İŞÇİ SINIFI KÜLTÜRÜ
Bir kültür, yaşandığı
zaman dilimi içerisinde, hiçbir zaman yaratılmış ürünlerine indirgenemez.
Ama yalnızca dışsal
kanıtları temel almanın cazibesi her zaman ağır basar.
Örneğin, orta sınıf gibi
giyinmeye, yarı müstakil evlerde oturmaya, araba, çamaşır makinesi ve
televizyon sahibi olmaya başladığı için işçi sınıfının “burjuvalaştığı” ileri
sürülür.
Ancak, bazı kullanım
eşyalarına sahip olmak ya da yüksek bir maddi yaşam standardından yararlanmak
sizi “burjuva” yapmaz.
İşçi sınıfı, bu yeni
ürünlere sahip olduğu için burjuvalaşmaz, nasıl ki burjuvazi de sahip olduğu
nesnelerin türü değiştiğinde burjuva olmaktan çıkmıyorsa.
İşçi sınıfı içinde bu tür
bir gelişmeye hayıflananlar, bir önyargıya düşmektedirler.
“Sade yoksullar”a duyulan
hayranlık yeni bir şey değildir; ama bu duygu, çaresizlikten kaynaklanan bir
rasyonalizasyon dışında, bizzat yoksullar arasında nadiren görülür.
Bu hayranlık ya karnı tok
olmanın neticesidir, ya da maddi avantajların çok yüksek bir insani maliyet
pahasına satın alındığı yargısının.
İlk sebebi karnı tok
olanlara bırakalım; daha önemli olan ikinci sebep, yanlış bir aktarıma
eğilimlidir.
Eğer söz konusu
avantajlar ekonomik sömürüye dayandıkları için “burjuva” iseler, bu tür bir
sömürünün ortadan kalktığı ya da aza indirildiği koşullarda temin edilmeleri
halinde “burjuva” olmayacaklar demektir.
İşçinin orta sınıf
bir adama imrenmesi, o adam olmak istemesinden değil, onunla aynı şeylere sahip
olmak istemesinden kaynaklanır.
Hepimiz kendimizi
bir standart gibi görmekten hoşlanırız; şunu görebiliyorum ki, İngiliz orta
sınıfı için, işçi sınıfının aynen kendisi gibi olmaya hiç de heves etmediğini
düşünmek gerçekten zor.
Maalesef bu
varsayımlarından vazgeçmeleri gerekiyor.
İngiliz çalışan
insanlarının büyük çoğunluğu yalnızca orta sınıfın maddi standartlarına
kavuşmayı, bunun dışında kendileri gibi kalmaya devam etmeyi istiyor.
Bunu hemen kaba
materyalizm olarak nitelendirmemek gerek.
Hayatı kolaylaştıran
araçlara bol miktarda sahip olmayı istemek tamamen makuldür.
Bu, hepimizin haklı
olarak duyarlı olduğumuz maddi ihtiyaçlara dair bir materyalizmdir.
Bu tür araçların
yeter miktarından dahi uzun süre mahrum kalmış insanlar, imkân bulduklarında
bunları elde etmeyi ve ellerinde tutmayı isterler.
Sırf bu yüzden kaba
materyalistlere dönüştükleri ya da “burjuvalaştıkları” söylenemez.
O zaman asıl soru, belki
de, “burjuva” kelimesinin herhangi bir anlamı kalıp kalmadığı sorusudur.
Hatta, herhangi bir
şekilde sınıf terimleriyle düşünmeye devam etmenin bir anlamı var mı?
Sanayicilik, kendi ivmesi
içinde, en iyi nitelemeyle sınıfsız olarak tanımlanabilecek bir kültür
yaratmıyor mu?
Bugün bu tür sorular
önemli ölçüde kabul görüyor; ama yine de, belirli türden kaba sınıf
yorumlarından destek alıyor ve esas itibarıyla hem kültüre hem de sınıfa dışsal
bir tutuma dayanıyorlar.
Kültürü düşünsel ve
yaratıcı çalışmalar bütünü olarak düşünürsek –ki böyle düşünmek önemli–
eğitimin yaygınlaşmasıyla bu kültürün daha eşit biçimde dağıldığını ve yeni
çalışmaların da tek bir sınıftan daha geniş bir kitleye hitap ettiğini görürüz.
Ne ki bir kültür,
düşünsel ve yaratıcı çalışmalardan ibaret değildir; aynı zamanda bütünlüklü bir
yaşam tarzıdır.
Burjuva ve işçi
sınıfı kültürleri arasındaki herhangi bir ayrım, yalnızca ikincil olarak
düşünsel ve yaratıcı çalışma alanına dayanır; üstelik burada bile, görmüş
olduğumuz gibi, ortak dile dayanan ortak unsurlar bu ayrımı karmaşıklaştırır.
Birincil ayrım, yaşam
tarzının tamamında aranmalıdır ve burada da yine kendimizi konut, giyim tarzı
ve boş zamanı geçirme yolları gibi kanıtlarla sınırlandırmamamız gerekir.
Sanayi üretimi bu
konularda birörneklik yaratma eğilimindedir, ama can alıcı farklılık başka bir
düzeyde yatar.
Sanayi Devrimi’nden beri
İngiliz hayatındaki can alıcı ayırt edici unsur, ne dil, ne giyim tarzı, ne de
boş zaman oldu – zira bunlar aslında birörnekleşme eğilimi gösteren unsurlar.
Can alıcı ayrım,
toplumsal ilişkinin doğası hakkındaki alternatif fikirler arasındadır.
“Burjuva” önemli bir
terim, çünkü genellikle bireycilik dediğimiz toplumsal ilişki biçimini işaret
ediyor: yani topluma, her bireyin doğal bir hak olarak kendi gelişmesinin ve
kendi yararının peşinden gidebileceği nötr bir alan olarak bakan düşünce.
