiasına– sızmış durumda.

Postmodernizmdeki temsile dönüş, yani dünyayı dolaysızca değil, dünyayla ilgili temsillerimiz dolayımıyla kavradığımız, kavranabilir tek şeyin de bu temsiller olduğu görüşü, gerçeklikle ilgili daha önceki materyalist kabule meydan okumuş, çoğu kültür eleştirmeni de bunu görmezden gelememiştir.

Eserleriyle, postmodernizmin bir ideoloji olarak belirlenmesinde büyük payı olan Fredric Jameson, yine de (postmodernizm üzerine yazılarının derlendiği kitaba yazdığı önsözde) şunu itiraf etmekten kendini alamaz: "Kitaptaki bölümlerin 'postmodernist kuram'ın […] ne olduğunu ortaya çıkarmaya çalışan incelemeler mi, yoksa yalnızca postmodernist kuramın birer örneği mi olduğuna karar vermek zorunda olmak istemezdim."

 Fakat, postmodernist epistemolojinin büyük ölçüde ideolojik olduğu konusundaki şüphelerimizi gidermiyor bu: Postmodernist epistemolojinin büyük kısmına damgasını vuran temsilci indirgemecilik, ve temsil dışında herhangi bir gerçekliğin bilinebilir olduğunu reddeden öz-gönderge inkârcılığı (dolayısıyla, kendinden “belirlenmişlik”), bu epistemolojinin hat safhada ideolojik olduğunu, gerçekten de “geç kapitalizmin kültürel mantığı” olduğunu gösteriyor olabilir: karşısında hiçbir siyasi ve toplumsal alternatif kalmayınca, sağlam bir değerlendirmeden geçirilmesini sağlayacak her türlü “dışarısı” mefhumunu ortadan kaldırmaya çalışan bir ideoloji.

 Bütün problemlerin birer dil veya temsil problemine dönüştürülmesi yeni eleştirel imkânların önünü açabilir; ama dilin ötesindeki bir dünyaya atıfta bulunulmadığında, iktidar yapıları sayesinde kimilerinin dili kendi amaçlarına alet etmek için başkalarından daha elverişli konumlarda bulunduğu bir ortamda, bu yaklaşım eleştiriyi kendi iç kurallarıyla işleyen söylemsel bir ekonominin dünyasıyla sınırlandırır ve bu dünyayı, bir simülakrı işlevi gördüğü ekonomi politiğin dünyasıyla ikame eder.

Postmodernizmin, iktidarı kavrama ve analiz etme noktasında yeni imkânların önünü açtığı alanlar yok değildir: faillik meselesini sorunsallaştırma biçimi, pozitivist kategorilerle çekişmesi, kültürün inşa edilmişliğini vurgulaması, iktidarın toplumsal ve kurumsal söylemlere nasıl yayıldığı konusundaki ifşaatları, gibi.

 

Fakat aynı zamanda, postmodern kuramcılığın büyük kısmında “yapısöküm”ün yere göğe konamaması, kuram veya temsil düzeyindeki yapısökümü gündelik hayattaki iktidarın ortadan kaldırılmasıyla karıştırır ki bunun da kimi zaman tuhaf sonuçları olur: iktidarın işlemlerini metinsellik problemleriymiş gibi temsil etmek, bu arada iktidarla mücadele için hayati olabilecek öznelliklerin imkânını reddetmek.

  Bizzat postmodernizmin olumsallık ve öznesizleşme gibi üst-anlatıları, onu sadece “geç kapitalizmin kültürel mantığı”na değil, çağdaş iktidar yapılanmalarının gizemleştirildiği bir araca dönüştürüyor olabilir.

Postmodernizmin örgüt kuramında ne şekillerde kullanıldığını ilerde inceleyeceğim; bunlar, bahsettiğim gizemleştirmeyle ilgili çok vahim bir tablo ortaya çıkarıyor.

 Örgütler/kurumlar dünyasında, iktidar yapılanmaları ve bunların daha geniş ekonomi politik yapılarıyla ilişkileri, gündelik hayatın ve kültürün dağınık koşullarına nazaran çok daha kolay görülür; özellikle de bu tür örgüt/kurumların yönetimiyle uğraşanlar bunları rahatlıkla fark eder.

