ÜRETİM ÖRGÜTLENMESİNDE POSTMODERNLEŞME - 1
Bu makalede, kültürel çalışmalarda
pek üzerinde durulmamış bir soruyu ele alıyorum: çağdaş kapitalizmin
yönetimindeki bir unsur olarak kültür ile, genellikle postmodernizmle
ilişkilendirilen epistemolojik yaklaşımlar arasında nasıl bir ilişki olduğu
sorusu.
Bu ilişkiyi ele alırken
iki amacım var.
İlkin kültürün, kültürel
çalışmalar disiplininin ilgi alanından uzak olmakla birlikte gündelik hayatı ve
gündelik hayat kültürlerini şekillendirmede stratejik öneme sahip yerlerde
devreye sokulmasına dikkat çekmek istiyorum – nitekim kültürel çalışmalar da
kültürün bu konumunun dışavurumlarından biri.
Çağdaş yaşamda kültürü bütünlüklü bir
bakışla ele alma derdinde olan hiçbir eleştirel değerlendirme, toplumun bir
alanında kendini gösterdiği biçimiyle kültür sorunsalını görmezden gelemez, ki
söz konusu alan, pekâlâ, bizzat kültür sorunsalının toplumsal ve entelektüel
koşulunun parçası olabilir.
Dahası, yönetimin kapitalizmin
işlemlerindeki merkezîliği göz önünde bulundurulduğunda, kültür sorunuyla karşı
karşıya gelme ve yapısal sorunları çözmede kültürden yararlanma biçimleri, daha
genel –ve tartışmalı– bir soru hakkında somut bir anlayış geliştirmemizi
sağlar: kültür ile ekonomi politiğin günümüz dünyasında nasıl bir ilişkisi
olduğu sorusu.
Ben bu soruyu ele alırken,
yönetim ile iş örgütlenmesini konu alan çalışmalarda kültürün bir problem
olarak ortaya çıkışına bakıyorum.
Kültürün edebiyat, sanat,
mimarlık, hatta gündelik kültürel hayat biçimleriyle ilişkili olduğu kültürel
üretim tartışmalarından farklı olarak, yönetim ile iş örgütlenmesini konu alan
çalışmalarda kültür ile ekonomi politik arasındaki yakın ilişki ayan beyan
ortadadır – üstelik yalnızca kültürel çalışmalarda hayli ilgi gören tüketim
bağlamında değil, daha da önemlisi, postmodern kategorisi altında
marjinalleştirilen üretim bağlamında da.
Yönetim üzerine çalışmalar, şu
noktayı açıkça göstermiştir: Kültürün hem bir sorun hem de yönetim faaliyetinin
temel bir nesnesi olarak ortaya çıkışı, yeni doğan Küresel Kapitalizmin ve onu
mümkün kılan, yönetim ile çalışma mefhumlarında “devrim yaratması” beklenen
teknolojilerin neden olduğu yapısal ve kültürel sorunlarla yakından
bağlantılıdır.
Bu ilişkinin söz konusu literatür
içerisinde kazandığı açıklık, kültürel üretimin diğer alanındaki ilişkiyi de
kavramımızı sağlar – zira bu alanda, kültürün özerkliği iddiaları, kültürün
ekonomi politikle ilişkisinin üzerini kolayca örtebiliyor.
İşin ve işin örgütlenmesinin,
gündelik hayatı ve kültürünü etkilediği muhakkaktır, bunun altını bir kez daha
çizmeye gerek yok; bunların gerçekleşmesi için gerekli olan yeni çalışma
anlayışları ve kurumsal yeniden yapılanma, yalnızca insan topluluklarını değil
bireysel ve kolektif kimlik kavramlarımızı da şekillendiriyor.
Bu durum kültürün özerklik
imkânını zorunlu olarak ortadan kaldırmaz elbette, ama her türlü özerklik
iddiası, kişisel ve yerel düzeyi aşan ve bu tür bir özerkliği hayata geçirme
çabalarını –çoğunlukla sermayenin yöneticilerinin kasıtlı girişimleriyle– boşa
çıkaran yapısal güçleri hesaba katmak zorundadır.