Ama [...] bireyci fikir,
haklı olarak işçi sınıfıyla özdeşleştirdiğimiz fikirle keskin bir karşıtlık
içindedir: adına ister komünizm, sosyalizm ya da işbirliği densin, toplumun ne
nötr ne de koruyucu olduğunu varsayan, bireysel gelişme de dahil her tür
gelişmenin olumlu aracı olduğunu savunan anlayıştır bu.
Gelişme ve yarar,
bireysel değil ortak çerçevede yorumlanır.
Yaşamı sürdürme
araçlarının temini, gerek üretimde gerek dağıtımda, kolektif ve karşılıklı
olacaktır.
İyileşme yolu, kendi
sınıfından kurtulma ya da kariyer edinme fırsatında değil, herkesin genel ve
kontrollü ilerlemesinde yatar.
İnsanlık kaynağının
her yönüyle müşterek olduğu, ona erişme özgürlüğünün de bir hak olarak kişinin
insanlığına dayandığı düşünülür; ama böyle bir erişim, hangi türden olursa
olsun, müşterek olmadıkça hiçbir şey ifade etmez.
Birey değil, toplumun
tamamı ilerleyecektir.
Sınıf duygusu, nesnel
olarak o sınıfa dahil edilebilecek bireylerin tümünün birörnek mülkü olmaktan
çok, bir tavırdır.
Örneğin, bir işçi sınıfı
fikrinden söz ettiğimiz zaman, bütün çalışan insanların o fikre sahip olduğunu,
hatta onu onayladığını kastetmeyiz.
İşçi sınıfının –yani
birey olarak bütün işçi sınıfı mensuplarının değil de bir eğilim olarak işçi
sınıfı hareketinin– yarattığı örgütlerde ve kurumlarda somutlaşan temel fikrin
o olduğunu söylemek isteriz.
Bireyleri sabit sınıf
kavramlarıyla yorumlamak aptalcadır, çünkü sınıf bir kişi değil, kolektif bir
tavırdır.
Aynı zamanda, fikirlerin
ve kurumların yorumlanmasında, haklı olarak sınıf kavramlarıyla konuşabiliriz.
Bu, herhangi bir zamanda
ne tür olguları dikkate aldığımıza bağlıdır.
Bir bireyi mensup olduğu
sınıf nedeniyle önemsememek, ya da onunla kurulan bir ilişkiyi yalnızca sınıf
çerçevesinde yargılamak, insanlığı bir soyutlamaya indirgemektir.
Ama kolektif tavırlar
yokmuş gibi davranmak da, apaçık gerçekleri inkâr etmektir.
“İşçi sınıfı kültürü”yle
tam olarak ne denmek istendiğini şimdi görebiliriz.
İşçi sınıfı kültürü, ne
proleter sanattır, ne sosyal konut, ne de dilin belirli bir şekilde kullanımı;
temel kolektivizm fikri ve onu temel alan kurumlar, davranışlar, düşünme
alışkanlıkları ve yönelimlerdir.
Benzer şekilde burjuva
kültürü de, temel bireyci fikir ve onu temel alan kurumlar, davranışlar,
düşünce alışkanlıkları ve yönelimlerdir.
Bir bütün olarak
kültürümüzde hem bu yaşam biçimleri arasında sürekli bir etkileşim vardır, hem
de her ikisinde ortak olduğu veya ikisinin de temelinde yattığı söylenebilecek
bir alan.
İşçi sınıfı, konumu
sebebiyle, Sanayi Devrimi’nden bu yana dar anlamda bir kültür yaratmamıştır.
Yarattığı ve önemle
farkına varılması gereken kültür, ister sendikalarda, kooperatif hareketinde ya
da bir siyasal partide olsun, kolektif demokratik kurum kültürüdür.
İşçi sınıfı kültürü,
içinden geçmekte olduğu evrede, öncelikle (kurumlar yaratmış olması anlamında)
toplumsaldır, (özellikle düşünsel ve yaratıcı çalışma anlamında) bireysel
değil.
Bağlamı içinde ele
alındığında, bunun çok dikkate değer bir yaratıcı eser olduğunu görmek mümkün.
Kültürün esasen düşünsel
ve yaratıcı çalışma anlamına geldiğini düşünenler için böyle bir eser anlamsız
olabilir.
Bu tür çalışmalara haklı
olarak atfedilen değerler, kimi zaman diğerlerine ağır basabilir.
Bu konuda yalnızca şu
noktaya değinmem yeterli olacak: İlimin “hayvani kalabalıkların” ayakları
altında ezileceğini öngörmek Burke’e makul görünmüş olsa da, böyle bir şey
yaşanmamıştır ve bunun engellenmesinde bizzat o hayvani kalabalıkların büyük
payı olmuştur.
İşçi sınıfı hareketi,
eğitim, ilim ve sanata yönelik tutumu söz konusu olduğunda esas itibarıyla iyi
bir sicile sahiptir.
Kimi zaman yanlış
yorumlarda bulunmuş, bilmediği şeyleri çoğunlukla görmezden gelmiştir.
Ama bu anlamdaki kültürün
kurumlarını tahrip etmek gibi bir derdi asla olmamıştır; aksine, onların
yaygınlaştırılmasını, daha geniş toplumsal kabul görmesini ve –günümüzde–
korunup geliştirilmeleri için daha fazla maddi kaynak ayrılmasını talep
etmiştir.
Böyle bir sicil, işçi
sınıfının en sık ve en açık biçimde karşı karşıya konduğu sınıfın siciliyle
haydi haydi boy ölçüşür.