 Burada, bu tür yöneticilerin kültürü algılama ve kullanma biçimleri ile, postmodern kültür kuramının örgüt/kurumları temsil etme biçimlerini karşılaştırmak ufuk açıcı olabilir.

 İlerde ayrıntısıyla işleyeceğim tezim şu: Yönetim çalışmalarında kültüre yönelik artan ilgi, geçtiğimiz on yılda ABD merkezli şirketlerin “yeniden yapılanması” olarak adlandırılan süreçle örtüşüyor.

 Bu sürecin sonuçları herkesin malumu.

 “Yeniden yapılanma”, ekonomik, siyasi ve toplumsal iktidarın şirketlerin yönetici sınıflarına geçtiği muazzam bir el değiştirme süreciyle sonuçlandı, öyle ki statükonun baş savunucuları bile “zenginlerin yoksullara karşı sınıf savaşı”ndan dem vurmaya başladı.

 Şirketlerin kendi içinde, “yeniden yapılanma” yönetimin en üst kademelerinin hem beyaz hem de mavi yakalı çalışanlar üzerindeki iktidarını artırdı, ve bir yüz yıl boyunca verilen mücadeleler sonucu kazanılmış emek haklarını gerisin geri döndürdü.

 Yeni teknolojilerin mümkün kıldığı yeni iş tanımları, olumsallığı ve belirsizliği işçiler için bir hayat tarzına dönüştürdü, bu arada emekçilerden beklenenleri artırdı ve emek sürecindeki idari denetimi yoğunlaştırdı.

 Sermayenin ideologları, işçi kitlelerinin hayatları üzerine çöreklenen kara bulutu örtecek bir umut ışığı bulmak için kendilerini paralıyor.

 Gelgelelim, yeni yönetim uygulamalarının en ateşli savunucuları bile “yeniden yapılanma”nın yol açtığı ciddi sorunları teslim ediyor.

 Baskı ve cebir, yeni kurum/şirket kültürünün taleplerine arka çıkmakta hiç gecikmiyor.

Dahası, yönetim çalışmalarında kurum/şirket kültürüne dair değerlendirmeler manipülasyon diliyle dolup taşıyor.

Çalışanların, işin niteliğinde yaşanan ve hem bedenen hem de ruhen yeni mahrumiyet ve aşağılanma biçimleri yaratan değişimlere olumlu gözle bakmasını ve bunlardan memnun hissetmesini sağlamak şart, bu bakımdan kültürel endoktrinasyon “yeniden yapılanma”nın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş durumda.

 Postmodernist örgüt analizleri, “yeniden yapılanma”nın ideolojik iddialarıyla uyumlu olmakla birlikte, bu süreci besleyen iktidar ilişkileri konusunda suskun.

 Bu tür analizlerin eleştirel amaçlar taşıdığı, kurum/örgütlere ilişkin modernist yaklaşımlardaki örgütsel ve yönetsel rasyonaliteye karşı çıktığı varsayılıyor.

Öte yandan bu analizlerde, daha önce yönetsel rasyonaliteye atıfla meşrulaştırılan iktidar ilişkilerinin yeni yönetim uygulamalarında hâlâ sürdüğünden, hatta daha da pekiştiğinden söz edilmiyor: Yeni uygulamalarda, biçimsel yönetsel ayrıcalıkların terk edilmesiyle birlikte, işgücü üzerindeki kurumsal iktidarı azami düzeye çıkarmanın çok daha etkili yolları keşfedildi.

Sürece dahil olan iktidar ilişkileri konusunda hayli açık olan yönetim metinlerinden farklı olarak, postmodernist analizler şirketleri sınıf, toplumsal cinsiyet veya iktidar ilişkileri temelinde hiçbir yapısal göndergesi olmayan söylemlere, yönetimi de müellifsiz metinlere dönüştürüyor; ve şirketlerin işlemlerini, kurumun tüm mensuplarının –dahası, kurumun etrafındaki toplulukların– katılımına açık birer yorumlama faaliyeti olarak temsil ediyor.