Yönetimde kültür meselesinin ortaya
çıkmasına neden olan ve bizzat kültür aracılığıyla çözülmeye girişilen
sorunların somutluğu, postmodernist epistemolojileri günümüzün iktidar
yapılanmalarıyla ilişkileri bağlamında eleştirel bir değerlendirmeden
geçirmemize de olanak tanıyor – bu makaledeki ikinci amacım da bu.
Kültürel çalışmaları postmodernizmle
özdeşleştirmemek gerek; öte yandan, postmodernizm kavramı ne kadar muğlak ve
karmaşık olursa olsun kültürel analizin birçok yönüne –en başta, kültürün
özerkliği iddiasına– sızmış durumda.
Postmodernizmdeki temsile dönüş, yani
dünyayı dolaysızca değil, dünyayla ilgili temsillerimiz dolayımıyla
kavradığımız, kavranabilir tek şeyin de bu temsiller olduğu görüşü, gerçeklikle
ilgili daha önceki materyalist kabule meydan okumuş, çoğu kültür eleştirmeni de
bunu görmezden gelememiştir.
Eserleriyle, postmodernizmin bir
ideoloji olarak belirlenmesinde büyük payı olan Fredric Jameson, yine de
(postmodernizm üzerine yazılarının derlendiği kitaba yazdığı önsözde) şunu
itiraf etmekten kendini alamaz: "Kitaptaki bölümlerin 'postmodernist
kuram'ın […] ne olduğunu ortaya çıkarmaya çalışan incelemeler mi, yoksa
yalnızca postmodernist kuramın birer örneği mi olduğuna karar vermek zorunda
olmak istemezdim."
Fakat, postmodernist
epistemolojinin büyük ölçüde ideolojik olduğu konusundaki şüphelerimizi
gidermiyor bu: Postmodernist epistemolojinin büyük kısmına damgasını vuran
temsilci indirgemecilik, ve temsil dışında herhangi bir gerçekliğin bilinebilir
olduğunu reddeden öz-gönderge inkârcılığı (dolayısıyla, kendinden
“belirlenmişlik”), bu epistemolojinin hat safhada ideolojik olduğunu, gerçekten
de “geç kapitalizmin kültürel mantığı” olduğunu gösteriyor olabilir: karşısında
hiçbir siyasi ve toplumsal alternatif kalmayınca, sağlam bir değerlendirmeden
geçirilmesini sağlayacak her türlü “dışarısı” mefhumunu ortadan kaldırmaya
çalışan bir ideoloji.
Bütün problemlerin birer dil
veya temsil problemine dönüştürülmesi yeni eleştirel imkânların önünü açabilir;
ama dilin ötesindeki bir dünyaya atıfta bulunulmadığında, iktidar yapıları
sayesinde kimilerinin dili kendi amaçlarına alet etmek için başkalarından daha
elverişli konumlarda bulunduğu bir ortamda, bu yaklaşım eleştiriyi kendi iç
kurallarıyla işleyen söylemsel bir ekonominin dünyasıyla sınırlandırır ve bu
dünyayı, bir simülakrı işlevi gördüğü ekonomi politiğin dünyasıyla ikame eder.
Postmodernizmin, iktidarı kavrama ve
analiz etme noktasında yeni imkânların önünü açtığı alanlar yok değildir:
faillik meselesini sorunsallaştırma biçimi, pozitivist kategorilerle çekişmesi,
kültürün inşa edilmişliğini vurgulaması, iktidarın toplumsal ve kurumsal
söylemlere nasıl yayıldığı konusundaki ifşaatları, gibi.
Fakat aynı zamanda, postmodern
kuramcılığın büyük kısmında “yapısöküm”ün yere göğe konamaması, kuram veya
temsil düzeyindeki yapısökümü gündelik hayattaki iktidarın ortadan
kaldırılmasıyla karıştırır ki bunun da kimi zaman tuhaf sonuçları olur:
iktidarın işlemlerini metinsellik problemleriymiş gibi temsil etmek, bu arada
iktidarla mücadele için hayati olabilecek öznelliklerin imkânını reddetmek.
Bizzat postmodernizmin
olumsallık ve öznesizleşme gibi üst-anlatıları, onu sadece “geç kapitalizmin
kültürel mantığı”na değil, çağdaş iktidar yapılanmalarının gizemleştirildiği
bir araca dönüştürüyor olabilir.
Postmodernizmin örgüt kuramında ne
şekillerde kullanıldığını ilerde inceleyeceğim; bunlar, bahsettiğim
gizemleştirmeyle ilgili çok vahim bir tablo ortaya çıkarıyor.
Örgütler/kurumlar dünyasında,
iktidar yapılanmaları ve bunların daha geniş ekonomi politik yapılarıyla
ilişkileri, gündelik hayatın ve kültürün dağınık koşullarına nazaran çok daha
kolay görülür; özellikle de bu tür örgüt/kurumların yönetimiyle uğraşanlar
bunları rahatlıkla fark eder.
Burada, bu tür yöneticilerin
kültürü algılama ve kullanma biçimleri ile, postmodern kültür kuramının
örgüt/kurumları temsil etme biçimlerini karşılaştırmak ufuk açıcı olabilir.
İlerde ayrıntısıyla işleyeceğim
tezim şu: Yönetim çalışmalarında kültüre yönelik artan ilgi, geçtiğimiz on
yılda ABD merkezli şirketlerin “yeniden yapılanması” olarak adlandırılan
süreçle örtüşüyor.
Bu sürecin sonuçları herkesin
malumu.
“Yeniden yapılanma”, ekonomik,
siyasi ve toplumsal iktidarın şirketlerin yönetici sınıflarına geçtiği muazzam
bir el değiştirme süreciyle sonuçlandı, öyle ki statükonun baş savunucuları
bile “zenginlerin yoksullara karşı sınıf savaşı”ndan dem vurmaya başladı.
Şirketlerin kendi içinde,
“yeniden yapılanma” yönetimin en üst kademelerinin hem beyaz hem de mavi yakalı
çalışanlar üzerindeki iktidarını artırdı, ve bir yüz yıl boyunca verilen
mücadeleler sonucu kazanılmış emek haklarını gerisin geri döndürdü.
Yeni teknolojilerin mümkün
kıldığı yeni iş tanımları, olumsallığı ve belirsizliği işçiler için bir hayat
tarzına dönüştürdü, bu arada emekçilerden beklenenleri artırdı ve emek
sürecindeki idari denetimi yoğunlaştırdı.
Sermayenin ideologları, işçi
kitlelerinin hayatları üzerine çöreklenen kara bulutu örtecek bir umut ışığı
bulmak için kendilerini paralıyor.
Gelgelelim, yeni yönetim
uygulamalarının en ateşli savunucuları bile “yeniden yapılanma”nın yol açtığı
ciddi sorunları teslim ediyor.
Baskı ve cebir, yeni
kurum/şirket kültürünün taleplerine arka çıkmakta hiç gecikmiyor.
Dahası, yönetim çalışmalarında
kurum/şirket kültürüne dair değerlendirmeler manipülasyon diliyle dolup
taşıyor.
Çalışanların, işin niteliğinde
yaşanan ve hem bedenen hem de ruhen yeni mahrumiyet ve aşağılanma biçimleri
yaratan değişimlere olumlu gözle bakmasını ve bunlardan memnun hissetmesini sağlamak
şart, bu bakımdan kültürel endoktrinasyon “yeniden yapılanma”nın ayrılmaz bir
parçası haline gelmiş durumda.
Postmodernist örgüt analizleri,
“yeniden yapılanma”nın ideolojik iddialarıyla uyumlu olmakla birlikte, bu
süreci besleyen iktidar ilişkileri konusunda suskun.
Bu tür analizlerin eleştirel
amaçlar taşıdığı, kurum/örgütlere ilişkin modernist yaklaşımlardaki örgütsel ve
yönetsel rasyonaliteye karşı çıktığı varsayılıyor.
Öte yandan bu analizlerde, daha önce
yönetsel rasyonaliteye atıfla meşrulaştırılan iktidar ilişkilerinin yeni
yönetim uygulamalarında hâlâ sürdüğünden, hatta daha da pekiştiğinden söz
edilmiyor: Yeni uygulamalarda, biçimsel yönetsel ayrıcalıkların terk
edilmesiyle birlikte, işgücü üzerindeki kurumsal iktidarı azami düzeye çıkarmanın
çok daha etkili yolları keşfedildi.