 Toplumsal iktidarın işlemleri yerine edebi metinler metaforunu geçirmek, kasıtlı olsun veya olmasın, günümüzün kurumsal uygulamalarına mazeret sağlıyor.

 Burada öne sürdüğüm iddianın öncüllerini kısaca ortaya koymam gerekirse, geçtiğimiz 15-20 yıl içinde kapitalizm, ölçeği bakımından 19. yüzyıl sonunda yaşananlara benzer bir kurumsal dönüşüm sürecinden geçti: O dönemde de, kitlesel üretimin gereklilikleri karşısında, bugün “modernist” örgütlenmelerle özdeşleştirilen dev bürokratik kurumlar yaratılmıştı.

 Günümüzde rağbet gören esnek örgütlenme biçimleri de, keza, değişen üretim örüntülerine verilen bir karşılık; bu üretim örüntüleri, dikey bütünleşme yerine, yatay yayılmaya ağırlık veriyor (çok geniş alanlara dağılma, ulusal ve kıtalararası sınırları aşma, gibi).

Değişim, sermayenin önüne bazı sorunlar çıkarmış olsa da, emek üzerindeki iktidarını azami düzeye çıkarmasını sağlayacak yeni imkânlar da sundu.

Aynı şekilde, eski örgütlenme biçimleri nasıl ki emeğin kitlesel endüstriyel üretim kültürünü özümsemesini gerektirdiyse, yeni örgütlenme biçimleri de yeni bir esnek üretim kültürünü dayatıyor.

Postmodernist toplum ve siyaset analizleri, bu değişimleri yansıttıkları ölçüde inandırıcı.

 Fakat bu koşul, bu analizlerin açmazı da aynı zamanda.

 Postmodernitenin, söz konusu dönüşümleri besleyen iktidar ilişkileriyle bağı açıklanamadığında, kültür ve epistemoloji olarak postmodernizm, modernizmde ifadesini bulmuş iktidar yapılarının eleştirisi değil, ideolojik ifadesi ve meşrulaştırması –ya da en iyi ihtimalle, geçiştirilmesi– işlevi görüyor.

Postmodernizm de, en az reddettiği modernizm kadar, kapitalist bir üretim tarzının koşullarına mahkûm.

 apitalizmin bir tarihi var; geçmişte bazı dönüşümlerden geçti ve şimdi de başka bir tarihî dönüşümün ortasında.

  Fakat modern ekonomik, toplumsal ve siyasi örgütlenme biçimlerinin sökülmesi –ki bunlar da kapitalist gelişmenin daha önceki bir aşamasının ürünü– kapitalizme son vermeyi değil, toplumların kapitalist üretim ilişkileriyle küresel boyutta uyumlu olacak şekilde yeniden düzenlenmesini hedefliyor ki bu, zaten kapitalizmin tarihsel saiklerinden bir tanesi olagelmiştir, yeni teknoloji ve tekniklerin bu amacı gerçekleştirecek yeni imkânlar sağlamasıyla birlikte söz konusu biçimler onun önünde bir engel haline gelmiştir sadece.

 Postmodernizmin modernizmi aşma iddialarının ikna edici görünmesinin tek bir sebebi var: Üretimin örgütlenmesini “yeniden yapılandırma” sürecinin, kapitalist toplumsal ilişkileri daha da sağlamlaştırmak için önüne koyduğu birtakım görevleri kültür ve epistemoloji alanlarında ifa ediyor.

 Postmodernizm, yerini alma iddiasında olduğu modernlikten kopmasını engelleyen bu toplumsal ilişkilere meydan okuyamadığı sürece, idame etmek için sadece tarihsel açıdan özgül örgütlenme biçimlerine ya da ideolojik biçimlere değil, ayrılmaz parçası olduğu sınıf ilişkilerine de bağımlı olan sermayenin teleolojisinin bilinçli ya da bilinçsiz bir işbirlikçisi olmaktan öteye gidememektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KRİZİ ‘ÇOKLUK’ KAVRAMIYLA ANLAMAK: BİYOPOLİTİKA, GÜÇ VE İÇKİNLİK   Başlangıç olarak , sözlükteki karşılıklarına bakılırsa,  halk ’ın söz...