Sürece dahil olan iktidar ilişkileri
konusunda hayli açık olan yönetim metinlerinden farklı olarak, postmodernist
analizler şirketleri sınıf, toplumsal cinsiyet veya iktidar ilişkileri
temelinde hiçbir yapısal göndergesi olmayan söylemlere, yönetimi de müellifsiz
metinlere dönüştürüyor; ve şirketlerin işlemlerini, kurumun tüm mensuplarının
–dahası, kurumun etrafındaki toplulukların– katılımına açık birer yorumlama
faaliyeti olarak temsil ediyor.
Toplumsal iktidarın işlemleri
yerine edebi metinler metaforunu geçirmek, kasıtlı olsun veya olmasın,
günümüzün kurumsal uygulamalarına mazeret sağlıyor.
Burada öne sürdüğüm iddianın
öncüllerini kısaca ortaya koymam gerekirse, geçtiğimiz 15-20 yıl içinde
kapitalizm, ölçeği bakımından 19. yüzyıl sonunda yaşananlara benzer bir
kurumsal dönüşüm sürecinden geçti: O dönemde de, kitlesel üretimin
gereklilikleri karşısında, bugün “modernist” örgütlenmelerle özdeşleştirilen
dev bürokratik kurumlar yaratılmıştı.
Günümüzde rağbet gören esnek
örgütlenme biçimleri de, keza, değişen üretim örüntülerine verilen bir
karşılık; bu üretim örüntüleri, dikey bütünleşme yerine, yatay yayılmaya
ağırlık veriyor (çok geniş alanlara dağılma, ulusal ve kıtalararası sınırları
aşma, gibi).
Değişim, sermayenin önüne bazı
sorunlar çıkarmış olsa da, emek üzerindeki iktidarını azami düzeye çıkarmasını
sağlayacak yeni imkânlar da sundu.
Aynı şekilde, eski örgütlenme
biçimleri nasıl ki emeğin kitlesel endüstriyel üretim kültürünü özümsemesini
gerektirdiyse, yeni örgütlenme biçimleri de yeni bir esnek üretim kültürünü
dayatıyor.
Postmodernist toplum ve siyaset
analizleri, bu değişimleri yansıttıkları ölçüde inandırıcı.
Fakat bu koşul, bu analizlerin
açmazı da aynı zamanda.
Postmodernitenin, söz konusu
dönüşümleri besleyen iktidar ilişkileriyle bağı açıklanamadığında, kültür ve
epistemoloji olarak postmodernizm, modernizmde ifadesini bulmuş iktidar
yapılarının eleştirisi değil, ideolojik ifadesi ve meşrulaştırması –ya da en
iyi ihtimalle, geçiştirilmesi– işlevi görüyor.
Postmodernizm de, en az reddettiği
modernizm kadar, kapitalist bir üretim tarzının koşullarına mahkûm.
apitalizmin bir tarihi var;
geçmişte bazı dönüşümlerden geçti ve şimdi de başka bir tarihî dönüşümün
ortasında.
Fakat modern ekonomik,
toplumsal ve siyasi örgütlenme biçimlerinin sökülmesi –ki bunlar da kapitalist
gelişmenin daha önceki bir aşamasının ürünü– kapitalizme son vermeyi değil,
toplumların kapitalist üretim ilişkileriyle küresel boyutta uyumlu olacak
şekilde yeniden düzenlenmesini hedefliyor ki bu, zaten kapitalizmin tarihsel
saiklerinden bir tanesi olagelmiştir, yeni teknoloji ve tekniklerin bu amacı
gerçekleştirecek yeni imkânlar sağlamasıyla birlikte söz konusu biçimler onun
önünde bir engel haline gelmiştir sadece.
Postmodernizmin modernizmi aşma
iddialarının ikna edici görünmesinin tek bir sebebi var: Üretimin
örgütlenmesini “yeniden yapılandırma” sürecinin, kapitalist toplumsal
ilişkileri daha da sağlamlaştırmak için önüne koyduğu birtakım görevleri kültür
ve epistemoloji alanlarında ifa ediyor.
Postmodernizm, yerini alma
iddiasında olduğu modernlikten kopmasını engelleyen bu toplumsal ilişkilere
meydan okuyamadığı sürece, idame etmek için sadece tarihsel açıdan özgül
örgütlenme biçimlerine ya da ideolojik biçimlere değil, ayrılmaz parçası olduğu
sınıf ilişkilerine de bağımlı olan sermayenin teleolojisinin bilinçli ya da
bilinçsiz bir işbirlikçisi olmaktan öteye gidememektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder